Evliliğimizdeki ufak tefek kırılmalar sonrası, Fas’a gidiyoruz. Çölün saflığının, sorunlarımızı sileceğini umuyoruz. Rehberimiz, “Erkekler, uyarıyorum, kadınların gözleri efsunludur. Peçeli bir yüzde ışıldayan zeytin karası gözlerle göz göze geldiğinizde iki dakikadan uzun bakmayın!” diyor.
“Şeytan diyor ki, o maskenin ardındaki gözlere iki dakika bakmaya cesaretin var mı?” diye düşünüyorum.
Marakeş’e gidiyoruz. Şehrin sosyetesiyle Yves Saint Laurent’in Majorelle Bahçesi’ndeki partideyiz. Köşkün loş ışıklarında, kobalt mavisi ve sarı duvarlarında kayboluyoruz. Neşeli kahkahalarla, buğulanmış kokteyl bardaklarımızla sarhoşken, bordo maskesinin ardındaki, melankolik bakışlardan kaçamıyorum. Karım kaktüslerle ilgilenirken, bakışlarını ruhumun derinliklerine fırlatan bayana merhaba diyorum. Konuşmamızı, sesindeki hüzün derinden etkiliyor. Adı Leyla. Bedeninin kıvrımları ipek dekoltesiyle, gözleri aklımdan çıkmıyor. Marakeş’in sisli sokaklarında, her köşe başında onu görmeyi umuyorum. Ayaküstü fazla bir bilgi alışverişinde bulunmamıştık. Birkaç gün sonra, tesadüfen antika dükkânında karşılaşıyoruz. Yüzünde yine bordo maske. Bir otelin terasında, maskelerde saklı gerçek benliklerimizle, tarifsiz çekimlerle konuşuyoruz. Marakeş’in tarihi mekânlarında, dar sokaklarında el ele dolaşıyoruz. Gülüşü içimi ısıtıyor, gözlerindeki hüzün ruhumu okşuyor. On yaş gençleşiyorum. Karım değişikliği vurguluyor. “Çöl havası, kuru ve sıcak iklim cildime iyi gelmiştir,” diyorum. Leyla, peçesinin ardını, yüzünün güzelliğini bahşetmekten, geçmişinden konuşmaktan kaçınıyor.
“Neden maskeyi çıkarmıyorsun?” diyorum. Acıyla fısıldıyor: “Yüzümde taşımaktan korktuğum hikâyeler var.” Maske fiziksel bir örtü değil, Leyla’nın geçmişinin yaralarını saklıyor.
Kalpten ve aşkla, yaşadığımca maddi manevi yanında olacağımı söylüyorum. Maskesinin ardındaki gerçeği öğrenmek, kalbini kazanmak istiyorum. Aşkımız, maskelerin ve sırların gölgesinde filizleniyorken, toplumsal engellere rağmen ayakta kalabilecek miydi? Yanlış anlamayın, karımı da seviyordum ama Leyla’nın kokusunda, bakışında, sohbetinde çok farklı, bugüne kadar hissetmediğim sırlar gizli. Şeytan fısıldıyor: “Maskenin ardındaki gerçekle yüzleşmeye gerçekten hazır mısın?”
“Korkuyorum, gerçek sandığımdan çok daha karanlık olabilir.”
Sır, aşkımıza gölge düşürüyordu. Sorular içimi kemiriyordu. Meyhanedeyiz, Leyla dalgın dalgın dışarıyı izliyordu. Çekingen, “Senin bir sırrın var, değil mi?” diyorum. Leyla yavaşça dönüyor, gözlerinde korku ve teslimiyet var. “Herkesin sırrı vardır, benimki sadece biraz daha karmaşık. “diyor.
