Bir de dayımın damadı olacak imansız. Ucuza kapattı babadan kalma tarlayı. Kimin dere kenarında öyle toprağı var ki? Küçüktü ama olsun. Yılda iki ürün almamıza rağmen  kıt kanaat geçiniyorduk. Lakin mecburiyetten sattık. Çocuklar dört olunca sıkıntı başladı. Amcamın gelini beş yıl önce kaçak olarak Almanya’ya gitmişti. Akrabalarının yardımıyla bir işe girdi. Ertesi yıl üç çocuğuyla kocasını yanına aldırdı. Şimdi kendi evleri var. Araba da almışlar. Durumları iyi. İki yıldır, siz de gelin burası çok rahat, diyorlardı. Kocasına da iş bulmuş. Becerikli kadın. Biz oralarda yapamayız deyip duruyordum. Bizimki kafamın etini yedi, biz de gidelim diye. Sonunda kararımı verdim, tarlayı sattım, artık dönüşü yok bu işin.

 

Akşam kahvede parayı Süleyman’a verdim. O parayı kime verecek bilmiyorum. Parayı koynuna sokarken, “yarın seher vakti  köyün girişindeki pınarın yanında bekleyin, geç kalmayın” diye tembihledi. “Sizi oradan alacaklar. Denginizi küçük tutun. Başka gelenler de var, ona göre. Eyvallah” deyip gitti. Bir çay daha içip eve geldim. Buruk bir sevinç var içimde, kurtuluyoruz diye. Buralardan gidiyoruz. Anamın, babamın ellerini öptük, helâllik aldık. Çocukları yatırdık. Denklere bir daha baktım. Zırh gibi bağlı. Sundurmada bir sigara yaktım. Bizimki yanıma geldi, “nasıl olacak Haydar”, dedi. “Dua edelim, iyi olsun”, dedim. Karanlık, durgun bir geceydi. Yüreklendirmek için sarıldım. “Ben de çalışırım” dedi. “Çocukları okula yollar, geçinir gideriz”.  İçim acıdı birden. “Hadi yatalım” dedim.

 

Uykumuz yoktu. Yere oturup sırtımızı denklere dayadık. Zühre, “keşke kardeşin de gelseydi, oralarda birbirimize destek olurduk” dedi. “Onun tarlası dereye uzak ve kıraçtı. Para etmezdi. Hele biz gidelim. Bir kolayına bakarız” dedim. Babamın sarsmasıyla uyandım. Konuşurken uyumuşuz. “Vakit geldi” deyince ayıktım. Önce üç dengi, sonra çocukları taşıdık arabaya. Büyük oğlan uyku sersemi  “geldik mi baba” dedi.

 

*.      *       *

 

Kapalı kasa kamyonun arka kapıları açılmış, gelenlerin denkleri yükleniyor. Çocuklar soğuktan titreşip ısınmak için birbirlerine sarılıyorlar. Birbirilerini tanımayan üç aile denklerin yüklenip yola çıkmak için bekleşiyorlar. Hepsi tedirgin.  Aile babaları haydar, Ali ve Hüseyin’le selamlaştılar, hayırlısıyla sağ salim menzile ulaşmayı dilediler birbirlerine. Motoru çalıştırıp kapıları kapatırken muavin “ Dört saatte bir duracağız, tedbirinizi ona göre alın. Cümlemize hayırlı yolculuklar” diyor.  İçerisi soğuk ve karanlık. Çocukları denklerin üstüne yatırıp, el fenerinin ışığı ile erkekler, kadınlar ayrı köşelere toplaşıyorlar.. Ali’nin hanımı denginden iki kilim çıkarıp yayıyor. Sonra kadınlar fısıldayarak küçük denklerinden kete, kömbe, otlu peynir, yufka ekmekleri çıkarıyorlar. Dürümler yapılıyor, sessizlik içinde yeniyor. Asfalta çıkıldığından kamyon artık sallanmıyor. İçerisi sıcak, ter kokusuna horultular karışıyor.

 

Kamyon zınk diye durunca herkes uykusundan sıçrıyor.  Arka taraftan gelen ayak sesi duyulunca nefesler tutuluyor. Demir kapı açılıyor. Muavin “ihtiyacı olan görsün” diyerek ilk molayı veriyor. Ohh! Herkes bir rahatlıyor. Önce erkekler  sonra kadınlar ve çocuklar iniyor. Her tarafları uyuşmuş. Dağ başındalar. Ortalık aydınlanmış. Erkekler birer sigara yakıyorlar. Ali’yle Haydar ikinci sigaralarını yakamadan muavin “Haydi gidiyoruz, yolumuz uzun” diyor. Tekrar içeri doluşuyorlar, kapılar kapanıyor ve  kamyon yeniden hareket ediyor.

