Aralık ayına yeni girdiğimizden ısıtıcıyı henüz açmamıştım. Bu yüzden ısınabilmek için kahvaltıda bal dilimi sürülmüş ekmeğimin yanında hazırladığım papatya çayı dolu bardağı elimle sıkı sıkı kavramıştım. Birkaç yudum aldım. Bal ve papatya çayı karışımı bana anaokulunda verilen kahvaltıyı hatırlatıyordu. Geçmişle ilgili hatırlayabildiğim ender ve güzel anılardandı. Bardağa daha da kenetlenmişti elim. Ben geçmişle yolculuğumu bitirmek üzereyken bardak patladı. Papatya çayı kanımla karışırken elimdeki cam parçalarını acı içinde çıkardım. Uzun zamandır bir şeyleri yitirdiğimi duyumsuyordum. İçimde hissettiğim acının fiili bir hal almasıyla bulunduğum depresyon sürecinin sonlandığına kanaat getirdim. Elimi suya tuttum. Cam parçalarını görebildiğim kadarıyla temizlemiştim. Su yaralarıma değdikçe elim yanıyordu. Duyduğum acıyla bir şeylerden arınıyordum sanki. Büyük ihtimal bir filmde gördüğüm gibi elimi bir bezle sıkıca sardım. Kanamalar azalarak durmuştu. Hırkamı giyip gittiğim eczanede pansuman yaptırdım, gazlı bez ve birkaç malzeme aldım.

Annem arayıp yola çıktığını söylediğinde bugün gelmesini istediğimi hatırladım. Şimdi elimi bu halde görürse aklına başka şeyler gelirdi belki. Mutfağı önceden gidip temizlesem mi kararsız kaldım. Eczaneden çıktım. Sokakta polisler koşuyordu. Kaçmam gerekiyormuş gibiydi o an. Bir ara sokağa girdim. Peşimden koştular. Durduruldum. Kimliğim yanımda yoktu. Nefes alışım düzensizleşti. Elime ne olduğunu sordular. Sargıyı açmak istediler. Engellemeye çalışsam da bezi biraz açtılar. Bardak patladı desem inandırıcı gelmeyecekti, yağ döküldü yandı, dedim. Nedense söylediğime inandılar. Oysa elimde kesikler vardı. Kimliğim olmadığı için karakola götürebilirlerdi. Ancak aradıkları veya kovaladıkları kişi olmadığımı anladılar sanırım. Kimlik numaramı alıp bıraktılar beni. Dikkat çekmemek için sargılı elimi hırkamın cebine soktum.

Eve geldiğimde salona geçip yere uzandım. Yumuşak koltuk, gözüme itici geldi sanırım. Mutfağa girmek istemedim. Cam kırıklarını tümüyle toplayabildiğimden emin değildim, vazgeçtim. Uzandığım yerde pencereden görünen gökyüzünü izlerken kapı çaldı. Annemdi. Elim hemen dikkatini çekti ve kaygıyla ne olduğunu sordu. Başta cam kestiğine inanmasa da mutfağa girince ikna oldu. Niye anahtarı ona vermediğimi sordu ancak ben evdeyken başkaları da kapıyı açabilecekse kapı koymanın hiçbir anlamı olmayacaktı. Annemin normalde sosyal etkinliklere pek ilgisi yoktu. Ancak işime yarayacak program gördüğünde benimle paylaşmayı seviyordu.

– Sizin buralarda kişisel gelişim etkinliği varmış. Katıl istersen.
– Bırak o saçmalıkları anne.
– Lisede kitaplarını okuyordun ama.
– Her insanın yanlış işler yaptığı zamanlar olmuştur.
– İlaçlarını içiyor musun?
– Bıraktım artık onları. Bir şeylerin bana müdahale edip çözüm sağlaması yerine kendim çözmeye çalışacağım. Kendi sorunlarımı kendim halledersem  mutlu olabilirim.
– İki yıl niye kullandın o zaman?.. Hem birden bırakırsan yan etkileri olurmuş.
– Bilmiyorum… Boş anıma denk geldi, kullandım. Bıraktıktan sonra yürürken başım dönüyor ve beynimde bir uyuşma hissediyorum ancak hoşuma gidiyor. Zaten elim kesilince bu kötü süreç sonlandı.

Annem cevap vermedi. Ortalığı toplamıştı. Elimin kesilmesine üzüldüğünü anladım. Başınıza olumsuz bir şey geldiğinde, her neyse o, alıştığınız için normal karşılıyorsunuz, ancak sizi sevenlerin kendi başlarına gelmişçesine üzülmeleri, sizi daha kötü etkileyebiliyor. Ben de anneme yeni bir evcil hayvan ya da çiçek alıp daha sorumlu yaşayarak daha huzurlu olmaya çalışacağımdan bahsettim. “Evet, bir kedi senin için iyi olabilir” dedi. Ancak benim aklımda minik uykucu bir hamster alma fikri vardı. Hem hamsterın yanına loris alabilirdim. Hem ikisi de noktürnal canlılar sayılabilirlerdi. Gece birlikte oturur, sabah uyurduk.