Şaraplar eşliğinde geçmişinden, yüzünde kalıcı izler bırakan trajik kazadan bahsetti. İnsanlardan uzak durduğunu, maskesinden kalkan yarattığını anlattı. Tam açıklamadığı, derin karanlık bir sır, kazanın gölgesindeydi. Açıklamaları, kafamdaki bazı bulmacaları çözse de yenilerini de getirmişti. Şeytan diyor ki, sırların ağırlığında ezilebilirsin ama aşkın gücü her şeye bedeldir. Leyla’nın yüzündekiler, fiziksel yaralar değil, ruhundaki derin izlerin habercisiydi. Hâlâ muammaydı. Karanlıktan çekip çıkarmalı, maskesini indirmeliydik.
Leyla’dan haber alamıyordum. Telefonlarıma çıkmıyor, buluşmalarımıza gelmiyordu. Endişeyle kapısını çaldığımda, yaşlı komşusu, “Birkaç gündür ortalıkta yoktu, son zamanlarda çok dalgındı.” dedi. Umutsuzca Kutubiye Camii’nde otururken, bilinmeyen numara arıyordu, cızırtılı bir ses: “Leyla’yı bulmak istiyorsan, Venedik Hanı’na yalnız gel.” dedi. Ses, tüylerimi ürpertmişti. Bir tuzak mıydı, yoksa Leyla’ya giden tek yol mu? Korkuyordum ama içimden bir şeylerin gitmem için dürttüğünü hissediyordum. Leyla’yı bulma umuduyla karanlık, sessiz sokaklardaydım. Han’a vardığımda, demir kapı gıcırdayarak açıldı. İçerisi zifiri karanlık, uzaktan gelen hafif bir ışık huzmesi, davetkardı. Han, yüksek duvarlı, geniş pencereli ferah, yüzlerce yıllık sırlarıyla, eski, yıkık bir yapıydı. Şeytan diyor ki, bu kapıdan geçersen geri dönüşün olmayacak. İçeride, eski avluda bir demir masada, bir siluet belirdi. Leyla değildi. Uzun, gür sakallı, yüzünde derin çizgilerle yaşlı bir adamdı. Gözleri, deliciydi.
“Leyla’yı arıyorsun, değil mi?” dedi, Başımı salladım. “Ben onun koruyucusuyum, Onunla ilgili öğrenmen gerekenler var. Yüzündeki yara izleri, bir kazanın değil, bir lanetin sonucu.” Adamın sözleri vücuduma yayıldı. “Yıllar önce ailesi, eski bir sırrı korumakla görevliydi. Bir ritüeli bozduklarından, yüzüne işaret konuldu. Onu korurken, kimliğini gizlemesini de emrediyor.”
İnanamıyordum, aşkım, dünyadan olmayan bir gizemin içindeydi. “Leyla nerede?” dedim. Ayağa kalktı, “Sana sırrını açıklamaya uygun zamanı bekliyor. Ama önce, bu yükü kaldırabilecek misin, görmesi gerekiyor.”
Hanın duvarları geçmişin ruhlarını fısıldamaktaydı. Şimdi ne yapacaktım? Lanet, aşkımızı nasıl etkileyecekti? Büyük sırrı kaldırabilecek miydim? Şeytan diyor ki, bu lanet seni de yutmadan kaç. Ama aşkımız, fısıltıdan çok daha güçlüydü. Ailesinin koruması gereken sırrı bozduğundan, işaretle cezalandırılmıştı. Hangi sır? Hangi ritüel? Adam, Leyla’nın adresini verdi. Onu, bir kitabevinin bahçesinde, bankta otururken buldum. Kalın, yıpranmış bir kitap okuyordu. Kitaptan başını kaldırdı, gözlerinde şaşkınlık ve rahatlamayla, “Hana gittin, biliyorsun değil mi? Yaşlı adamla konuştun.” Dedi fısıltıyla. Gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. “Biliyorum” dedim. Gözleri doldu ama yaşlar akmadı. “Bunu bilmeni istemedim,” dedi. “Bununla yaşayamazsın.”
