“Biliyor musun, her şey şu kahrolası adın yüzünden.”
Dario rakısını bir dikişte bitirdi. Eli kırmızı buzdolabının koluna uzanırken Mustafa omuzundan tutup gövdesini hoyratça dolaba yasladı.
“Aynı teraneyi okuma bana!”
“Hiçbir zaman anlamayacaksın.”
Mustafa havluya sardığı vücudunun alt kısmını biraz daha bastırdı.
“Öyle olsa kalırdın burada!”
Dario ensesini buzdolabının kenarına yasladı. Gülümsedi. Dudaklarını Brigitte Bardot gibi araladı. Düşmana teslim olmuş yaralı bir asker gibi bıraktı kendini. Mustafa bir eliyle dolaptan destek alırken diğeriyle Dario’nun başını kendine çekti. Burnunu göğüs kıllarına bastırdı. Dario yalandan itiraz etti. “Bırak beni!”
Çok iyi bildiği o koku, esmer erkek teninin kendine has kokusu. İlk kez Pazar yerinde su satarken tanıştığı. On yaşlarında olmalı. Agora’da Köfteci Emin’in yanında getir götür yaparken. Geçmiş zaman, Madam Bohara’nın acıyıp da verdiği leblebilerle karnını doyuran cılız oğlan zamanları…
“Gidemezsin bir yere!”
“İstediğim her yere giderim! Benim evim Paris’te.”
“Bırak bunları. Sen İzmir’den ayrılamazsın.”
İttirmeye çalıştı genç adamın iri gövdesini. Elleriyle onun göğsünü iter gibi yapıp başını yana çevirdi.
“İki ayrı dünyanın insanlarıyız biz. Babanla bile aynı İzmir’de yaşamadım ben.”
Ben Yahuthane çocuğuyum, baban Mezarlık başı esnafı. Ben Yahudi dölüyüm, o buranın yerlisi. İkimiz de aynı zamanda kapağı attık Asansör’e. İkinci göç dalgasından kalan evlere konduk birlikte. Ben, bana ait olanı aldım. Ama o?
“Film çevirdiğin Fransız kadınla ne geçti aranızda?”
“Hangisi, Gina Lollobrigida mı? Arkadaşım o benim.”
“O değil… Sarışın olan… Herkesin dilinde olan karı.”
“Yine mi Brigitte Bardot? Kaç kere konuştuk bunu?”
“Durduk yere neden öpüşsün seninle?”
“Takılma sen onlara. Başkalarıyla bir şey yaşasam Brüksel’den iki geceliğine bu eve, sana kaçar mıydım be Mustafam?”
Kolunun altından sıyrılıp kurtarıyor kendini Dario. Vazgeçti bardağını doldurmaktan. Elindeki boş kadehi beyaz formika Amerikan bara bıraktı. Kesme kristal bardak şıngırdadı. Titriyor eli. Ense kökünde bir zonklama. Tansiyonu çıkmış olmalı.
Ne işim var benim bu dünkü çocukla? Neden kopamıyorum buralardan? Ne olur iki boyoz eksik geçse boğazımdan? Avram Usta’nın fırını Abdi’ye geçti çoktan. Gevreklerin kenarında ezik büzük duruyor boyozlar. Bir sefer de içiverme şu rakıyı kordonda. Paris’te, Monaco’da şampanya içerken aklına gelmesin İzmir’in imbatı, rokanın acısını özleme damağında…
“Ama onun adına şarkı yazdın.”
Derin bir nefes aldıktan sonra yeniden uzandı kırmızı buzdolabına. Buzluğa sıkışmış kalıbı çıkarıp mermer mutfak tezgâhına devirdi. Kulüp rakısından boca etti bardağına. Bir dikişte yarısına kadar içti.
“Kaç kere anlattım sana. İşte böyledir sanatçı olmak. Bazen şarkı yazarsın, bazen de birine adarsın şarkını.”
“Mustafa şarkısı bana yazılmadı.”
“Evet ama seni tanıdıktan sonra hep sana söyledim. Seni beklermişim meğer.”
