Hoş geldiniz Nurhan Hanım, bizi kırmayıp yeniden konuğumuz olduğunuz için çok teşekkür ediyoruz. 2019’da yayımlanan ve 31. Haldun Taner Öykü Ödülü’ne layık görülen ilk öykü kitabınız “Maruzatım Var” ın ardından “Duyuyor musun?” okuruyla buluştu. Tebrik ediyoruz, yolu açık, seveni çok olsun.

Söyleşimizde ağırlıklı olarak yeni kitabınızdan konuşacak olsak da öykülerinizde işlediğiniz; kadın olmak, duyarlı bir insan olmak meselelerini de irdelemek istiyoruz. Sizin bu anlamda edebiyata bakışınız, üretimlerinizi nasıl beslediğinizde merak ettiğimiz konular arasında.

Müsaadenizle hemen ilk sorumuzla başlayalım…

1- Genelde öykü kitaplarına içindekilerden birinin ismi verilir. “Duyuyor musun?” da bu isimle başlayan bir öykü yok. Öte yandan kitabın içindeki tüm öyküleri kucaklayan bir başlık seçmişsiniz. Duymak aynı zamanda dinlemek, anlamak ve belki de sindirip yorumlamak eylemlerini de içinde taşıyor. Ne dersiniz?

Duymak fillinin çeşitli anlamları var. İşitmek, haber almak ve bilgilenmenin yanı sıra mecazi anlamda hissetmeyi, fark etmeyi de içeriyor.  Bu kitapta mesele ettiğim konuları, günlük hayatın işleyişinde satır aralarında vererek duymayanlara duyurmak istediğim gibi, duyup da anlamayan hissetmeyen,  empati kuramayanlara da duyuyor musun diyorum. .  Ayrıca okura da  sesleniyorum bir anlamda “ben buradayım ey okur,” diye.

 

2- Kitaptaki ilk öykünüz gökdelenlerin arasına sıkışmış eski bir semtte küçük bir esnaf lokantasında geçiyor. Ben Levent olduğunu hayal ettiğim bu semtte o mahalle lokantasında oturdum, müdavimleriyle yemek yedim (Elbette sizin okuyucuyu içine alan kurgunuz sayesinde.) O kadar gerçek bir hikâye anlatmışsınız ki içindeki acıları da kabulleniyor, ‘yaşamdır, olur’ deyiveriyoruz. Gülümser Hanımın ölmüş kocasına ithafen ablasına söylediği: “Yaşarken ikimizin yasını hep tuttum zaten, şimdi kırkımı uçurmaya geldim,” siteminde olduğu gibi yaşam umudu yitirmeden, kim ne der diye düşünmeden hep devam etmeli değil mi?

 

Cumhuriyet dönemi anne babanın çocukları olan bizim nesil “elalem neder”le büyüdük. Toplumun ahlak kodlarında özellikle kadınlar için yazılmış nesilden nesile aktarılan, o güne kadar sorgulanmayan kurallar içinde kalarak yaşamamız istendi. Artık günümüzde özelikle şehirde, metropollerde yaşayanlar kendi çocuklarına çektikleri sıkıntıları çekmesinler diyerek özgürlük tanıdılar. Ama bu demek değildi ki ülkemizdeki geleneksel yapı fazlasıyla değişti. Özellikle son yıllarda din üzerinden yürütülen siyasetin etkisiyle artık “elalem ne der”den “Allah, kitap ne der”e,  “günah”a,  hacının hocanın dinden bağımsız yorumlarına, eleştirilerine geldik. Bir de buna ismi lazım değil zatı muhterem ne der eklendi ki o farklı bir konu, onu da elbette bir gün yazıp konuşacağız.

Öyküden yola çıktık nereye geldik. Evet,  elalemin gözlerini, dillerini kaale almamak,  bu çemberi kırabilmek, kendimiz olarak yaşamak önemli.  Hayat kısa ve yaşanmamışlıkları, geç kalmışlıkları telafi etmek bir o kadar zor.

 

3- Öykülerinizde kadın kahramanlar ön planda. Bir kadın yazar olarak pozitif ayrımcılık yaptığınızı söyleyebilir miyiz?

