Her zaman farklı olduklarını düşünürdü gezenlerin, dünyayı görenlerin. Değişik
kültürler, yemekler, tarihi eserler, tatil beldeleri… Tüm o insanların
yaşamışlıkları, yaşamamışlıkları, aslında onca farklı insanın bir o kadar farklı
ama farksız hüzünleri, umutları, umutsuzlukları, acıları, çaresizlikleri… İnsanı
büyütür, geliştirir, farklılaştırır. Yaşadıkça görmek gerek, anlamak, dinlemek
gerek bu insanların hayatlarını derdi hep.
Onun da hayalleri vardı besbelli, belki de hâlâ var. Ama içinde yaşıyor artık belli
ki. Anlatırdı eskiden, anlatmaz oldu. Bakıp duruyor uzunca zaman boşluğa, öyle
duruyor. Ne düşünüyor, ne hissediyor? Gözleri doluyor bazen, ama onu bile
içine akıtıyor, tek damlası düşmüyor buruşuk yanaklarına. Kollarından tutup
kaldırıyorum, başka bir koltuğa oturtuyorum o zamanlarda. Belki hareket
ettirirsem düşer gözünden yaşlar, düşer de taşar dışarıya bağrına akmak yerine.
Ya da elimi iter de bir çift söz söyler rahat bırakmam için onu. Kurduğu hayalin
derinliğine iner de kaybolur, bir daha çıkamaz oradan diye korkuyorum.
Onca hüzün, acıyı içinde tutmamalı insan. Anlatmıştı bir seferinde bana neden
kimsenin onu ziyarete gelmediğini sorduğumda. Kızını çok küçükken
kaybetmişti, sonrasında arası açılıp ayrılmıştı kocasından. Sonra dolaşmaya
başlamıştı. Hem acılarından kurtulmak hem kendini bulmak hem de başkalarını
yaşarken kendini unutmak için. Oldu mu demiştim? İstediğini buldun mu?
Gülmüştü biraz hüzünlü, biraz da alaycı. “nerde olduğuma bir bak” demişti,
“bulmuş gibi miyim?” Bulmuş gibi miydi? Ne bileyim, kim neyi arar, ne bulmak
ister, kim neyi nerede nasıl bulur ya da bulabilir…
Buradaki her insan aynı hüznün içinde yaşar durur. Kendi isteğiyle gelenler
bile, ben bile. Her gün onların bakımlarını yapıp, sohbetlerini dinlerken bile
onların hüznünün içinde kendi hüznümü hissetmiyor muyum? Bundan acı
duymuyor muyum? Katlanıp gitmiyor mu acılarım her geçen gün? “Sen ne
yapıyorsun bu yaşta burada? Yapacak başka iş bulamadın mı? Sonsuza kadar
burada mı çalışacaksın dışarıda onca gezip görecek yaşayacak başka yer,
yapacak başka iş varken?!” demişti bana bir gün hafif kinayeli, Var mıydı
gerçekten, vardır muhtemelen. Ama ne fark ederdi ki, eninde sonunda
geleceğim, geleceğimiz yer burası değil miydi, değil mi diyemedim o gün.
Saklanmak için uzaklara gitmeye gerek yoktu ki. Acılardan kaçmak için başka
diyarlara uzanmak için neden uğraşayım ki? Onlardan kaçış var mı ki? Sen
kaçtın da kurtuldun mu sanki, özgür müsün acılarından diyemedimdi.
Acıları da yaşamak gerek bitirmek için, bitmesi için. Bazılarının hayatları yeter
buna, bazıları ise bütün hayatını bunu yapmak için harcar, çabalar durur. Herkes
bir yolculuk yaşar kendince, kendinde. Bazıları bulur çıkış yolunu, bazıları da
labirentin içinde debelenir durur. Labirent bile tanıdık gelir, rahat gelir bir süre
sonra. Kalmak, çıkmaktan daha kolaydır. Labirentte bile her gün yeni bir şey
görür insan. Dışarıda gezip görmeye bile mecali kalmaz olur labirent insanının.
Kendine olan yolculuk yolculukların en zoru, en yorucusudur. Hele bir de bu
yolculukta buldukları, gördükleri hoşuna gitmezse zevk vermez, zül gelir bu
yolculuk, çekilmez olur. Bittiği günü, biteceği günü bekler olur labirent insanı.
Bu yolculukta yalnızdır da üstelik. Hüzünlü insanlar hep yalnızdır, yalnız
yaşarlar kendi içlerinde. O kısım çok tanıdıktır işte. Buradaki insanlar da o
yüzden tanıdık, akrabadır bana. O yüzden burada çalışır, burada yaşar, burada
gezer görürüm ne göreceksem, ne öğreneceksem.
Burası, bu yaşlılar evi benim evim, benim yolculuğum, benim labirentim.
Çıkacak mıyım bir gün, çıkabilecek miyim, çıkmak isteyecek miyim bilmem.
Tıpkı senin içinde neler oluyor, neler kopuyor, neleri çözdün, neleri özledin,
özlersin… Bunları bilmediğim gibi, labirentimden çıkacak mıyım onu da
bilmiyorum. Benimle yeniden konuştuğun gün gelecek mi onu bekliyorum belki
de. Belki sana labirentin sırrını soracağım. Belki diyeceksin ki “Herkesin
labirentinin anahtarı kendindedir. Onu açacak anahtarı sen bulacaksın. Benim
labirentimin anahtarını sana verirsem senin labirentine uymaz. O zaman buradan
asla çıkamazsın, başka dünyaları keşfedemezsin.” Belki de anlatacaksın labirent
hikâyelerini bana, çözüm yolu, çıkış yolunun sırrını vereceksin. Ve diyeceksin ki
“haydi çık şimdi buradan dışarıya. Çık, gez, gör, yaşa her yeri, her şeyi. Çık ki,
yarın labirent insanlarına dönüp ‘gezdik gördük çok şükür. Hayat ne kadar da
güzelmiş’ diyebilesin.”