“Ben seninleyim, Leyla,” dedim kararlılıkla. Elini tuttum, buz gibiydi. “Ne olursa olsun, bu lanetin üstesinden birlikte geleceğiz.”
Şeytan diyor ki, bu lanet, sadece acı getirecek. Elini sımsıkı tutarken, lanetin sadece bir gölge olduğunu, aşkımızın ise bir ışık olduğunu hissettim. Elindeki yıpranmış kitabı incelerken, içimde bir umut kıvılcımı yandı. Kitap, laneti çözmenin anahtarını saklayan el yazmalarıyla doluydu, dili ise Latince ve Osmanlıca, ritüellerden ve unutulmuş büyülerden bahsediyordu. Gizemli kitabı çözmeye çalıştık. Eski kütüphaneleri, sahafları didik didik ettik. Okuduğumuz cümlelerde, ailesinin tarihini öğreniyorduk. Lanet, nesillerdir aktarılan sır, bir koruma ritüeli yanlış uygulanmış, kötüye kullanılmış, Leyla’ya zarar vermişti. Titreyen elleriyle, nefesi kesik, “Buldum,” dedi. Sayfada, bir hilal ve yıldız sembolünün altında bir konum ve tarihi gösterdi: “Ayın on dördü, Sahra Çölü’nün batı cephesi.” Laneti kaldırmada bir şansımız vardı. Kitabın sayfaları, ritüelin riskinden, yanlış adımda lanetin güçlenebileceğinden, başkasına dönüşebileceğinden bahsediyordu. Gözlerinde korku ve kararlılıkla, “Denemek zorundayız,” dedi.
Sahra Çölü’ne giderken, bir korku, heyecan dalgası yükseliyordu. Şeytanın fısıltıları kulaklarımda: “Ya daha kötü olursa? Ya tamamen kaybedersen?” Şeytan diyor ki, bu son adım ya her şeyi bitirecek ya da yepyeni başlangıcınız olacak. Sahra Çölü, güneyde, binlerce yıldır ay ışığına şahit, efsanelerle örülüydü. Ay, tüm ihtişamıyla gökyüzündeydi. Laneti kaldıracak ritüel bu geceydi.
Deve üstünde, Leyla’nın eli avcumda, maskesinin altında gözlerindeki duygu fırtınasını hissedebiliyordum. Çöldeki noktada, eski ve yıpranmış taşlardan birine çizilmiş, hilal ve yıldız sembolü. Ay ışığı o noktaya düşüyordu. Leyla, titreyerek kitapta yazılanları okuyordu. Sesinin tınısındaki kadim güç, mırıldandığı kelimelerle taşın yüzyıllardır uyuyan ruhunu uyandırıyordu. Ay ışığıyla aydınlanmış çölde hava hızla değişiyordu. Rüzgâr uğultulu, ortamı kum fırtınasına döndürüyordu. Kum tanecikleri suratlarımıza çarpıyordu. Maskesi, hafifçe parlamakta, sanki içindeki enerji dışarıya akmaktaydı. Ritüelin zirvesinde, maskesi çatlayarak parçacıklar hâlinde yere düşüyorken, yüzündeki yara izlerinin yavaşça iyileştiğini, kaybolduğunu görüyordum. Gözlerindeki hüzün yerini şaşkınlığa, ferahlığa bırakıyordu. Yüzünde hiçbir iz yoktu. Lanet, gerçekten de kalkmıştı! Bana döndü, gözlerinde biriken yaşlar yanaklarından süzülüyordu. Yüzünde, hayatımda gördüğüm en güzel gülümseme. Maskesi düşmüştü, şeytanın fısıltısı zaferle dolu bir iç çekişe dönüştü: “Aşk, en derin sırları bile yenebilir.” lanet sona ermişti. Sahra Çölü’nün kumunda parlayan ay ışığında, aşkımızın ve sonsuz umudumuzun yeni bir başlangıcına tanıklık ediyordu.