 

Erkek, çocuk, genç yaşlı karakterlerim olsa da evet, kadınlar ön planda. Tüm dünyada kadınlar, insanlar yerleşik yaşama geçtiklerinden bu yana negatif ayrımcılığa uğruyorlar. Kadın her toplumun ötekisi. Ben de bir kadın olarak rahatsızlık duyduğum konularla ilgili yazdığım öykülerle onlara ses olmak istiyorum.   Her geçen gün kadınları ve onların seslerini duyuran yazarların sayısı artıyor. Bundan da çok mutluyum.

 

4- ‘Anneler Üzülmez’ isimli öykünüz beni en çok etkileyenlerden biri. Bu öyküde iki farklı anlatıcı kullanarak kurguya sarmal bir yapı kazandırmış ustalıkla öykünün sonuna bağlamışsınız. Anlatıcı kişilerinizi nasıl seçersiniz?

 

Teşekkür ederim. Bazen öyküler anlatıcısını kendini seçer,  doğrudan birinci tekil veya tanrı anlatıcıyla başlarsınız. Bazen de deneme yanılma yoluyla bulursunuz. Anneler Üzülmez öyküsünü yazarken çok sildim yeni baştan yazdım.  Hiç biri beni tatmin etmeyince böyle bir kurguya başvurdum.  Sonunda kitaptaki haliyle içime sindi. Okurlardan gelen tepkiler de beni doğruluyor, seviniyorum.

 

5- ‘Duyuyor musun?’ daki öykülerde geçmişle hesaplaşma ya da hesaplaşamama da dikkat çekiyor. ‘Mukadderat, Taksirat’ isimli öykünüzde bu mesele beraberinde büyük bir hayal kırıklığı beraberinde getiriyor. Peki sizce biz toplumsal olarak geçmişimizle yüzleşebildik mi? Bu öyküler eksik kalan bir şeylerin dışa vurumu mu?

Maalesef.  Geçmişle ne yüzleşebildik ne faillerinden hesap sorabildik. Hep kırmızı çizgilerimiz var. Toplumsal amnezi yaşamayı ya da inkârı tercih ediyoruz. Yüzleşebildiğimiz ölçüde sorunlarımızın ortadan kalkacağına inanıyorum.  O kadar çok olay var ki bekleyen ama cesaretle üzerine giden kimse yok.  Dile getirildiğinde de sesler yükseliyor. Toplumun hassas konuları denilip üzeri örtülmeye çalışılıyor. Devletin işin içinde olduğu konuların çözülmesini beklemek zor. Belki bir gün…  Bizler de yazdıklarımızla unutmadık diyoruz.

 

 

6- Kadına uygulanan aile içi şiddeti anlattığınız ‘Mangal Partisinden Geriye Kalan’ şiddetin kültür ya da ekonomik seviye fark etmeksizin yaşandığına şahit oluyoruz. Öykünüzde kahramanınızın içe dönük sessiz çığlığı ‘duymak’ meselesinin belki de en temel noktası. Çevremizdeki bu çığlıkları yeterince duyabiliyor mu?

 

Mangal Partisinden Geriye Kalan öyküsünde Selin’in yaşadıklarını yaşamayan kadın yoktur diye düşünüyorum. Ancak en az dile getirilen konu da bu. Kimi özel diye anlatmıyor, kimi ilişkinin içinde olur böyle şeyler diyor, kimi de erkektir yapar deyip geçiştiriyor. Bu öyküyü;  o mahrem kapıyı açıp bunu yaşayan kadınlara; yalnız değilsiniz,  yaşadıklarınız olağan  değil,  bir de dışardan bakın nasıl değersizleştiriliyorsunuz, erkeklere de ne yaptığınızın  farkında mısınız demek için yazdım.

Öte yandan kadınların çığlıkları sadece ev içinde değil. Her yerde. Duyabilen, anlamaya ve bunun sonucunda çözüm bulmaya gönüllü bir yönetim yok. İstanbul Sözleşmesi’nin iptali de bu durumun tescili.  Her gün anıt sayaca eklenen kadın sayısı artıyor. Kadınlar öldürülüyor, cesetleri kesilip yakılıyor, binanın balkonundan atılıyor, failler ortada dolaşıyor. Hapse girenler çıkıyor. Az ceza veriliyor, indirim uygulanıyor.  Erkeklerin dünyasında olan kadınlara oluyor.

