Nurdan Atay
“Bu resimdeki kütle şekil ve rengin arasında yarattığınız denge ve sadece kırmızının tonlarını kullanmanız çok akıllıca. Ateşin yakıcılığını, içinde eriyip gitmeyi, vazgeçilmez çekiciliğini severim. Bunu beğendim, alacağım” dedi Gürbüz Bey yanındaki genç ressama. “Farklı bir yorumunuz var, hoşuma gitti. Birkaç resminizi daha alabilirim ama bir ricam olacak, evimde sevgilimin nü resmini yapmanızı istiyorum.” Gökhan, bu kibirli adamın küstahlığına sinirlense de öfkesine hâkim olmayı başardı. Teşekkür ederek sipariş üzerine çalışmadığını söyledi kızgın bir ses tonuyla. “Israrcı olacağım, benden kolay kurtulamazsınız” dedi Gürbüz Bey ve haklı çıktı.
Köşkün geniş odalarından biri stüdyo olarak düzenlenmişti. Bir ressamın isteyebileceği marka boyalar, boy boy tuvaller, en kalitesinden fırçalar her şey hazırdı. Odanın dört bir yanına, pencereler de dahil olmak üzere yere kadar uzanan siyah kalın kadife perdeler asılmıştı. Ortada kırmızı kadife bir koltuk vardı. Şövale, koltuğun tam karşısına yerleştirilmişti. Şövalenin üzerinde bir not vardı.
Köşkün geniş odalarından biri stüdyo olarak düzenlenmişti. Bir ressamın isteyebileceği marka boyalar, boy boy tuvaller, en kalitesinden fırçalar her şey hazırdı. Odanın dört bir yanına, pencereler de dahil olmak üzere yere kadar uzanan siyah kalın kadife perdeler asılmıştı. Ortada kırmızı kadife bir koltuk vardı. Şövale, koltuğun tam karşısına yerleştirilmişti. Şövalenin üzerinde bir not vardı.
“Gökhan Bey, maalesef bir işim çıktı, ancak odayı sizin isteyeceğinizi düşündüğüm şekilde düzenlettirdim. Yine de başka bir talebiniz olursa, duvardaki düğmeye basmanız yeterli. Bu arada ışığı nasıl kullanmak istediğinizi bilemediğimden pencerelerde üç değişik kalınlıkta perde var. Gürbüz Sağıroğlu.”
Gökhan ona odaya kadar eşlik eden ve bir emri olup olmadığını soran hizmetçiye teşekkür ederek yalnız kalmak istediğini söyledi. Odanın içinde sıkıntılı bir şekilde dolaştı. Boş tuvalin karşısına geçti. Boyalara baktı. Burada olmaması gerektiğine karar verdiği anda, binlerce çiçeğin harmanlanmış kokusuyla bir ışık seli aktı içeriye. Anjelik, üzerinde sadece beyaz şeffaf bir gecelik, uçarcasına gelip Gökhan’ın elini sıktı. Bozuk Türkçesiyle bir iki konuşmanın ardından nasıl poz vereceğini sordu. Gökhan, biraz önceki düşüncelerinden tamamen uzaklaşmış, büyük bir hayranlıkla ona bakıyordu. Sonunda şaşkınlığından sıyrıldı, odadaki tek koltuğa uzanmasını rica etti. Anjelik üzerindekini sıyırıp çırılçıplak kırmızı koltuğa uzandı. Gökhan, bir süre bu güzelliği seyretti. Şehvetten çok, özenle yaratılmış bir güzelliğe hayranlıktı hissettiği. Kafasındaki pozu vermesi için, Anjelik’in bembeyaz bacağını kıvırırken, o incecik ellerini nasıl tutması gerektiğini gösterirken, teni tenine değdiğinde nereye bakacağını şaşırıyor, kendini ergen bir delikanlı gibi hissediyordu. Zor da olsa resme başladı. Birden kapı