“Bir bardak çay daha içerim. Çok güzel olmuş güzelim, ellerine sağlık… Ne anlatıyordum hah, tamam… Pazar günüydü çok iyi hatırlıyorum belki beş yıldır ilk kez sinemaya gitmiştim çünkü Lemancığımla. Leman’ı tanıştıracağım seninle, bayılırsın, acayip komik kafa bir kadındır. Bizim oryantal. Neyse geldim eve, baktım karşımdaki daireye yani senin bu eve perde asılmış. Birileri taşınmış ben evde yokken. Öğlene öğrenirim dedim nasıl olsa. Biliyorsun canım, akşam onda çıkıp gece ikide geliyorum ya eve, öğlene doğru uyuyorum bu yüzden. Dışarıdan gelen seslerle uyandım, Refika abla yine birilerine laf atıyor. Refika abla mı? Şu benim üstümdeki dairede oturan, tanırsın yakında merak etme, ninem yaşında ama abla dememizi ister laf aramızda, radar misali penceredeki yerini almış etrafı tarıyor. Biraz muhabbet falan, o da öğrenememiş kimin geldiğini. Birkaç gün geçti, öğrenemedim ya çatlayacağım. Arada bir özellikle, sabah erken saatlerde, astımlı gibi boğuk ve kesik nefes almalar, yüksek sesle “ha-ho-hu” diye bağırmalar geliyor. Kapıcı Mustafa da bilmiyor; ekmek istemez, su istemez biriymiş. Meraktan öleceğim. Görsen beni neler yapmadım. Bir gün karşı daireden kapı açılma sesi geldi. Refika ablayla muhabbet ediyordum camdan cama. Neyse onu camda asılı bırakıp heyecanla kapıya doğru koştum. Salonun son etabında, tüylü terliğimin ince topuğu halıya takılıverdi. Yüzükoyun yere kapaklandım. Her şeye rağmen mücadeleden vazgeçmeyen koşucu gibi anında fırlayıp kalktım ayağa, kalçamı ovuştura ovuştura diğer ayağımdaki terliği de fırlatıp kapının gözetleme deliğine yapıştım. Baktım yine kimsecikler yok! Bu kez de aksi istikamette cama doğru tekrar koşuyu sürdürdüm. Ev çok büyük değil ya, on beş adımda bir uçtan bir uca varabildim. Sokakta, top oynayan veletler dışında kimsecikler görünmüyor, kuş olup uçmuştu sanki.
“Görmedin mi?” diye sordum, gözetleme kulesindeki görevini sürdürüp bir kamera titizliğinde sokağı tarayan Refika ablaya.
“Neyi?” diye sordu.
“Onu işte, şu karşı dairemdekini”
“Yoo, kimse çıkmadı evden” dedi. Bir de üstelik “Hani merak etmiyordun kız. N’oldu şimdi? Ah, ben seni bilmez miyim? Daha yakamadın di mi adamın canını?” demez mi?
“Adam olduğunu ne biliyorsun?” dedim ben de,
“Hadi, hadi, sen giderken ben dönüyordum o yollardan. Bu telâşın bir kadın için olmaz senin” dedi valla. Üstüme iyilik sağlık, gel de dert anlat. Topu topu iki adamı karısından boşattırdım, n’olmuş. Bu mahalleye, hem de bizimkisi gibi bir apartmana, üstelik benim dairemin karşısına taşınıyorsan, hazır olacaksın başına geleceklere. Suzan Avcı görse gözleri yaşarır. Onun bayrağını gururla taşıyorum. Aynı sarı saçlar, memeler desen, bu yaşımda taş gibi, sığmıyor bir yerlere, fırlayıveriyor dışarı. Kiloda belki bir on kilo fark atarım ama olsun, yakışıyor canım. Bir de göz süzmelerimi, cilvelerimi görünce, ee adamların dibi düşüyor haliyle. Kırka bir kala durakta indim, bir daha da binmedim meşhur yaş otobüsüne. Allah bindirmesin. Ayy! Nereden aklıma geldi şimdi bunlar. Bir çay daha içerim tabii ki şekerim. Çaykoliğim ben. Ne anlatıyordum, yok yok yaşı geç, boş ver sen. Hah, bir gün tam dalmışım temizliğe, yine karşı komşunun kapısından sesler geliyor. Koş bakalım Suzi. Ellerimde temizlik eldivenleri, saçımda bir yemeni, ayağımda eski pembe bir eşofman paçaları sıvalı, üzerimde, çamaşır sularından beyaz beyaz lekeler olmuş bir zamanlar siyah olan tişört, tam kapıyı açacağım, aynada kendimi görüp duruveriyorum. Beni böyle gören bir erkeğin gece kâbusu olurum herhalde. Şu gözetleme deliğinden bakayım filan derken yine kaçırıveriyorum adamı. Kapı önünde bayılmalar, bir fincanla zil çalmalar, yanlışlıkla o dairenin ziline basmalar gibi tüm numaraları deniyorum, tık yok. Öğrenemiyorum kim olduğunu. Bir şey değil takıntı olacak bu durum bende derken taa, taammm. Tanışma günü gelip çatıyor.