7- ‘Gölgesiz Ceviz’ öykünüz diğerlerinden biraz daha farklıydı. Üstü kapatılmış yaranın kabuğunu kaldırmış gibi geldi. Bu öykünüzü bir haberden yola çıkarak mı yazdınız? Ya da nasıl ortaya çıktı?

Bu kitapta ülkemizdeki ötekileri anlatacağım demiştim.  Kadınlar, yaşlılar, LGBT+lar, Kürtler, devletin gadrine uğrayanlar, betonlaşan kentler.  Gölgesiz Ceviz de bu nedenle ortaya çıktı. Herhangi bir haberden etkilenmedim.  Aslında yaranın üstü kapanmadı, yara her zaman açık. Merhemi belli ama tedaviye kimse yanaşmıyor.

Yıllarca “orda bir köy var uzakta” diye baktık Doğu’ya Güney Doğu Anadolu’ya.  Oradaki insanlar ne yaşadılar, nasıl yaşadılar bilmedik, bilmek de istemedik. Hem Kürt, hem de gözden ırak gönülden ıraktılar. Onların ana dilinde eğitim almasını, ana dillerini konuşmasını bile istemedik Oradaki gerçekliği tüm yönleriyle değil de bize sunulanlarla görmeyi tercih ettik.

Bizlere uzaktan gelen o seslerin farklılığını anlatmak için öykünün sesi de diğer öykülere göre farklı oldu.

 8- ‘Her şey Sil Baştan’ öykünüzde hem ev içi hem de toplumsal iki yönlü darbe var. İki darbeye karşı da tutum aynı. Göz yummak. Ne dersiniz?

Hem siyasal hem de kişisel darbeler bir gün, bir gece ansızın ortaya çıkar. Ama o çoktan işaretini vermiştir. Geliyorum demiştir. Biz görmeyiz, duymayız, ya da görmezden gelmeyi tercih ederiz.  Darbe olduktan sonra da elimiz kolumuz bağlıdır artık. Durumu kabullenmekten başka seçenek yoktur, özellikle de siyasi darbeler için. Kişisel darbe de, ise belki bir süre anlamak, anlatmak anlaşılmak isteyebilir, bizi sarsan üzen o olayın tamir edilebilecek bir yanı varsa düzeltmeye çabalayabiliriz,  ya da sineye çekip hayata devam ederiz.

 9- ‘Nüans’ öykünüzdeki terk ediliş, yaşlılık ve tabii yalnızlıkla sesi çıkmayanlara diğer öykülerdeki gibi ses olmuşsunuz. “Duyuyor musun?” derken tüm öykülerinizde o sessiz çığlığı duyduk. Yaşlılık yalnızlık mıdır?

Yaşlılık sadece yalnızlık değil.  Günümüz modern toplumunda hepimiz bir şekilde yalnızız. Bu soruya sosyoloji profesörü Nadir Suğur’dan aldığım bir alıntıyla cevap vereceğim.(*)

Yaşlılık yalnızlık, dışlanmışlık, ayrımcılık, yoksulluk bağımlılık, bakıma muhtaç olma ve hastalık gibi tüm netameli meselelerin kesişim noktasında yer alır. 

Özetle yaşlılık zor bir konu.  Hepimiz sağlıklı, aklı başında kimseye muhtaç olmadan, kendi çapımızda üretebildiklerimizle yaşayabilelim.

Bu güzel söyleşi için çok teşekkürler Nurhan Hanım.

Sevgili Nalan Barbarosoğlu ile 2019 yılında kitapsız bir öykücü iken yaptığımız söyleşiden üç yıl sonra Kiltablet’te sizlerle olmaktan mutluluk duydum. Esas ben teşekkür ederim Duyuyor musun’a kulak verdiğiniz için.

 

Dilek Yılmaz – Nurdan Atay

 

(*)Birikim Dergisi  sayı 362-363 syf:62