açıldı. Gürbüz Bey odaya girdi. Başını hafifçe eğerek Gökhan’a selam verdi. Sonra onları izlemeye başladı. Gökhan ne yapacağını bilemiyordu. Biri izlerken çalışamazdı. Çalışırken kimse gelmezdi yanına. Şimdi Gürbüz Bey’in sessiz adımlarla şövalesinin arkasında dolanması, ona dikkatle bakması öyle rahatsız ediciydi ki fırçayı bırakıp Gürbüz Bey’e baktı. Gürbüz Bey, hiç önemsemedi bu bakışı. Israrcı tutumunu devam ettirdi. Bir süre sonra eliyle Gökhan’ın omzuna dokundu, “Bugünlük bu kadar yeter” dedi. Gökhan sinirden kıpkırmızı kesilmişti. Oyundan çıkarılan küskün bir çocuk gibi ellerini silerken Gürbüz Bey’in, Anjelik’in oturduğu koltuğun kıyısına oturup onu öpmeye ve okşamaya başlamasına dayanamadı. Kendini dışarı attığında kustu. İçindeki tüm öfkeyi kusuyordu. Bir anda efendisi konuma gelen bu adamdan nefret ediyordu. Her şeyi bırakıp uzaklaşmak, hatta yüzüne tükürüp isyan etmek istedi, yapamadı. Birkaç gün kendini toparlamaya çalıştı. Gitmek gururunu kıracaktı bunu çok iyi biliyordu ama Anjelik’i düşünmeden de edemiyordu. Gürbüz Bey’in sekreteri telefona yanıt vermeyen Gökhan’a ardı ardına mesaj atmıştı. Akşam bir yemek daveti olduğunu ve mutlaka gelmesi gerektiğini söylüyordu. Direnmeyi denese de yapamadı. Akşam söylenen saatte kendini köşkte buldu. Davette kendi alanında ünlü konuklar vardı. Uzun yemek masası son derece şık hazırlanmıştı. Masa düzeni bir kadın, bir erkek oturacak şekilde planlanmış, gümüş kartlıklara el yazısıyla yazılmıştı. Gökhan kendi ismini aradı, yanında oturacağı isme baktı. Anjelik… Bu da oyunun bir parçası olmalı diye geçirdi içinden. Başka bir zaman bu odada bulunanlarla bir araya gelse sanattan, resimden, aşktan, konuşur, entelektüel konulara rahatlıkla girerdi ama kendinde değil konuşacak neredeyse nefes alacak güç bulamıyordu.
Gürbüz Bey masa başında ayağa kalktı, cam bardağına çatalla vurarak masadaki uğultuyu bir anda kesti.
“Hepiniz hoş geldiniz. Bugün aramıza yeni katılan ressam arkadaşımı tanıtmak istiyorum size. Gökhan Esinti. Kendisi yeni keşfim. İçerideki çalışma odamda onun bir tablosu var, görmek isterseniz.”
Masadakiler kibarca alkışladılar. Gökhan o kokuyu duyuncaya kadar sorulara kısa ve net yanıtlar vermeye, sanat hakkındaki görüşleri dinlemeye çalıştı. Anjelik her zamanki güzelliğiyle girdi içeri, oda sanki renk değiştirdi, aydınlandı birden. Gökhan yıllardır kapalı bir odada tutulan birinin birden gün ışığına çıktığı andaki duygular içindeydi. Işığa alışabilmek için gözlerini kıstı, yavaşça açtığında Anjelik yanındaydı. Gökhan, Anjelik’in uzun kumral saçlarını başının bir tarafına alarak kuğu boynunu ortaya çıkarmasını izledi. O boyna bir kez dokunmak bile büyülü bir gece yaşatacaktı belki ama aslında kâbusu başlıyordu.
“Gökhan, bize resimleri yaparken neler hissettiğini anlatır mısın lütfen? Mesela şimdi Anjelik’in çıplak resmini yapıyorsun. Bu güzellik karşısında ne hissediyorsun?”
