1949 senesinde daha iyi bir eğitim almam için Manisa’nın Salihli ilçesinden ayrılıp İstanbul’a götürdü babam beni. O öğretmendi. İleri görüşlü, aydın biriydi. Galatasaray Lisesi’ne yatılı olarak kayıt oldum. Babamın çok eski aile dostlarından Ekrem ve Cemal Reşit Rey amcalara emanet edildim. Hafta sonları onların Nişantaşı Şair Nigâr Sokak’taki konaklarına kalmaya gidebiliyordum İstanbul’da. Bu iki sanatçı insanın benim ve binlerce gencin hayatında çok önemli yeri olmuştur.
O hafta sonları Cemal amcamın evi, İstanbul’daki pek çok sanatçının buluştuğu bir yerdi. Dönemin müzisyen, tiyatrocu, ressam, yazar pek çok ileri gelen kişisini tanıma fırsatım oldu. Benim yaşımda ve edebiyat tutkunu bir genç için gerçeküstü bir zaman dilimiydi.
Hemen her hafta sonu farklı konularda sohbetler açılır, deneyimler, bilgiler paylaşılır, yemekler yenirdi geç saatlere kadar devam eden bu toplantılarda. Fakat saat 21.00 olduğunda Cemal amca “hadi bakalım Şadi, senin için yatma vaktidir’’ diyerek beni yatağa gönderirdi. İstemeye istemeye giderdim. Ne vakit ben de onlardan biri olacağım diye içlenirdim.
O sene yaz tatili için memleketime geri döndüm. Her ne kadar evi, ailemi çok özlemiş olsam da aklım İstanbul’da, Cemal amcamın evindeydi. Okul vakti İstanbul’a geri döndüğümde okulumu ve ikinci okulum Cemal amcamın evini ne kadar özlediğimi anladım.
Evin alt katındaki büyük salonda bir radyo vardı. Ödevlerimi yaparken bir kulağım da radyoda olurdu. Radyo benim için büyük bir tutkuydu. Onun nasıl çalıştığını merak eder, sağını – solunu kurcalardım. Konaktaki yardımcı ailenin sağır ve dilsiz kızı Melek benimle radyonun başına oturur, merak dolu gözlerle yüzüme bakar, kocaman gülümserdi. Yayınlanan programlar öyle güzeldi ki; Bir Portre, Kitap Saati, Türk Romanında Köy, Tarla Dönüşü, Köy Odası, Gençlik Saati… Ayrıca klasik Batı ve Türk Müziği programları.
Cemal amca radyoyla ne kadar ilgili olduğumu fark etmiş. Bir gün bana ‘’Şadi gel sana bir şey anlatacağım’’ dedi. “Bizim memlekette radyo yayını nasıl başladı sana anlatayım; 1926 senesinde İş Bankası Anadolu Ajansı ve üç gazetecimiz Falih Rıfkı Atay, Cemal Hüsnü Tanay ve Sedat Nuri İleri beyler Telsiz Telefon Türk Anonim Şirketi’ni kurmuşlar. Şirket radyo yayını yapmak için hükümete başvurmuş. Ama kimileri bu fikri hoş karşılamıyor. Sonra memleketin ilk radyo kurucularından Hayrettin Bey, Atatürk’le görüşüyor. Eline bir radyo alıp Orman Çiftliği’ne Ata’nın yanına gidiyor. Orada rastgele istasyon ararken, tesadüf Rus Radyosu çıkıyor. Atatürk Sofya’daki ataşelik günlerinden Rusça’ya aşina. Dinlemiş, dinlemiş, “Efendiler bakın propaganda yapıyorlar’’ demiş heyecanla… Ve derhal radyo istasyonu kurulması emrini vermiş. “İşte böyle Şadiciğim, günümüzde en ücra köşelere kadar ulaşabiliyoruz şimdi radyoyla. Gelecek hafta sonu önemli bir davet vereceğiz. Senin de tanıdığın çok kıymetli bazı dostlarımız gelecek. Sana da bazı vazifeler vereceğim‘’ dedi. Çok şaşırmış ve sevinmiştim. O bir hafta geçmek bilmedi.
