“Kahveyi özenerek yaparsan güzel köpürmez, haldır huldur yapacaksın. Bak o zaman
sinirinden nasıl köpürüyor.”
“Saçmalık.”
“A aaa çok ayıp, tecrübe konuşuyor burada İrem Hanım.”
Günlerdir tek kelime etmemiştim onunla. Şimdi ağzımı açtırmayı başardığı için mutlu;
sırıtıyor.
İki fincana paylaştırıyor kahveyi. Hepsini boşaltmıyor. Kalanı ocağa koyup biraz daha
kaynatıyor.
Doğrulmayan sırtı, artık bükülmeyen dizleriyle yürümekte iyice zorlanıyor. Fincanları
balkona ben taşıyorum. Arkamdan gelirken iki kolundaki bilezikleri şıngırdıyor. Kırışık
göğsünde inci kolyesi, sarkmış kulak memelerinde büyük küpeleri. Üç kat gerdanını üst
üste dizip koca kıçını sandalyeye zar zor sığdırıyor.
Fincanı ağzına götürürken zümrüt yeşili kocaman taşlı yüzüğü güneşte parlıyor, gıcık
oluyorum. Daha ilk yudumda büyük bir hüpürtü kopuyor. Her yudumda öncekinden
biraz daha gürültülü içmeyi nasılsa başarıyor. Eskiden üzülürdüm haline, yaşlılıktan
böyle yapıyor diye düşünürdüm. Artık sırf beni sinir etmek için yaptığını biliyorum.
Başardın Azamet Hanım, kahveden de soğuttun beni. Hayatımdan ve yaşamaktan
olduğu gibi.
“Çok düşünüyorsun,” diyor.
Yüzüm sokağa dönük, tellerdeki serçeleri izliyorum. Bir tür terapi. Yine aynı konuyu
açmak için fırsat kolluyor. Ne söylerse söylesin cevap vermeyeceğim.
“Düşünme bu kadar, her şey olacağına varır.”
Dudakları ve tırnakları kan rengi, saçları civciv sarısı. Kıvrık kirpiklerine sürdüğü rimel,
ince kaşlarının altındaki boşluğu pisletmiş. Yetmiş yılı devirmiş bedeni, kırkından sonra
doğurduğu kızının ruhunu çalmış gibi heyecanlı.
“Faruk Beyleri arayacağım bugün, seni de sorarlar lafın arasında. İstersen bugün
Vedat’ı…”
Ben gözlerimi kısınca susuyor. Daha fazlasını dinlemeye tahammülüm yok, kalkıp
tuvalete gidiyorum.
Birbirinizi görün, biraz gezin bakalım. Sonra konuşuruz, hemen hayır deme. Kokuştun
kaldın evin içinde. Kız mı doğurdum kümes hayvanı mı belli değil. Yanından
kaçmasaydım bunları söyleyecekti. Ne kadar kimseyle görüşmeyeceğim, istemiyorum
desem de dinlemiyor, her seferinde yeni bir damat adayı buluyor, kendi tabiriyle ben bir
“görüp azıcık gezmeden” de ısrarından vazgeçmiyor. Artık bu gezmelerin sonunda ne
diyeceğimi o da çok iyi biliyor: Gördüm gezdim Azamet Hanım, ama olmadı.
Yine de denemeye devam ediyor. Bir haftadır da hem zengin hem yakışıklı Vedat çıktı
başımıza.
Uzun süre kendimi tanımaya çalıştım. Ne istiyorum, nelerden zevk alıyorum, nerede
olmak, ne yapmak istiyorum diye sorguladım. Ama yalnızca sorguladım, hiçbir
alternatifi test edemedim. Her zaman tek seçeneğim vardı; annemin hayallerini
uygulamak. Onun hayalindeki okula gittim, istediği işe girdim, rüyalarındaki parayı
kazandım. İstediği adamla evlendiğimde de son noktayı koyduğumu sandım. Ama
bitmemiş; o istediğinde boşandım. Şimdi de yeniden evleneyim diye uğraşıyor.
Keşke ne istediğime karar verebilseydim. Yolumu bulamadığımdan Azamet Hanım’ın
ikinci yaşamı oldum. Böyle olmak istemediğimden hep emindim de bir türlü kendimi
yaşama bırakamadım.
Şimdi yapmak istediğim tembel bir romantik olmak. Özgürce canım ne isterse onu
yapmak. Öyle yaparsam arzularımın kölesi olurmuşum. Olsun. Kendi arzularının kölesi
olmak başkasının hayallerinde tutsak olmaktan iyi değil mi?! Arkama bakmadan çıkıp
gitmek. Bir otobüse binip en bilmediğim yerde inmek. Ne olduğumu düşünmeden
yaşamak, ne yaşadıysam oyum diyebilmek.
Bunun için, vazgeçme cesareti istiyorum. Azıcık kaybetme cesareti… Ölüverse
diyorum; ne olur? O zaman cesaret edebilir miyim?
Vedat’ı arıyorum. Bu akşam bir iş yemeğine gidecekmiş ama iptal edebilirmiş, sesine
yansıyan kendine güveni midemi bulandırıyor.
Birbirimizi lüks bir restoranda görüp bir şeyler yiyoruz. Tıpkı annemin dediği gibi,
çıkıp biraz geziyoruz. Durmadan konuşuyor, işi, yatırımları, seyahatleri…
Anlattıklarının çoğunu dinlemiyorum. O konuşurken akvaryumdaki balıkları, denizdeki
dalgaları, gececi kedileri izliyorum. Bir tür terapi. Arada bir şeyler soruyor, usulünce
cevaplıyorum. Gözlerinin rengini hatırlamıyorum, kaşlarını, ellerini, ayakkabılarını…
İlgimi çeken hiçbir yanı yok. Ondan hoşlanmıyorum.
O benden hoşlandı mı? Bilmiyorum. Birinin senden hoşlanıp hoşlanmadığını bilemezsin
ki. Umabilirsin ya da hoşlandığına inanırsın.
Beni eve bırakıyor. Azamet Hanım heyecanlı, uyumamış. Apartmana girerken balkonda
oturduğunu görüyorum, kafamı kaldırıp bakmıyorum.
Anahtarımla kapıyı açmaya çalışırken dikiliyor karşıma. Cevap bekliyor.
“Gördüm gezdim annecim.”
“Eeeee,” diyor, “ne düşünüyorsun?”
“Tamam,” diyorum, “evleniyoruz.”