Mustafa sakinliyor gibiydi. Tezgâhta kalan buzları bardağına koyup ağzına kadar viski doldurdu. Dario, Mustafa’nın beline sardığı havluyu dans ederek çekip başına türban biçiminde sardı.
Cannes’da Palm Beach Hotel’in kumsala uzanan gece kulübünde sahnede. Üzerinde mor çiçekli ipek gömleği. Grace Kelly Monaco Prensi Reiner’le yanak yanağa dans ediyor. Dairo sahnede ışıldıyor.
Özgür bu kalbim özgür
Beni seven onu benden alır
Ama beni kim seviyor bilmiyorum
Kıyıda yapayalnızım
Ve dans eden kuşa şarkı söylüyorum
Bülbül misali şakıyor… Yalnız bir gece kuşu sahnede… Yahuthane’deki günlerine, sevgisizliğine ağıt yakıyor.
“Hakikaten hep beni mi hatırlıyorsun o şarkıyı söylerken?”
“Elbette… Senden başka kimse yok hayatımda.”
“Sen çok meşhursun yahu. Benim gibi çulsuzla ne işin olsun ki?”
“Balkondan bana göz kırptığın anda âşık oldum sana.”
Mustafa utangaç gülümsedi. “Yalancının?”
“Babası ölsün.”
“Anam! Büyük yemin ettin bak. Tövbe de!”
Bebek gibi arkasından izliyor Dario’yu. Oyuncağı elinden alınmış çocuk öfkesi gözlerinde. Güneş doğuyor körfezin üzerinde. Martı sesleri çığlık çığlığa…
Coucouroucoucou … Paloma…
“Sen evini özlemişsindir. Beni değil.”
“Sana geliyorum ben. Domates sosu gibi tapıyorum sana.”
Kim bilir kaç defa oynadıkları bu oyun yine etkisini gösteriyordu.
“Tamam tamam, sözümü geri aldım.”
Baştan çıkarıcı bir sesle şarkıyı söylemeye başladı.
“Chérie, je t’aime, Chérie, je t’adore…”
Son zamanlarda giderek büyüyen göbeğini sallayarak dans etti.
“Como la salsa del pommodore…”
Niko’nun meyhanesindeydi yeniden. Sağda Kavafis Hristo, ileride Mösyö Mario… Niko keyifle el şaklatıyor. Kambur, klarnetiyle muhteşem nameler döktürüyor. Dario o zamanlar incecik olan gövdesini dalgalandırıyor, klarnetin kuş seslerine benzeyen ezgileriyle birlikte hoplayıp zıplıyor.
Dario elâ gözlerini ışık alacak şekilde tavana çevirdi. Uzun kirpiklerini hafifçe araladı. Kirpiklerinin gölgesi gözlerinin ucuna düştü. Üzerinde çiçekli gömlek…
“Ya Mustafa, ya Mustafa…”
Mustafa çıplaklığından mutlu, sarıldı ona. Birkaç acemi adımla dansına katılmaya çalıştı. Sıra Dario’nun en hoşlandığı bölüme gelmişti. Arapça yerine kendi uydurduğu sözlerle devam etti şarkısına.
“Kaleden gol atar, ya Mustafa.”
Karşıyakaspor’un kalecisi Kara Mustafa uzun degajlarıyla ünlüydü, iki kez kaleden kaleye gol atmışlığı vardı. Kıllı bileklerini Dario’nun boynuna doladı. Dario ensesindeki zonklamaya aldırmadan devam etti gösterisine. Mustafa’nın boynunu öpmesine izin verdi. İlk tanıştıkları akşam olduğu gibi.
Kasabın oğlu Mustafa. Yeni yetme bir oğlan. “Hişt” diye sesleniyor balkondan. Bir de ağzını çarpırta çarpırta gülümsüyor eşek sıpası. Ellerini paslı demirlere dayamış. Üzerinde jilet atlet. Gözlerinin içine içine bakıyor. O işaret parmağını kırmak geçiyor içinden Dario’nun. “Şarkılarınızı beğenerek dinliyoruz.” Kavgada söylenecek lakırdı değil. Ama özgüvenli erkeklerin çekiciliğini ne yapmalı! Sessiz söylenen kelimeleri anlıyor gövdesi. Tek kaşını kaldırıyor. “O zaman, gel dinle.” Beş dakika sonra formika Amerikan barın önünde içki içiyorlar.