Bana evdeki durumlardan bahsetti. Onun da şikayetçi olduğu şeyler vardı ancak olaylara iyimser yaklaşıyordu. İyimserliği hariç, bütün iyi yönlerimi annemden almıştım. Kardeşimin okuldan dönme vakti yaklaşıyordu, annem hazırlanıp evden çıktı. Ben de peşinden… Hava bulutlanmıştı. Evcil hayvan satan bir dükkâna girdik. Önceden olsa hayvanların satılması yanlış diye düşünürdüm. Ancak şu an minik bir hamstera çok ihtiyacım var. Özür dilerim hayvanlar ve hayvan severler. Gözüme kestirdiğim en ufak hamsterı aldım. Yılbaşına az kaldığı için dükkânlar süslenmişti. Çocukken her otuz bir aralık gecesi televizyonda kaliteli programlar izlerken bir yandan cama bakarak kar yağmasını beklerdim. Sanırım kar beklememe sebep olan bir Amerikan filmiydi. Bende o filmdeki gibi marketten canımın istediği ürünleri alıp kar yağarken ışıklandırılmış caddelerde yürüyerek eve dönmek isterdim.

Annem “Bu sene yılbaşını bizimle geçir. Kanat kızartırım, sen de mezeler yaparsın” dedi. Birkaç tez inceleyecektim ve sonrasında asistanlığını yaptığım, slayttan not tutturup derste anılarını anlatan hocanın sınav kâğıtlarını okuyacaktım. Annemin teklifini reddettim. Yolda ayrıldık. Eve dönerken bir de çiçekçiye uğradım. Saksıda rengârenk çiçekler vardı. Çiçek hediye etme konusunda niye cinsiyetçilik yapılıyor anlayabilmiş değilim. Bana da sevdiğim bir insan elinde papatyalarla gelse çok mutlu olurum. Şu anda kendimi mutlu etme şansına sahibim. Çiçekleri incelerken bir tanesi dikkatimi çekti. Yılbaşı çiçeği isimli indirimli bir kaktüstü. Çiçek açmak üzere gibiydi. Bir kaktüsün güzelleşebilme ihtimali benim düzenli ve sakin bir hayat yaşama ihtimalimle aynı diye düşündüm. Böylece, kendim de dahil üçümüzün hayatında bir sorumluluk yüklenmiştim. Eve geldiğimde hamsterın yuvasını kurup yerleştirdim. Yılbaşı çiçeğimi balkona koydum. Evde birkaç canlı olması gözlerimi yaşarttı. Sohbet etme imkânım olmayacaktı ancak Pikaçu’nun fiyk fiyk sesleri şimdilik yeterliydi. Evet, hamsterın adı Pikaçu oldu.

Aralık ayının son günü geldiğinde mezeleri sabahtan hazırlamaya başladım. Kızartma yapmayı sevmediğim için onları dışardan söyleyecektim. İşim bittikten sonra kanallardaki bu sene neler yaşandığını yayınlayan programlara göz attım. O kadar hızlı yaşamaya başlamışız ki, önceki senelerde yaşadığımızı sandığım olaylar meğer birkaç ay önce olmuş. Yemekten sonra dizüstü bilgisayarımı sehpaya koyup sınav sonuçlarını sisteme girecektim. Televizyonda yılbaşı klasiği olan filmi açtım onun sesi eşliğinde işimi yapıyordum. Telefonum çaldı. Annem arıyordu. Belki mutlu belki de mutlu hissettirmeye çalışan bir ses tonuyla yılbaşını kutladı. Neler yediğimizi anlattık karşılıklı. “Yarın bize gel” dedi. Çok ihtiyacım olduğu için “Olur” dedim. Sınav sonuçlarını girdikten sonra biraz daha televizyona bakmayı sürdürdüm. Banttan yayınlar ve bana göre kalitesiz dizilerin yılbaşı özel bölümleri mevcuttu. Çocukken “Olacak O Kadar” proramını izlediğim yılbaşı gecesi geldi aklıma. Kendime bir papatya çayı hazırladım. Camın önüne gidip sokağı izlemeye başladım. Birkaç saniye sonra sokak lambasının ışığında kar yağdığını fark ettim. Birbirinden farklı kar taneleri uçuşuyordu… Çocukluğum boyunca aralık ayının son gününde beklediğim mucizevi taneler! Daha rahat izleyebilmek için balkona çıktığımda yılbaşı çiçeği diye aldığım kaktüsün pembe renkli açmış çiçekleri karşıladı beni. Sanki bir anda her şey yoluna girmiş ya da ben çocukluğuma dönmüştüm. Yarın Pikaçu ve çiçeğimi alıp annemin yanına gitmeli, bu mucizeyi anlatmalıydım. Yılbaşı çiçekleri açarken iri bir kar tanesi çarptı balkon korkuluğuna, türdeşleriyle bütünleşemeden eridi. Demirde iz bırakarak inen su damlacığına bakıp kaldım… Cam kesiği izlerini hâlâ taşıyan elimi papatya çayı ısıtıyordu yine… Çayımı bu kez keyifle yudumlarken, ‘mutluluk’ da denilen saflığın çocukluk hayallerinde kaldığını, çocuksu ruhumu koruyabildiğim sürece biraz da olsa rahat nefes alabilirim belki diye düşünmeden edemedim.