 

Herkes, gözler tavana dikili uzanıyor. Uyumak ne mümkün. Kamyon yavaş yavaş menzile yaklaşıyor. Sınırda başka adamlar karşılayacak onları. Gümrükten geçmeyecekler; pasaportları yok. Onları, gümrük kapısına uzak kırsal kesimden geçirecekler. Her şey ayarlı, öyle denmişti. Öte tarafa ayak basana kadar yürek çarpıntıları bitmeyecek. Hele bir varsınlar üç gün deliksiz uyuyacaklarının hayalini kuruyorlar.

 

Kaç mola verdiler, bilemediler. Sarsıntıdan, havasızlıktan çocuklar kusuyor. Ekşi bir koku sarıyor içerisini. Durunca temizliyorlar. Muavin,  kasabaya girip ekmek, peynir, su ve meyve alıyor. Alınan kumanya şoför mahalline konuyor. Kasabanın dışına çıkılınca kamyon duruyor, kapılar açılıyor. Hüseyin’le Haydar iki kasa yiyeceği içeri taşıyorlar. Bu defa karınlarını dışarda doyuruyorlar. Biraz hava! Tekrar kamyona binip yola devam ediliyor. İçeride artık kimse konuşmuyor.  Herkes, çekildiği köşede düşünceli, hayal kuruyor. Asfalttan çıkan lastik sesi, sanki onlara bir şey anlatıyormuş gibi dikkatle dinleniyor. Kimine ninni gibi gelip uyukuya dalıyorlar. Zühre rüyasında yeni evine vardığını, bir güzel yıkandığını, hamamdan çıkınca elbiselerini bulamadığını, görüyor rüyasında. Haydar da ava gittiğini, tam vuracakken boz tavşanın çalıların arkasına kaçtığını, eve eli boş döndüğünü görüyor.

 

Rüyalarını birbirlerine anlatmaya fırsat olmadan zelzele gibi sarsıldılar. Kapalı kasanın içinde oradan oraya savrulup kasanın demirlerine çarptılar. Kapı kendiliğinden açıldı, kimleri dışarı yuvarlandı. Kime ne olduğunu bilemeden  her yer karardı, kendilerinden geçtiler. Haydar sabah serinliğinin verdiği üşümeyle kendine geldiğinde küçük oğlu üstünde yatıyordu. Yavaşça kaldırıp toprağın üzerine uzattı. Uyuyordu yavrucak. Başında bir ağırlık vardı. Elini götürdü, eli kanlandı. Doğrulmaya çalıştı, doğrulamadı. Zühre’ye bakındı. Az ilerde kımıltısız yüzükoyun yatıyordu. Seslendi, cevap alamadı. Yekindi ayağa kalkmak için ama bacakları kendinin değildi. Tekrar yattı. Başını çevirip baktı, Ali’yle Hüseyin’i göremedi. Devrilmiş kamyonun kasasından bir ağlama sesi duydu. Hüseyin’in küçük kızıydı. Gözlerini kapadı, dua okumaya başladı. Az sonra “kımıldamayın, biz sizi alacağız” diye bir ses duydu. Başucunda beyaz giysili bir kadın vardı. Kırmızı, mavi ışıklar yanıp sönüyordu.

 

*     *.    *

 

               Gazetenin üçüncü sayfa sağ alt köşesinde küçük bir başlık mütekait Affan beyin dikkatini çekti.

 

Umut yolculuğu başlamadan bitti.

              

               Edirne yakınlarında virajı alamayarak devrilen kamyon kazasında  yedisi ağır on bir yaralıya, olay yerine gelen sağlık görevlilerince ilk müdahaleleri yapıldı. Vefat eden üç kişi hastane morguna kaldırılırken küçük bir kız çocuğu burnu bile kanamadan kurtuldu. Yaralı olan şoför ve muavin dışında hiç birinin kimliği yoktu. 

 

Yaşlı konsolos gazeteyi elinden atıp, “Allah kahretsin” diyerek az önce Makbule  hanımın getirdiği  sabah kahvesine uzandı.

 

13 Eylül 2018 .