Bizim pavyonda yine olay çıktığından polis bir hafta kapatma cezası vermişti. Ben de evdeyim tüm gün. Uzanmışım, televizyon kanalları arasında geziyorum. Çıkır çıkır karşı dairenin kapı sesi. Uçarcasına kalkıp bu kez küt kapıyı açıveriyorum. O da ne! Onu gözetleme deliğinden neden göremediğim belli oluyor. Ben şaşkınlıktan ağzım açık bakarken,
“Günaydın, güzel bayan” diye beklenmedik bir ses tonuyla selamlıyor beni. Allahım, ben bu sesi tanıyorum, bu o programını çok sevdiğim adamın sesi. “Gecenin soluğu”. Pavyona giderken her akşam ben hep bu adamı dinlerim. Herkesle konuşur, muhabbet eder, şoförler, gece bekçileri, benim gibi şarkıcılar, garsonlar yani gece kim çalışıyorsa.
“Gü-gü-nay-dın” diyorum kekeleyerek.
“Çok gürültü yaptım sanırım. Kusura bakmayın. İyi günler”
Bir süre öylece kapıda kalıyorum. Ben aval aval bakınca, adama da ayıp ettim diye, dertlenip duruyorum tüm gün. Akşama doğru kapının açılma sesini duyunca hemen açıveriyorum kapımı.
“Aa, kusura bakmayın, sabah öyle birden şey oldu da…”
“Önemli değil. Ben alışkınım bu durumlara”
“Siz şey misiniz?”
“Cüce mi?
“Hayır canım, o belli oluyor zaten. Aman, kusura bakmayın. Siz şu şey misiniz, şu program var ya hani radyoda…”
“Evet, benim programım”
“Valla tanıdım şıp diye. Ayy çok heyecanlı. Böyle meşhur biri bizim evde. Lütfen gelin size bir kahve yapayım.”
“Rahatsız etmek istemem”
“Lütfen ayy çok heyecanlandım şimdi. Biliyor musunuz ilk kez ünlü biriyle tanışıyorum.”
Onun bir şey söylemesine bırakmadan içeriye çekiştiriveriyorum kolundan. İşte, çok merak ettiğin, o zamanki karşı komşumla, yani şimdiki kocamla tanışmamız böyle oldu canikom. Bir ay sonra hop evleniverdik. Aman bir görsen, herkes ne karşı çıktı. Benimkiler boyuna takmış, onunkiler de aman açmayayım ağzımı şimdi kötü kötü, işte uygun değilmişiz falan filan. Ne laflar döktüler ikimize de ama kulaklarımızı tıkadık. Tabii, benim evime taşındı artık. Ayy, saçmalama, sesine değil tabii, karakterine âşığım. Ben onun kadar kibar, onun kadar düşünceli bir adam tanımadım şimdiye kadar. Buraya da hayatın göbeğinde olsun diye taşınmış, benim göbeğimi buldu. Hay Allah iyiliğimi versin benim… Pavyon mu? Devam ediyorum canım, neden bırakayım ki? Oralarda çalışıyorum diye şey mi sandın beni? Tamam, tamam, önemli değil. Tabii enişten de radyo programına devam ediyor. Dinlersin bu gece. Neyse, boş ver şimdi bizi. Sen anlat biraz da. Bu güzellikle nasıl boş bıraktılar seni? Yoksa birilerinden mi kaçıyorsun? Ah, ah anlamıştım zaten. Bak, artık karşı dairende bir ablan var. Sıkıştın mı hemen kapımı çalıver. Tamam mı gül yüzlü bebişim? Hadi, merak ettim çok, şimdi de sen anlat bakalım şu kaçma hikâyeni…”