Projemin NASA tarafından ödüle lâyık görüldüğünü belirten maili tekrar okudum. Araştırmalarım yıllardır hayâlini kurduğum desteğe nihayet kavuşmuştu. Bu mutlu haberle ayaklarım yerden kesilmiş bir halde önce annemi aradım. Gurur duyduğunu söyledi söylemesine de onu asıl ilgilendiren soruyu hiç geciktirmeden sordu tabii ki; “Amerika’dan ne zaman döneceksin, söyle bakalım ben görebilecek miyim seni?” “Ben gelirim, sen gelirsin yaşadığım yeri görürsün, sık sık görüşürüz annecim” deyip onu biraz sakinleştirdikten sonra telefonu kapattım. Sonra o gün planladığım gibi kayınvalideme bir kahve içmeye gittim. Kadıncağız hep merak ederdi bu kadarrrrr çok meşgul olan ve ona gerektiği kadar zaman ayırmayan gelinin ne işle uğraştığını. Eminim şimdiye kadar iki çocuk yapmış olsaydım hem kendi annemle babamı hem de kayınvalidemi çok daha mutlu etmiştim. Ama ben yıllardır atomu parçalamakla, madde olarak dünyadaki, evrendeki tüm varlığı sorgulamakla velhasılıkelam insan beyninin evrendeki değerini korumakla meşguldüm. Tüm bu çabalar içinde yoğrulmuş zihnimi yanıma alıp, içimde bastıramadığım o mutlu haberin heyecanıyla kayınvalideme giderken o gün yaşayacağım kısa zaman diliminde kendimi çok bilinmezli bir denklemin ortasında bulacağımdan habersizdim.
Aslında aile büyüklerini ziyaret işini çok aksatmadan yapmaya gayret eden, sorumluluk sahibi bir Türk genciyim – henüz otuzlu yaşlarımda olduğum düşünülürse evet hâlâ gencim- Annem dört kızını da Türk örf ve adetlerine göre yetiştirdi. Bununla da çok övünür! Gerçi ben bu aile büyüklerini ziyaret rutinini çoğu vakit saatlerce süren serzenişlerden kurtulmak için yaptığımı itiraf etmeliyim. Çünkü her telefon “Ahhh nerelerdesiniz hayırsızlar” diye açılır. Kocamın günahı da bana yüklenir “Hiç aramıyorsunuz, sormuyorsunuz, öldük mü kaldık mı haberiniz yok!” Aaaa buyur burdan yak olurum, çünkü bana göre iki ya da üç hafta hatta bir ay aslında çok kısa bir süredir. Ama sevgili annem ve kayınvalideme göre neredeyse BİG BANG ile eş değer bir zaman dilimi geçmiştir!
Benim için insan ilişkilerini anlamaktansa astrofiziği anlamak daha kolay. Örneğin sevgili anneciğim evliliğimin ilk günlerinde gözlerini kocaman kocaman açarak “Bak kızım sana şunu söyleyeyim: Kayınvalideni annenle bir tutacaksın, nasıl ben annensem o da senin annen” derken benden beklediği cevabın “Olur mu annem? Senin yerine birini koymak… mümkün mü? Üstüne gül koklar mı bu kızın?” diyerek yanıtlamak yerine hayatının hatasını yapıp “Peki annecim” demiş biriyim. Benimle tam bir yıl doğru düzgün konuşmadı. Neden kızdığını da söylemedi. Nihayet evliliğimin beşinci yılında küslüğün gerçek nedeni kavrayabilmiştim. İnsanoğlunun söyledikleriyle yaptıkları nedense hep farklı oluyor. Fizik ise tamamen bilimsel temel değerlere dayanıyor. Duyguların devreye girmesiyle etki tepkide değişen bir şey bulamazsınız.
