Hayatımın en anlamlı hediyesini sen verdin!
İlkokul diplomamı gördüğünde anlımdan öptün- hep anlımdan öperdin. ‘Üniversite diplomanı görmek de kısmet olsun’ dedin. ‘Mezuniyet hediyesi olarak seni İstanbul’a götüreceğim. İstanbul’u bilmeden olmaz. Baba-kız baş başa bir hafta geçiririz.’
Ağırlık olmasın diye kenarlarında beyaz biyesi olan mavi, küçük bir valiz aldın; üzerinde o zamanlar yazıldığı gibi okuyabildiğim iki kelime vardı – Air France bir de uçak resmi.
Otobüsle gittik. Eski Meclis binalarının karşısında bulunan otogara valizleri verdikten sonra kalan zamanda I. Ve II. Meclis’i ziyaret ederek “tarih” gezimize başladık.
İstanbul’da küçük bir otelde kaldık. Gezi programımızı çok iyi planlamıştın; öğleye kadar saraylar, müzeler – ilk müze eğitimimi sen verdin; hiçbir şeye dokunulmaz, yüksek sesle konuşulmaz… Kız Kulesi’ne uzaktan baktık, Galata Kulesi’ne çıktık. Tramvayı gösterdin. Nasıl olduysa önüne atlamışım. Tutup çektin, “emanetin canı tez çıkarmış” dedin! Oysa sen benim babamdın. Yaşadığın sürece bazen babam bazen yabancım oldun, işine nasıl gelirse!
Boğaz’da, Galata Köprüsü’nde balık yedik. Öğleden sonraları Florya’da denize girdik. İlk mayomu aldın. Fotoğraflarımı çektin. Elimde Beylerbeyi Sarayı’nın havuz kenarında aslan heykelinin yanında bir de Yeni Cami merdivenlerinde çektiklerin ve arkalarında yer ve tarih bildiren el yazın kaldı. O fotoğraflara bakan beni görür, bense seni görürüm.
Akşamları hep aynı lokantaya gittik. Ömer Seyfettin’in hikâye kitabını almıştın. Her akşam bir hikâye okurdum, sonra anlattırırdın, ana fikrini sorardın. Arada şiirler okurdun. Hikâye biter, şiirler biter, gazeteye geçerdim. Tek kelime atlamadan okurdum. O da biterdi de senin içkiyle muhabbetin bitmezdi. Öyle sessizce beklerdim. Kalkalım dediğinde sanki yüreğimden bir kuş havalanırdı. Otele girmeden önce de işkembe çorbası içerdik.
Bir hafta bitti. Beni otobüsün şoför koltuğunun arkasındaki koltuğa yerleştirirken ‘Haftaya gelme, İstanbul’da olacağım’ dedin alnımdan öptün ve şoföre emanet ettin!
İyi adamdı, benimle ilgilendi, molalarda tuvalete götürdü, poğaça, gazoz aldı, çekinsem de kabul ettim. Sana söylemedim; bir akşam merhamete gelmiş olacaksın ki kapı önünde durabileceğimi söyledin. Çıktım, etrafı seyrettim. Garsonlardan biri bana dondurma almış. Israr etti, aldım. Masaya geldiğimde kızdın, yabancılardan bir şey kabul etmek yanlıştı.
Şoför Ankara’da valizimi verdi. Sordu, ‘ Eve yalnız gidebilirim. ‘ dedim. Başımı okşadı, yanağımdan öptü, ‘Uslu kız, güle güle!’