1 Ağustos 2017’de aramızdan ayrılan, gazete yazılarıyla, denemeleriyle, şiirleriyle, romanıyla, oyunlarıyla, çevirileriyle edebiyatımızı zenginleştiren ve güçlendiren dil işçisi sevgili Ahmet Cemal’i saygıyla anıyoruz.
“Tek bir kadın bile çok fazla sayıda tuhaflığın üstesinden gelmek zorundadır, ve kendini hangi hastalık belirtilerine göre ayarlaması gerektiğini ona daha önce söyleyen olmamıştır, denilebilir ki, erkeğin bir kadın karşısındaki tutumu tümüyle hastalıklıdır, üstelik tümüyle kendine özgü biçimde hastalıklıdır; dolayısıyla erkekleri hastalıklarından kurtarabilme olanağı artık asla yoktur. Kadınlar için ise, olsa olsa, acılara katılıp birlikte acı çekme yoluyla kaptıkları bulaşıcı hastalıkların izlerini az çok taşıdıkları söylenebilir.”
Ingeborg Bachmann, Malina (s.: 243)
Çeviren Ahmet Cemal, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, (1. baskı: İstanbul, Mayıs 2004) 9. baskı: İstanbul, Temmuz 2016, 303 sayfa
“Oda daha bir aydınlanmıştı, hava boşlukta şimdi daha hafif titriyordu, ilahi soluk daha bir neşeli olmuştu. Şimdi sanki daha tanıdık, aranan tatmin kadar tanıdıkmışçasına, güneşli sahiller ve içine girilemez koruluklar parıltılar saçıyordu, güneşin şarkısıyla birlikte, hep şarkı söylemekte olan dudaklardan yankılanıyordu, ve Sol’un kızı parıltılar içindeydi.”
Hermann Broch, Vergilius’un Ölümü (s.: 256)
Çeviren Ahmet Cemal, İthaki Yayınları, İstanbul, Ekim 2012, 479 sayfa
“Çocuğum dün öldü – o aynı zamanda senin de çocuğundu. Evet, senin de çocuğundu, sevgilim, o üç geceden birinin çocuğuydu, sana yemin ederim ve insan ölümün gölgesi üzerine düşmüşse eğer, artık yalan söylemez. O bizim çocuğumuzdu, sana yemin ederim, çünkü kendimi sana verdiğim saatlerden çocuğumun bedenimden çıkarıldığı saate kadarki zaman boyunca bana hiçbir erkeğin eli değmedi. Ben, senin dokunuşunla kendi gözümde kutsanmıştım: bu durumda kendimi benim için her şey olmuş olan seninle, hayatıma yalnızca şöyle bir değip geçmiş olan başkaları arasında nasıl paylaşabilirdim? O, bizim çocuğumuzdu, sevgilim, benim bilinçli aşkımın ve senin umursamaz, müsrif, neredeyse bilinci olmadığın sevecenliğinin çocuğuydu, evet, bizim çocuğumuzdu, bizim oğlumuzdu, bizim tek çocuğumuzdu. Fakat şimdi soruyorsun – belki ürkmüş olarak, belki de yalnızca hayretle – soruyorsun şimdi, sevgilim, onca uzun yıllar boyunca bu çocuğu neden sakladığımı ve ondan neden ilk kez bugün söz ettiğimi soruyorsun, o burada uyurken, artık sonsuz bir uykuya dalmışken, artık gitmeye ve bir daha asla geri dönmemeye hazırken, evet, asla!”
Stefan Zweig, Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu (s.: 33 – 34)
Çeviren Ahmet Cemal, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, Ağustos 2012, 62 sayfa