İşte her neyse, o gün Etiler’deki işimi bahane edip, doğruca kayınvalideme geçtim. Öncesinde okula uğrayarak yeni dönem için vereceğim dersleri iade ettim, çünkü NASA beni davet etmiş, tüm masraflarımı karşılayacak bir paket hazırlamış ve bir ay içinde bekliyordu. Okuldakiler neredeyse beni futbol takımlarındaki oyuncular gibi ellerinin üstünde havaya fırlatacaklardı; benimle gurur duyduklarını, ne deseler boş olduğunu, beni çok özleyeceklerini, çok da kıskandıklarını söylediler. Kayınvalidemin evinde ise durum bambaşkaydı. Dünyayı sarsan bilim kadınından, bir kahveyi bile pişirmeyi beceremeyen hayırsız ilk gelin moduna indirgenmiştim. Hoşgeldin beş gittinlerden sonra, oğlunun hayırsızlığını tam da beklediğim gibi bana yüklediği artık klasikleşmiş sitemlerini, geçen gün yeni ve çooook becerikli küçük gelinle mantı açtıklarını hatta buzlukta bize de kaldırdıklarını -giderken mutlaka oğluna götürüp, pişirmemi tembihlemeyi elbette unutmamıştı- ve sevgili görümcemin küçük bebeğinin nasıl da sağlıkla büyüdüğünü uzun uzun dinledikten sonra ben de müjdemi verdim. Birden gözleri büyüdü, mutluluktan şoka girdiğini düşündüm, kalkıp sarılacak gibi geldi. Ben gözlerinin içine bakarken o da gözlerini açmış, televizyona bakıyormuş meğerse. Televizyonun açık olduğunu o sırada fark ettim “Dur bi kızım, bak kızcağız bayıldı, ah vahhh…” gibi bir şeyler söyledi. Çok üzülmüştü. “Kim ki? Ne oldu?” derken içimden de sükse yapacağım haberim güme gittiği için bozulmuştum. O öylece tüm dikkatini vermiş televizyondaki programını izlerken, ziyaretimle önemli bir şeyi bölmüş gibi hissettim. Aslında gerçekten garip bir şeyler oluyordu. Televizyonda genç bir kadın bayılmış yerde yatıyordu. Ekranın köşesinde izlediğimiz programının canlı yayınlandığı yazıyordu. Anne “ne izliyorsun, hayırdır” deyince kayınvalidem biranda dökülüverdi. Sanki tüm olanları o yaşıyormuş gibi programda bayılan kızın babası yaşında bir adamla evlenmek üzere olduğunu, evlenmeden önce annesiyle babasını bulmak için bir haftadır bu programa geldiğini anlattı. Bu kız bir adamı seviyormuş, hamile kalmış, adam onun bir başka adamla ilişkisi olduğunu düşünmüş, kızı terk etmiş. Kız çaresiz kurtuluşu evlilikte bulmuş. Nihayet yanında çalıştığı yaşlı bey ona kol kanat germiş “Gel evlenelim” demiş… Kayınvalidem motora takmış anlatıyor da anlatıyor, bir yandan da gözümüz televizyon ekranında, sunucunun tek derdi ratingler, yüzünde çil çil altınları görmüş Hint fakiri ifadesi, kızı nihayet ayıltıp oturtuyorlar, o sırada kızın bayılmasına neden olan kadın konuşuyor, yaşlı adamın eski karısıymış, kızı ayıplıyor. Tüm dikkatlar kıza kilitlenmişten stüdyoya genç bir adam geliyor. “Bak kız bir daha bayılacak” diyor kayınvalidem, meğer gelen bebeğin babası olan gençmiş. Kıza bağırıyor çağırıyor. “Anne bunları mı izliyorsun Allah aşkına, ne işine senin elalemin özel hayatı” diyorum ama ben de gözümü alamıyorum ekrandan. Bu arada nefes almaksızın kayınvalidem hikâyeyi baştan sona anlatıyor. Nihayet stüdyoya bir de yaşlı damat adayı gelmesin mi? Genç adama oğlum iyi ki geldin demesin mi? Bak bu kızcağız senin bebeğini taşıyor ben de onun için onunla evlenecektim, formalite bir evlilik al sevdiğini mutlu ol… Yok yaaaa… Nasıl bir denklem ki bu? Sonra öbür kadın yani eski eş, delikanlının annesi “Olmazzzz onlar evlenemezler çünkü kardeşler” demesin mi? Eee bu kadarı da kurmacada bile saçma durur! Olayın saçmalığı o derece ki gülmemek için kendimi zor tutuyorum. Dayanamayıp bir kahkaha atınca kayınvalidem o kınayıcı bakışını fırlatıp bana haddimi bildiriyor. “Anne Allah aşkına yaaa bunlar oynuyorlar sizinle, öyle şey mi olur?” diyorum ama nafile, kayınvalidem ekrana kilit. En nihayetinde delikanlının evlatlık olduğunu öğrenip, bu genç çiftin evlenmelerine mâni olmaması sevinciyle kayınvalidem beni mutlu mesut bir ruh haliyle yolcu ediyor.
Ben evden çıkıp arabama binerken bu karı kocanın nasıl birbirinden habersiz çocuk sahibi olmuş olabileceklerine dair zihni sinir sorularla boğuşuyorum. Sonra vazgeçiyorum. Her şeyi olduğu gibi bırakmak en iyisi. Epey zaman önce bir bilim insanı olarak biz insanların bir de şöyle bir yönlerinin olduğunu fark ettim çünkü; neye inanmak istiyorsak ona inanıyoruz. Sonuçta kayınvalidem mutlu, ratinglerin tavan yapmasından dolayı sarışın sunucu mutlu, tüm o ratinglere katkıları olan milyonlarca izleyici mutlu… O zaman ne mutlu bize deyip kahkahayı basıyorum. Hahaha! ben de NASA’ya gidiyorum kimin umurunda!! Hahaha! ay çatlayacağım. Sakinleş kızım kaza yapacaksın giderayak. Derin nefes al! Derin, derin!!
Birden aklıma başka bir araştırma projesi geliyor. NASA’da bunun üzerine de düşünmeliyim. Çocukluğumda bizlere belirli dozlarla TV verilirdi. Uzun zamandır doz aşımı var. Bu da toplumsal beyin ölümünü hızlandırıyor. Belki de bunun televizyonun yaydığı radyo dalgalarının etkisiyle olduğunu ispatlayabilirim. Üzerinde çalışmaya değer!