Tüm gözler üzerine çevrilmişti. Gökhan yutkundu. Efendisinin gözlerindeki duyguyu yakalamak istedi, yakalayamadı. Gürbüz Bey, son derece soğukkanlı ona ve Anjelik’e bakıyordu. Gökhan’ın sessizliği masadaki yüksek egoların sıkılmasına yol açmıştı. Gürbüz Bey, sahneyi kolay terk etmeyecekti.
“Dili tutuldu anlaşılan. Böyle bir güzellik karşısında herkesin dili tutulmalı zaten. Öyle değil mi Anjelik?”
Bu kez efendi Anjelik’in tasmasından çekiştiriyordu. Gökhan bir an masadan kalkıp gitmeyi, giderken de Gürbüz Bey’e bir yumruk atmayı geçirdi içinden. Yerinden kıpırdayamadı. Anjelik, küçük eliyle elini sıktı, birlikte dayanmalıyız der gibi, beni burada yalnız bırakma der gibi…
Anjelik ve Gökhan’ın oyuna katılmaması canını sıktı Gürbüz Bey’in. Yemekten sonra tüm misafirlere bir sürprizi olduğunu söyledi. Abartılı şen kahkahalarla yenen yemekten sonra Gürbüz Bey, Gökhan ve Anjelik’in koluna girerek misafirlerini köşkün stüdyoya çevrilmiş odasına davet etti. Bir ressamı, resim yaparken seyretmek istemezler miydi?
“Bu kadarı fazla,” diye fısıldadı Gökhan, Gürbüz Bey’in kulağına. “Ben sizin maymununuz değilim.”
“Ne yapacaksın Gökhan, bırakıp gidecek misin? Tamam sen bilirsin paranı veririm ama Anjelik’i bir daha göremezsin.”
Anjelik, gözyaşlarının yanaklarından süzülmesine engel olamıyordu. Gökhan, sanatçı gururunun, erkeklik gururunun, insanlık gururunun Gürbüz Bey’in ayakları altında ezilmesine izin verdi Anjelik’in bakışlarını görünce. Gözlerindeki ateşi o zaman fark etti. Aslında çıplak resmetmesi gereken Anjelik’in bedeni değil o gözlerdeki ateşti. Yeni bir tuval koydu şövaleye, gözlerini kapattı. Çılgın gibi boyamaya başladı. Önce onun uçuk bir ressam gibi göründüğünü düşünenler, hafifçe gülümseyenler, ilgilenmeyenler, kendi aralarında konuşanlar resim belirmeye başladıkça dikkatlerini tuvalden alamaz oldular. Ortaya çıkan belki de gördükleri en etkileyici resim olacaktı. Gürbüz Bey, Anjelik’in kolundan çıkmış, omuzları hafifçe çökmüş, tuvale odaklanmıştı. Onlarca yıldır aradığı ateş orada beliriyordu. Bir saat sonunda kan ter içinde kalmış Gökhan, alkışlarla gözlerini açtı. Kendi resminden çarpıldı. Biraz önce Anjelik’in gözlerinde yanan ateş şimdi tuvalin üzerindeydi. Anjelik’i aradı gözleri, odada yoktu. Bundan sonrası ağır çekim gibi gerçekleşti. Gökhan yaptığı resmi yavaşça eline aldı. Hafif bir öpücük kondurdu ve yanan şömineye fırlattı.
“Gerçek ateş işte budur Gürbüz Bey” dedi.
Gürbüz Bey’in çıplak elleriyle şömineden resmi çıkarmaya çalışmasına, kadınların sahte çığlıklarına, adamların kibrin eriyişini seyretmelerine aldırmadan koşar adım köşkten çıktı. Son bir kez dönüp köşke baktığında pencerede kendisine el sallayan ince bir silüet gördüğünü sandı ama silüet bir anda gözden kayboldu. O günden sonra Anjelik’i bir daha gören olmadı, Gökhan bir daha hiç resim yapmadı.