“Benim için karanlık dediğim bir gelecek, bunu yaratan güç için ütopya olacaktır. Buna ne dersin?” dedim merakla. Derin bir iç çekti. Kendimizce felsefi bir tartışmanın içindeydik. Geleceğin bugünden de kötü olacağını ve insanların masumiyetini kaybettiğini düşünüyordum.

“Doğru olabilir tabii ama gücü elinde tutan erk için de halk korku unsurudur.” dedi. Konu geçmişin ütopya yazarlarından açılmıştı ve doğal olarak günümüze ve geleceğe dönmüştü.

“Distopya da, ütopya da yaşanan deneyimlerin izi diye bir yerde okumuştum” dedi. “Kaleme alan kişinin düş ya da kâbusu da diyebiliriz. Sonuçta bunlar toplum mühendisliği sonucu değil tabii; yazarların düş güçlerinden çıkıyor. Her ne kadar, distopya kelime olarak ütopyaya karşı bir terim arayışında siyasetin içinde doğmuşsa da edebiyatın yarattığı bir dünya”

“Tabii ki” dedim ben de. “Kalem, zihnin zehrini akıtır kendiliğinden Şimdi bugünlere bakarak huzurlu, mutlu barışçıl bir dünya yaratabilir mi?”

Güldü. “Tam tersi de geçerli olabilir ama otobüsüm geldi sonra tartışırız” diye koşarak gitti.

Sonrası olmadı. Onu bir daha göremedim. İnsanoğlunun bir var, bir yok olduğunu her seferinde unutuyorduk ve belki de unuttuğumuz için yaşamaya devam edebiliyorduk. Belki karanlığın içinde aydınlığı yakalamaya çalıştığımız için hâlâ dayanabiliyoruz. Kaygılarımızın sonucu yarattığımız distopik dünya belki de içinde umut barındırıyor. Kötüyü göstererek bundan uzaklaşabilme arzusu. George Orwell’in 1984’ü, Yevgeti Zamyatin’in Biz’i, Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünyası yarattıkları distopyayla bizi o gelecekten uzak tutmak, uyarmak için ikaz ışıkları mı? O olağanüstü öngörüleriyle bizi var oldukları zamandan aydınlatıyor olabilirler mi? Belki de distopyalar ütopyaların karanlığın içindeki yansımasıdır. Ya da hiçbir yakınlıkları yoktur ikisi de hayal gücü ürünüdür ve sadece yazarın kalemi öyle istediği için yazılmıştır.

Bu sayımızdaki öyküler distopik dünyalara götürüyor bizleri. Geçmişin karanlığından, geleceğin karanlığına. Ayrıca Kibrit Ev kitabı yazarı Murat S. Dural’la karanlıkta bir ışık gibi yaptığımız söyleşi ve Nezir Suyugül tarafından özetlenmiş, kavramları tanıtan güzel bir tanıtım yazısı var. Hepsini zevkle okuyacağınızı umarak “Hiçbir zaman tam karanlık değildir gece” diyen Eluard’a inanmak istiyorum.