Güne ilginç bir haber okuyarak başladım. Dünyada hâlâ yıldızların izlenebileceği birkaç yer kalmış. Türkiye’den bazı ilçeler de yer alıyor. O ilçelerde yıldızlar izlenebildiği için konut fiyatları artmış. Uzayı saran uydular ve hava kirliliği sebebiyle yıldızlar izlenemediği için az da olsa temiz kalan yerler değerlendi. Keşke dedelerimiz zamanında bunu öngörebilseydi.

Kahvaltımı yapmak için birkaç ambalajlanmış yiyecek çıkardım. Zengin olmadığım için yumurta, peynir, süt ve bal gibi ürünlere ulaşamıyorum. Gerçi arısız yapılan ballar ucuz. Isıl işlem görmüş sucuğumsu yiyeceği tavada kızartıp yiyorum. Yemeğim bittikten sonra nefes alma ve adım atma faturalarımı ödemek için sayacımı kontrol ettireceğim. Bu aralar çok param olmadığından nefes ve adımdan tasarruf amaçlı uyumayı tercih ediyorum. Uyumak şimdilik ölçülemediği için bedava.

Sayacımı kontrol ettirdikten sonra sahile inip bir banka oturdum. Buraya gelirken mahallemizde kalan son yeşil alana inşaat yapıldığını görmek beni mutlu etti. Ne işe yarar ki yeşillikler! Sahi gökyüzü ve denizin de grileşmesiyle artık şairler griye şiir yazıyordu. “İçindeymişik, griymişik, sazmışık!”

Herkesin dilindeydi bir eski İstanbul. O kadar kandırılmış ve düşünmekten yoksun olmuştuk ki İstanbul’u Manhattan’la kıyaslıyor ve seviniyorduk. Artık düşünmek yoruyordu bizi. Neye yarar Manhattan’dan iyi olmak? Bizim tarihimiz vardı: Eminönü, Çengelköy, Aşiyan, Üsküdar… O zamanlardaki betonlaşma bile zamanında Orhan Veli ve Yahya Kemal’e acı vermiş olmalı. Ancak biz çoktan benimsedik böyle yaşamayı.

Şehrin griliği beni telefon bağımlılığımdan kurtaramadı. Haberlere bakmak istedim tekrar. İnternetten öğrenip evinde bomba hazırlayan bir grup genç tutuklanmış. Amerika, Suriye’ye siber saldırıları arttırmış. Devlet sistemleri çökmüş. Kanada’da içme sularına Prozac katıldığı ortaya çıkmış. Bazı insanlar Çin’deki alışveriş sitelerinden aldıkları ürünlerle kendilerini ameliyat ediyorlarmış. Sonradan kazanılmış karakterlerin aktarılamayacağını düşünen evrimci görüş yanılmış ve artık çocuklar doğuştan estetikli doğmaya başlamışlar. Bir de arkadaşım Hüseyin mesaj atmış. Nesli tükenen hayvanlar sergisi açılmış. Kedi, köpek ve birkaç kuş türü var, gel gör istersen diyor.

Telefonu kapadım ve birden öksürmeye başladım. Maskemi almayı unutmuşum. Galiba yine astımım nüksetti. Kalkıp eve doğru yürürken haberleri düşündüm. Tepki göstermek istedim ancak internetsiz ev hapsi cezası almak istemiyordum. Hüseyin geçen sene internet kotasını eleştirdiği için halka hedef gösterilmiş ve ev hapsi cezası almıştı. Halk Hüseyin’i milletimizin internet kotasını eleştirdiği için Almanya’nın adamı olmakla suçluyor ve linç etmek istiyorlardı. Oysa Hüseyin doğduğundan beri bu semtten çıkmamıştı. Birkaç Alman futbolcu ismi dışında Almanya’yla ilgili bir bilgisi yoktu.

Eve geldiğimde telefonumdan ev internetine bağlandım. Nefesim biraz rahatlamıştı. Demek sadece hava kirliliğinden değil stresten dolayı da nefesim daralmıştı. Mutfağa gidip kahve hazırlamak için malzemelerimi çıkardım. Çocukken çay içmeyi severdim ancak şuursuzca toplanan çaylar ve çoğu çay arazisinin yabancılara satılması sebebiyle artık lüks bir içecekti. Kahve hazırlarken televizyonu açtım. Herkes internete yöneldiğinden artık televizyonda tek kanal kalmıştı. 1980’lerde televizyon ulaşılmazdı. O zamanlar insanlar birbiriyle iletişim içindeydi, sonra zamanla televizyon yayıldı. Her eve televizyon girince de aileler komşularına gitmeden kendi evlerinde, bir başlarına izlemeye başladılar. Telefonlar da zamanla hızla yayıldı ve şimdi herkesin elinde. Ailecek kullanılmadığı için de kimsenin başkasına ihtiyacı yok. Sadece arkadaşlarının ya da tanıdığının bir fotoğrafına iki kez tıklarsan onunla bir iletişim oluyorsun. İnsanlar sokağa çıkma ihtiyacı duymuyorlar. Siparişler eve geliyor, devlet işleri internetten hallediliyor ve çoğunluk işini bilgisayarda yapıyor. Bizim artık yollara ve top oynayacak arazilere değil, daha çok cigabayta ihtiyacımız var.

Televizyonda bir haber var: Bu yıl düzenlenen kitap fuarına katılan yazar sayısı okur sayısından fazla olduğu için bundan sonra kitap fuarı düzenlenmeyecekmiş. Bu konu beni de rahatsız etmişti. Bir sosyal paylaşım sitesinde bu haberi paylaşıp artık insanların okumak ve dinlemek yerine sadece kendi düşüncelerini daha olgunlaşmadan paylaşmak istediklerini yazdım. Eskiden herkes oyuncu olurken şimdi kitap çıkarıyordu. Bu paylaşımım kısa sürede çok sayıda beğeni aldı. Bu durumu beklemiyordum. Paylaşım adı altında yapılan yorumlarda insanlar birbirleriyle tartışıyor ve günümüzdeki diğer sorunları dile getiriyordu. Bazı arkadaşlarımsa geçmişte bahsedilen karanlık geleceği yaşadığımızı söylüyorlardı. Paylaşımım sonra haber sitelerine düştü. Bu kadar ilgi toplamasının nedeni, insanların artık düşüncelerini dile getirmekten korkmsıydı sanırım. Zaten kitaplarda işlenen konular da klişe aforizmalar ve aşk üzerineydi.

Akşama doğru kapım sert şekilde çaldı. Kapı deliğinden baktım, polisler gelmişti. Halkı düşünmeye teşvik suçundan hakkımda işlem başlatılmış. Bilgisayarımı da aldılar. Kapıya haberciler geldiği için, zorluk çıkarmadığım halde arabaya binerken tartakladılar. Adliyeye götürüldüm, yargılandım.ve tutuklama kararı çıktı, hapis cezası aldım. Hayvanlardan tek farkımız düşünebilmemiz diye öğrenmiştim. Ama aksine biz kullanmaya kullanmaya düşünmeyi körelttik ve artık farkımız kalmadı.

Polis aracıyla Çengelköy sahilinden geçerken “Son kez sahile bak. Ağır bir suç işledin” dediler. Ben de son kez olduğuna inanarak manzaraya baktım. Deniz gri, gökyüzü gri. Her yer beton. İstanbul yok artık. Şarkılar ve şiirler gri için artık. Haydaaaa, hop… Eller havaya… Hep birlikte: İçindeymişik, griymişik, sazmışık.