Genç kadın susuzluktan içi yanarak uyandı. Minik çiçeklerle bezeli penye geceliği, iki yandan saç örgüsü yaptığı uzun kara saçları terden su içindeydi. Yanı başındaki beşiği kontrol etti önce, bebeğinin nefes alış verişini dinledi. Susuzluğunu unutur gibi oldu. Anne sütüyle karışık bebek kokusu yattıkları odayı sarmıştı. Sonra kocası aklına geldi. Yavaşça döndü, yatağın öte ucuna baktı. Oğulları doğduktan sonra iki işte birden çalışan kocasını uyandırmak istemiyordu. Boşuna bir endişeydi. Adam yerinde yoktu.
Terletip üşütürse sütünün bebeğine zehir olacağını söyleyen kayınvalidesinin sözlerini hatırladı, terli geceliği oturduğu yerde başının üstünden sıyırarak çıkardı. Sırtını, sütle dolu memelerinin altını gecelikle kuruladı. Açıkta kalan memelerinde karıncalanma başladı, yine sütü kaynamıştı. Bir yatak, bir karyola bir de şifonyerin anca sığdığı odada hemen ayak ucundaki şifonyerin üstünden boş biberon aldı, acısına aldırmadan tıpkı bir inek sağar gibi memelerini boşalttı. Sonra yeni bir penye gecelik geçirdi üstüne sütü bozulmasın diye buzdolabına koymak için kalktı. Kocası, son birkaç aydır yorgun argın geldiğinde hep uyuya kaldığı televizyonun karşısındaki kanepede de yoktu. Günlerdir içinde dillenip duran şüphe yine dile gelmiş, “Nedir bu adamın karın ağrısı? Bebek doğduğundan beri değişik bir haller var. Eskiden en geç on iki dedi mi evde olan adam şimdi gün ağarırken döner oldu,” diyordu. Biberonu buzdolabına koydu. İki su bardağı suyu kana kana içti ama yine de susuzluğunu dindiremedi. İçi yanıyordu. O sırada dış kapının sesini duydu. Adam yeni gelmişti. Gidip karşılasa mı, sessizce olduğu yerde bekleyip ne yapacak diye izlese mi bilemedi. Hareket etmedi, bekledi. Adamın banyoya gidişini, uzun uzun işeyişini dinledi. Adımlarını sürüyerek salona geçtiğini duydu. Yatak odalarının kapısını bile açmamıştı. Şüphe yine dile geldi, “Ne ben, ne bebeğimiz umurunda değiliz. Sen nereden geliyorsun be Adem?”
Adam mavi boyalı demir kapısını açıp da iki odalı evlerine adım attığında uzun bir hikâye anlatırcasına peşinden sürüklediği kokular da onunla birlikte doldular odaya. Epey zamandır nefesine yerleşen alkolün kokusu, içtiği son sigara bir de çiçekle vanilya karışımı ağır bir kadın kokusu. “Tek işçi maaşı yetmez gülüm. Hele ailemiz genişlesin, geceleri de takside çalışır her şeye yeterim ben.” derdi ilk zamanlar. Yıllarca olmamıştı bir türlü bekledikleri bebeleri. Kocası bir şey demese de üzülürdü bilirdi. Kayınvalidesiyse hiç acımaz kötü kötü bakardı yüzüne. Beşinci yılın sonunda müjdeli haber gelmişti. Kadın, “Ben de çalışırım. Hiçbir şey yapamazsam evlere temizliğe giderim. Mahalledekiler bana da iş bulur,” dediğinde adam “Olmaz öyle şey. Ben karımı çalıştırmam,” demiş, her seferinde kızmış bağırmıştı. O evde oturacak, çocuklarını büyütecekti. Tıpkı annesi, kayınvalidesi gibi. Kadının vazifesi para kazanmak değil, evinde erini beklemek, çocuk doğurmak ve onlara analık etmekti. Evliliklerinin beşinci yılında Ali ile müjdelendiler. Evde bir bayram havası yaşandı. Kaynanası bile elinden işleri alıp, “Yorulma kızım,” derdi. Kocası her sabah işe giderken, “Canın ne çektiyse söyle akşama getireyim,” der. Akşam eve elinde mutlaka bir şeylerle gelir, onu öper koklardı. “Süt kokuyorsun,” derdi nefesini içine çekerken. Gözleri aşkla bakardı. Ne zaman Ali’yi kucağına aldı sanki büyü bozulmuş, peri masalı bitmişti. Kadın yine suçu kendinden bilmişti. Öyle ya ne zamandır bekledikleri bebelerinin rahmine düştüğünü öğrendiğinde adamı hoş eğleyememiş, kendisini hep geri tutmuştu. Er adamdı elbet ihtiyaçları vardı. Hamileliği boyunca aldığı kiloları verememiş, iyice etli butlu olmuştu. Doğumdan sonra da hem evin işi hem de bebeğin bakımıyla uğraşmaktan bitap düşmüş, çoğu gün saçını bile tarayamamıştı. Ama yine de kocasına olan sevgisini içinde ilk günkü gibi taşımıştı. Kadın bir iki defa neden bu kadar geciktiğini, nerede çalıştığını sormuş, şüphelerini dillendirmek istemişti. “Para kazanmak kolay mı sanırsın? Gece gündüz çalışıyorum hem sizin hem anamın masraflarına yetişmek için. Yine de yaranamıyorum,” diye bağırır olmuştu kocası. Böyle zamanlarda evliliklerinin ilk günleri hatırlardı hep, “Senden bir oğlum olsun gülüm, başka ne isterim?” diyen aşık adamı hayallerinde yaşatır, onun ellerine sımsıkı tutunurdu. Şimdi o adam “Sustur şu çocuğu!” der olmuştu.
Uzanır uzanmaz horlama sesi evde yankılanan adamın yattığı kanepenin önünde durdu. Uyurken onu izledi. Horlayan, kokan, kendinden geçmiş halde ağzından salyalar akan bu adamı mı sevmişti? Aşk körlük müydü? ‘Öyle ya!’ dedi içinden. İşte aşkın gerçeği tüm çirkinliğiyle önünde uzanıyordu. Mide bulantısıyla tuvalete koştu. Kustu, kustu. Elini yüzünü yıkayıp kendine geldiğinde ikinci bebesine hamile olduğunu biliyordu. Şimdi elinden tutacağı bir hayali bile yoktu.