Kum saatini çevirip yüzüme baktı.

“Şimdi başla.”

Bir iki saniye kadar kumun o incecik delikten aşağı süzülüşüne takıldım. Zaman akıp gidiyordu. Aniden fırladım. Yapmam gerekeni biliyordum ancak kafamı toparlayamıyordum. Masanın üzerindeki bıçağı aldım. Koşarak dışarı çıktım. İlk gördüğüm kişiye sapladım. Tekrar içeri girdim. Kum saati yan çevrilmişti.

“Başardın” dedi. “Sana kolay olacağını söylemiştim. İşte ikinci çanta. Şimdi gidebilirsin.”

Sersemleyerek dışarı çıktım. Kalabalık, yerde yatanın etrafında toplanmıştı. Uzaktan ambulans sesi geliyordu. Koşturmacaların arasından ruh gibi geçtim. Yerdekine bakamadım. Ölmemesi için bildiğim tüm duaları okudum.

Eşimi, gözleri kan çanağı içinde beni beklerken bulacağımı sanıyordum ama ev boştu. Tam anlamıyla boştu. Ne eşim ne siyah çanta ne de eşyalar. Mümkün olsa zamanı geri çevirir miydim, emin değilim. Kendimi holdeki taş zemine bıraktım. Başımın altına yeni aldığım hatta kazandığım demeli içi para dolu çantayı koydum. Uzandığım yerden tavanı seyrederek yaşadığım son haftayı düşündüm.

Her şeyin başladığı o gün, işten kovulduğum o gün, başka sokağa sapsaydım, ya da iki dakika geç çıksaydım yaşamım bambaşka olabilirdi. Küfürlerimi dışımdan değil de içimden etseydim, sağa sola kızgın bakışlarla bakmasaydım, onun gel bir tek atalım iyi gelir demesine kanmasaydım. Yattığım yerden tavana takılı gözlerimle bunlar geçiyordu aklımdan o güne dönüp yaşamın benim için düzenlediği kurguyu başka biriymiş gibi izlemeye başladım.

Adamın ses tonu, yüzündeki dingin ifade, kıyafeti beni onunla bir tek atmaya ikna etmeye yetmişti. Öyle çok arkadaşı olan, kafası attığında birine anlatacak, dertleşecek biri olmadım hiç. Hatta sorunlarımı başkasıyla paylaşıyor olmak düşüncesi bile beni ürkütür. Pasif, içine kapanık biriyim. İş yerinden de bunun için kovuldum. Telefonda bile satış yapamayacak kadar çekingen olduğum için. Gündüz hiç bara girmemiştim. Daha doğru söylemek gerekirse hiç bara girmemiştim. Eşimle son derece sıkıcı bir yaşantımız vardı. Aslında şimdi düşünüyorum da tüm bunlar olmasaydı o yine de beni terk edecekti. Bunun sinyallerini sürekli veriyordu. Duymamazlığa gelen bendim. Adam benim koluma girdi. Yakın temastan oldum olası hoşlanmam. Nedense ses çıkarmadım. Birlikte bara girdik. Loş ortam, hafif sigara dumanı boş masalar. Gözümde büyüttüğüm gibi değildi. O, hiç olamadığım kadar rahat ve özgüvenliydi. Benim tersime yakışıklı, uzun boyluydu. Sadece yaşlarımız birbirine yakın olabilirdi onun dışındaki her şey farklıydı.

“İşten ayrıldığınıza bahse girerim.” dedi adam. “Sizi sokakta öyle küfrederken görünce başınıza bir şey gelecek diye korktum. Halden anlarım. Benim adım Gora.”

“Gora Mafyan gibi mi?” ne saçmaladım dedim içimden. Bildiğim Gora bir oydu bir de film.

“Evet. Kesinlikle.”

“Ben de Ziya.”

“Evet Ziya Bey, şaşırmışsınızdır belki bu teklifime. Benim de bir arkadaşa ihtiyacım vardı yollarımız kesişti, ne güzel. Şerefinize.”

Karşılıklı kadeh tokuşturup içkimizi yudumladık. Ben hep eylemden sonra pişman olan insanlardanım. Detaylı düşünüp karar alamam. Önce yaparım sonra da kafamı duvarlara vururum. Sanırım ikinci kadehten sonra da aynısı olacaktı. Şimdiden o yola girmiştim bile.

“Para için çalışan hatta tüm yaşamını harcayan kişileri anlayamıyorum. Para her şekilde kazanılır. Mesela size uyuşturucu versem bunu sat kazan desem.”

Nerede bir duvar diye aradım başımı vuracaktım. Yüzüm artık nasıl allak bullak olduysa kolumdan sakince tuttu.