O akşam evde hummalı bir hazırlık vardı. Bazı misafirler erkenden gelmişler, koyu bir sohbete başlamışlardı bile. Bir ara Cemal amcam yanına çağırdı. “Şadi, sana bir görev vereceğim. Bir dostumuz otomobille Tepebaşı Sahnesi’nde oyunu biten Bedia Muvahhit hanımı almaya gidecek, senin de onunla gitmeni istiyorum. “Elbette amca’’ dedim. Biz yola koyulduk. Bedia hanımı tiyatrodan aldık. Bedia hanım ön koltukta oturuyordu. Kendine has, ince bir ses tonu vardı. Saygı duyulan etkileyici bir kadın. Bir ara sordu. “Neymiş Cemal beyin bizimle konuşmak istediği mevzu acaba?” Otomobili kullanan Baki Süha Ediboğlu’ydu. “Sizi de çok heyecanlandıracak bir proje hakkında Bedia hanım” dedi. “Radyoda tiyatro yapmak kulağa nasıl geliyor size?” “Radyoda tiyatro mu?” dedi Bedia hanım. “Çok ilginç. Aslında buna şaşırdım. Neden derseniz, daha bugün kuliste bir sohbet oldu. Bizim tiyatroda gençlerden biri geçen ay Belçika’daymış. Bir sanat eğitim bursu bulmuş. Orada öğrendiği bir olayı anlattı. Belçika’nın Arden bölgesinde trenle işe gidip gelen kömür işçilerini oyalamak ve eğlendirmek için aktör ve aktrisler bir vagonda oyun sahneliyor ve hoparlörle diğer vagonlardakilere dinletiyorlarmış. Çok büyük beğeni kazanmışlar. Bugün bunu duyunca seyretmeden tiyatro olabilir mi ki dedim kendi kendime. Şimdi siz radyoda tiyatro yapmaktan söz ediyorsunuz. Çok heyecanlandım inanın” dedi.
Konağa ulaştık. Tüm davetliler toplanmıştı. Melek her zamanki gibi sessiz sedasız ortalıkta misafirlere hizmet etmeye çalışıyordu. Yüzünden hiç eksilmeyen tebessümüyle.
Misafirler ki, hemen hepsi İstanbul Şehir Tiyatrosu sanatçıları Bedia Muhavvit, Baki Süha ve Afife Ediboğlu, Hadi Hün, Perihan ve Sühavi Tedü, Kemal Tönem, Sami Ayanoğlu, Şaziye Moralı, Vasfi Rıza Zobu, Ercüment Behzat Lav, Behzat Butak hepsi heyecanlıydılar.
“Kıymetli dostlarım” diye başladı Ekrem amca. “Bu akşam radyodan konuşacağız. Radyonun en geniş nüfusa ulaşabilme olanağından ve ecnebi memleketlerde çoktandır yapılan bir çalışmayı bizim memlekette de başlatmamız için sizlerin fikir ve desteklerini almak istedik. Aslında radyo yayınları başladığından beri radyo temsilleri zaman zaman gerçekleşti biliyorsunuz. Şehir Tiyatrosu ve Eminönü Halkevlerinin temsilleri radyodan naklen yayınlandı. Çok da alaka gördü dinleyiciden. Fakat artık bu işin daha ciddi ele alınması gerektiği kanaatindeyiz. Artık dünya ve Türk edebiyatının seçkin eserlerinden radyo işin uyarlanmış eserlerin sizlerin seslendirmesi ve ses efektleri ile özel olarak hazırlanmış bir radyo tiyatrosu gerçekleştirmenin vakti çoktan geldi diye düşünmekteyiz. Salondaki herkesin gözleri parlıyordu. “Hepiniz usta tiyatrocular olarak bu vazifenin altından kolaylıkla kalkabilirsiniz, ne diyorsunuz?” diye sordu. Bir an sessizlikten sonra herkes alkışlayarak ayağa kalktı. Türk Radyo tarihinde çok önemli bir ana tanıklık ediyordum, unutulacak bir an değil…
Sonraki birkaç hafta Galatasaray Lisesi’nin kütüphanesinde Cemal amcamın isteğiyle kitaplara gömüldüm.
Anton Çehov, John Steinbeck, Dostoyevski, E.M. Forster, Ahmet Hamdi Tanpınar, Albert Camus, Mehmet Rauf, Ernest Hemingway, William Faulkner, Shakespeare, Sait Faik Abasıyanık, Jean Paul Sartre, William Saroyan, Gustav Flaubert, Strindberg, Franz Kafka, Tennessee Williams, Agatha Christie…
Okuduğum bu kitapları Cemal amcaya anlatıyordum. Naçiz bir tavsiye niteliğinde olan bu çalışmam radyo çalışanlarınca düzenlenip oyunlaştırıldı.
Halk tarafından çok sevilip bir klasik haline geldi radyo tiyatrosu.
Ben tıp okuyup doktor olarak Anadolu’nun çeşitli köy ve kasabalarında yıllarca görev yaptım. Radyo tiyatrosunun fanatik dinleyici kitlesini, sanatın insanlar üzerindeki etkisini, Anadolu’nun imkânsızlık içindeki pek çok yöresinde Dünya ve Türk edebiyatının seçkin eserlerinin böyle heyecanla dinlenebilmesini sağlayan, radyo tiyatrosunun oluşması için çok emek vermiş o duayen insanları her zaman sonsuz saygı ve minnetle anmaktayım.
Öykünü bir solukda okudum.
Araştırma ve emeğini kutluyor yenilerini sabırsızlıkla bekliyorum..