Seni balkonda gördüğümde
Yukarı gel dedin bana
Ve sesini çıkarma
İlk gecedeki gibi dans ediyorlar. Ayağına basmamaya özen gösteriyor Dario. Omuzlarını hafifçe kaldırıp parmak uçlarında yükseliyor. Ellerini Mustafa’nın ensesinde birleştiriyor, küçük parmak havada.
Dans ettiği Mustafa değil, Yahuthane’den arkadaşı Alber. Dario gibi çelimsiz değil o. Kavgacı, öfke dolu bir çocuk. Yıllar sonra karşılaşıyorlar. Adını değiştirmiş. Tütün tüccarı bir adamın kızıyla evlenecek. Düğününde şarkı söylemesini istiyor. Bütün gece Alber için söylüyor Dario. Göz göze sevişiyorlar eskisi gibi…
Adios muchchos , artık gidiyorum
Kaderle kimse başa çıkamaz
Benim için bütün eğlenceler bitti
Üzerinde bol büzgülü bir ipek elbise var. Mor üzerine yanar dönerli. Bacağı yırtmacından tüm haşmetiyle gözüküyor. Brigitte’e giydirdiği türden, omuzları dışarıda bırakan askısız elbisesiyle bütün erkeklerin gözü üzerinde, biliyor. Ve sevgilisinin kulağına zevk içinde fısıldıyor. “Ah mi kerido…”
Görünmez bir el pikabın kolunu ittiriveriyor. Duyulmayan rahatsız edici bir cızırtı dolduruyor odayı. Mustafa aniden uzaklaşıyor. “Kaç defa söyledim, benimle Yahudice konuşma diye!”
Ensesindeki ağrı tepesine sıçrıyor. Kulaklarında çan sesleri. Limonlu su iyi gelir. Şimdi değil, belki havaalanında. “Yahudice değil o! Ladino!”
Onu evden kovan üvey baba Terzi Yozef… Meyhanede yanaklarını sıkan adamlar… Ankara Gar gazinosunun bürokratları… Adından dolayı yarı fiyatına çalıştıran mafyöz gazinocular. Erkeklere zaafı olduğunu bilen, bunu açıklamakla şantaj yapan çıkarcı patronlar… Yahudice konuşma diye yankılanan sesler.
Karşıyaka’da hep dolaşayım
Kadifekale’den hayran bakayım
Seni veren Allah’a kurban olayım
Gözümün bebeği, canım İzmir’im
“Her ne boksa. Bize ters işler bunlar.”
“Şu yaz kampında aldığın eğitimlerden sonra başka biri oldun sen.”
Mustafa kırmızı kadife koltuğa gelişigüzel attığı beyaz donunu giymeye başladı. Siyah pantolonunun kemerini bağlarken yüzünde çocuk ifadesinden eser yoktu. Yüzünün ışıltısı kaybolmuş, gözlerine saldırgan bir ifade yerleşmişti.
“Bu komünistler başımıza bela olacak. Başbuğ hazırlıklı olmamızı istiyor. Silah kullanmayan, erkek değildir diyor.”
“O kampların parası Amerika’dan geliyor.”
“Ne biçim konuşmalar bunlar, yoksa sen de mi komünist oldun!
“Ben bu vatanı, uğruna canımı verecek kadar çok seviyorum. Brezilya’da, Kanada’da birinci olduğum her yarışmada Türk bayrağı çektirdim göndere. Benim Türklüğüme laf edeyim deme.”
“Biliyorum, biliyorum… Tamam…”
Beyaz gömleğini rahatça giymesi için omuzlarından tutup uzattı. Mustafa pantolonunun düğmelerini iliklerken “Allahaısmarladık,” dedi. Amerikan barın üzerindeki beş adet yirmilik banknotu önemsiz bir eylemmişçesine alıp kapıdan çıktı.
Dario başına sardığı havluyu çıkarıp attı. Rakı bardağının kokusuna aldırmadan musluktan su doldurdu. İstanbul uçağına yetişmesi için duş alacak vakti bile yoktu. Uçakta limon olması için dua etti içinden.