“Bunu demek istiyorum, insan her şekilde para kazanır, önemli olan nasıl ve ne miktarda kazandığın. Uyuşturucuyu hiç sevmem merak etmeyin. Size bambaşka bir teklifim var. Hadi bir tek daha yuvarlayalım.”

Bakışlarım şaşılaşmaya başlamıştı. En son bir yıl önce düğünümde içmiştim. Sonra da hiç ortamım olmamıştı. Alışkın değildim. Başımın düşmesini engelleyerek sordum.

“Siz ne iş yapıyorsunuz?”

Güldü.

“Çalışmak ilkel insanların işidir. Parayı soruyorsanız oldukça çok param var.”

Masanın üstüne bir çanta koydu. Siyah, fermuarlı bavulumsu bir şey. Ucundan açıp içine bakmamı istedi. Kafam neredeyse çantanın içine girecekti şaşkınlıkla baktım yüzüne.

“Bu para sizin işte alın lütfen. Eğer anlaşırsak bunu iki katı daha sizin olacak.”

Adam ya deli ya da mirasyedi diye geçti aklımdan. Parayı başka türlü kim dağıtabilir ki? Ne şanslı pezevenk dedim. Yine dengeleyemeyip dışımdan söyledim. Bunu hep yaparım. İç konuşma sandığım sesi dışarı vururum, beceriksiz biriyim.

“Yo, şans değil bu, ayrıca pezevenk de değilim.” Güldü. “Bambaşka bir yaşam formum var.”

Bunu filmlerde duymuştum. Uzaylılar için söylenen şeydi. Demek adam uzaylıydı.

“Çok komiksiniz. Uzaylı falan değilim. Belki size çok tuhaf gelecek ama doğrudan söyleyeyim akan kandan beslenen biriyim. Korkmayın canım öyle vampir falan değilim. Birini yaralar ya da öldürürseniz benim ömrüm uzuyor. Durun nereye? Oturun şöyle.”

Kalkmaya çalıştığım sandalyeye tekrar yığıldım. Karşımdaki adamın dalga geçmek için beni bulduğuna emindim. Hadi bir de sen vur dedim içimden yok yine dışımdan.

“Sakin olun dinleyin lütfen. Zaman ve para ilişkisi benim için çok garip. Çok param var ancak yaşamımın devam etmesi için benim şu bıçağımla hiç tanımadığım birinin yine hiç tanımadığı birini yaralaması ya da öldürmesi gerekiyor. Kan aksa yeter. Ne kadar çok kan o kadar çok zaman. Neden diye sormayın benim kaderim de böyle yazılmış.”

İşten kovulmam yetmezmiş gibi bir de delinin birine çatmıştım. Adamın beni öldüreceğinden öyle korkuyordum ki değersiz gibi görünen yaşamım birden müthiş bir anlam kazanmıştı.

Kınında duran belindeki bıçaktan gözlerimi alamıyordum. Adam burada, herkesin içinde beni parçalara ayıracaktı. Kendime lanetler okuyordum.

“Sadece karar verin yeter. Bakın bu çanta sizin. Vazgeçseniz bile sizin. Arayıp sormayacağım. Ama söylediğimi yaparsanız benim ömrüme ömür katarsanız, size tüm yaşamınızı inanamadığınız kadar rahat devam ettirecek paranın tamamını vereceğim. Çok inanası gelmediğinin farkındayım ama durum bu. Yapacağınız şey için çok zamanınız olmayacak. Bir kum saati süresince işin bitmesi gerekli. İyice düşünün taşının.  Şu adreste bir gün içinde beni bulun.”

Böyle bir şeye insan anında olmaz der. Ben de öyle dedim. Karıma anlattım. Bir bana bir çantaya baktı. Haklı olarak inanmadı söylediğime. Bir banka soyacak kadar cesur değildim, mafyaya hiç giremezdim, uyuşturucu da satamazdım. Paranın kaynağını didikledi durdu. Anlattığım hiçbir şey ikna etmedi onu. Sadece bir şeye takıldı.

“Para için birini öldürebilir misin?”

Öldürmeyeceğimi hafifçe dokunup kan akıtabileceğimi söyledim. Adama inanmam, onunla bara gitmem ve bu karara sıcak bakmam onu çıldırtmaya yetti. O itiraz ettikçe ben daha da hırslandım. Yapamazsın dediği ne varsa yaparım diye bağırıp çağırdım. Yapamayacağım şey artık yapılabilir gelmeye başlamıştı. O hırsla evden fırlayıp adamın adresine gittim.

Tavana bakmaya devam ediyordum. Gelecek planları yapıyordum. Kapı çaldı. Kapıyı açtığımda gözlerim yerinden fırladı. Gördüğüm şey karşısında “Olamaz” demek istedim ama sesim çıkmadı.