İklim değişikliğinden mütevellit yaz sıcaklarının bize göz kırpıp sonra tekrar soğuduğu bu günlerde, yaza hasret, tema olarak iskele çıkıverdi ağzımızdan. Öyle ya, çoğumuzun iskeleden denize atlamışlığı, ayaklarını sallandırmışlığı, bir vapur iskelesinde buluşmuşluğu vardır. Her ne kadar tatili anımsatsa da bu kelime, bazen buluşma bazen ayrılma, çoğu zaman bekleyiş kimi zaman kavuşma kimi zaman hüsran, yeni bir hayata binilen, eski hayata inilen, aşk, macera, hüzün, sevinç, heyecan, acı gibi duyguları da barındıran bir kelime olarak da algılamak mümkün. Kim bilir kaçımız bir iskelede sevgilimizle buluşmuş, kaçımız hiç dönmeyecek birini yolcu etmişizdir bir iskeleden, kaçımızın kaçırdığı vapur yüzünden iskelede kalakaldığı için hayatı başka bir yöne akmıştır? Sabit yapısıyla mihenk taşı gibi hayatımızda birçok olaya eşlik eden, tüm duyguları gıcırdayan tahtalarına ya da kendisinden ayrılan vapurların köpüklü sularına gömen bir yapı. Denize kıyısı olan tüm ülkelerin, hele de Türkiye gibi üç tarafı denizlerle kaplı olmasının ötesinde şehrin ortasından geçen bir boğazı olması sebebiyle dünya ve Türk edebiyatında, başrolde olmasa da kendine çokça yer bulmuş bir yardımcı oyuncu iskele.
Dünyanın anlatı tarihinde denizlerin, gemilerin varlığı çok eskiye kadar gider. Mitolojide kahramanlar deniz yolculukları yaparlar, Vikingler deniz savaşçı bir halktır, korsan hikâyeleri hem sözlü hem yazılı edebiyatta görüldüğü gibi birçok filme de konu olmuş ögelerdir. Türk edebiyatı da geri kalmaz elbette. Boğaz’ın ve Adalar’ın İstanbul hayatında önemli yerleri olduğundan iskeleler ve vapurlar özellikle İstanbul edebiyatının önemli bir parçası olmuştur. Osmanlı döneminde Boğaz’ın bir kıyısından diğerine yapılan kayık sefalarından tutun da Cumhuriyet dönemi edebiyatında sıkça yer alan vapurlar, özellikle şehir hatları vapurlarına kadar her türlü deniz aracı bir iskeleden kalkar. Burgazada’da yaşadığı için sık sık vapura binen Sait Faik’in Projektörcü öyküsünde, o devirlerde sisli veya yağmurlu havalarda kaptan yolu görsün diye projektörle denizi aydınlatan projektürcünün iskelelere yaklaştıkça, iskeleye yakın evlerin içinin bile görüldüğünü okuruz. Leyla Erbil’in muhteşem öyküsü Vapur’da kaptanı olmayan isyancı vapurun iskeleden kendi başına ayrılıp donanma gemilerini nasıl alt ettiğini, vapuru Beşiktaş Hayrettin İskele’sinden izleyen halkın nasıl vapurla birlikte coştuğunu görürüz. Haldun Taner’in 1979 yılında yayımladığı Ölür ise Ten Ölür Canlar Ölesi Değil kitabında Beylerbeyi halkının birbirlerine nezaketinden ötürü vapurun iskeleden süresinde ayrılamadığını, normalde üç-dört dakika olan bekleme süresinin on beş- yirmi dakikalara uzadığını, kaptanın sabrı taştığı için düdüğünü çokça çalmak zorunda kaldığını anlatır. Oktay Akbal’ın Haliç İskelesi, Selim İleri’nin Elveda Güzelhisar, Karin Karakaşlı’nın Teğmen Ali İhsan Kalmaz’ın Hikâyesi gibi edebiyatımızın değerli isimlerinin öyküleriyle örnekleri çoğaltmak mümkün.
Hayatımızdaki varlığını bizler çok fark etmesek de her iskele üzerinden yürümüş onlarca insanın, vapur bekleyen yüzlerce kişinin hikâyelerini saklar. Bu sayımızda yazarlarımıza sorduk iskele deyince nasıl bir hikâye canlanıyor usunuzda diye. Çok güzel öyküler ulaştı, iskelelerin sakladığı hikâyelerin bir kısmı gün yüzüne çıktı. Sayımıza öyküleriye katkıda bulunan Canan Kuzuloğlu, Nurdan Atay, Füsun Uzunoğlu, Hüseyin Karagöz, Seçil Örnek, Selami Subaşı, Nezir Suyugül ve kitap tanıtımı hazırlayan Billur Akgün’e çok teşekkür ederim. Sayelerinde tatile çıkmadan keyifli bir sayı hazırlayabildik. Biliyorsunuz Temmuz-Ağustos aylarında tatil arası veriyoruz. Belki sizler de tatile çıktığınızda ya da bundan sonra herhangi bir iskeleden vapura bindiğinizde iskelenin size anlatmak istediklerine kulak kabartırsınız.