‘Allah’ım, nedir bu başıma gelenler! Neye elimi atsam kuruyor. Ev sahibi tebligat yollamış; Almanya’dan kızı gelecekmiş de evi bir an evvel boşaltmam gerekmiş. Bu kış günü nerede bulunur ev? Soran yok. Kiralar desen fahiş fiyat. O da yetmezmiş gibi telefonumun ekranı fena kırıldı bana. Yüzünü göstermedi bir daha. Sonracığıma yeni aldığım çamaşır makinesi bir tur döndü, hop bozuldu. İkinci yıkama nasip olmadı. Bende ki de kara talih. Sahi bugün ayın kaçı? Dolunay mı, dolmayan ay mı, bilmem nedendir bu başıma gelenler. Kafayı yemek üzereyim yemin billah.’ Diyerek kendi kendime söylenirken, kahvenin önünden ahretliğim Taşkın geçiverdi. Arkadaşım halimi beğenmemiş olacak ki:
– Şeyfi ne bu halin? Kıpkırmızı olmuşsun. Damarların gerim gerim gerilmiş yahu.
– Ah, ah başıma neler geldi bir bilsen.
– Sesin de tir tir titriyor rahmetli Azer Bülbül gibi. Ne oldu anlat hadi.’
Bir telaş anlattım olanları. Oturduk kahvede, başladık sohbete. Taşkın:
– Şeyfi oğlum bana bak. Şimdi sakin ol biraz. İnan, zamanla her şey düzelir az az. Haydi derin bir nefes al bakayım.
– Hııı… Hııı…Hıı… Al nefes, ver nefes, al nefes, ver nef… Bütün kötü enerjileri edelim def. Sonra da tef çalıp oynarız. Ah ah şeytan diyor ki…
– Ne! Şeytan mı? Ağzını hayra aç. Onu bu işe karıştırma istersen. Benden sana tavsiye.
– Karıştırırım, karıştırmam o benim bileceğim iş. Sana ne ki. Ah, Ah! Şeytan diyor ki ‘ Kır şunun bacağını.’
– Kimin bacağını? Benim mi? Korkmaya başlıyorum Şeyfi. Ne yaptım da kızdırdım seni?
– Korkma lan korkma. ‘Şeytanın bacağını kır gitsin.’ diyor kör şeytan.
– Şeyfi yapma, etme kardeşim. Uyma şeytana. Her şeyin vebalini de ona yükleme. Hayatta olur böyle küçük aksilikler. Ev ilanlarına birlikte bakarız istersen. Telefonuna buluruz bir çare. Sonra ararız tamirciyi, çamaşır makinen vızır vızır çalışır yeniden.
– Nerde bende o şans. Ama azimliyim, gör bak kıracağım o kör şeytanın bacağını.
– Kendisi kördü, bir de sakat mı olacak yani. Hem benim bildiğim şeytan, kör topal devam eder kötülüklerine.
– O biraz zor amma. Neyse…
– Oğlum delirdin mi sen? Şeytanın lafına uyulur mu hiç? Bir bacağını kırarsın öbürkü ile yürütür işlerini.
– Ben de iki bacağını birden kırarım o zaman. Nasıl fikir ama?
– Yani… Hem kim, söyle ha kim, kim kendine bu kötülüğü yaptırır ki? Vardır şeytanın bunda da bir hinliği.
– Kim mi? Tabii ki şeytan.
– Kim ki şeytan? Bizim gibi fani mi?
– Orasını bilmem de senin şu haline bakınca ‘ Hepimiz birer şeytanızdır belki.’ Demek geliyor içimden. Birbirinin kuyusunu kazanlardan.
– Mezarını kazanlardan olmasın o.
– Kuyusunu, mezarını her ne halt ise. Hani ayağını, şey, yani bacağını kırıyorduk şeytanın…
– Tabii ya. Önce bacağını kıralım. Kuyusunu da kazıveririz ölünce.
– Hadi hayırlısı bu sohbetin sonu nereye varacak sahi. Yoldan çıkmaktasın Şeyfi. Çarpılacağız Alim Allah. Bu kadar geyik kâfi.
– Taşkın sus da dinle beni. Şeytanın hem işine, hem yoluna taş koyacağız.
– Nasıl yani?
– Nasıl mı? Yoldan geçmesini bekleyeceğiz.
– Kendisi hangi yoldan teşrif edecek abi?
– Bir yolu olmalı elbet, anlatacağım, azıcık sabret. Taşkın kardeşim bazen aklımıza kötü kötü düşünceler üşüşür ya…
– Hııı. Evet. Şu an sana olduğu gibi. Ama aynısı bana da oluyor bazen. Evet… Evet…
– İşte o an düşünceli şeytan senin can evine doğru yola koyulur. Amacı vicdanını da beynini de sömürmektir. Ruhumuzun karanlık köşelerinde birilerine fırlatmak için biriktirdiğimiz çakıl taşlarını, aklımızla kalbimiz arasındaki yola öyle bir döşemeliyiz ki, şeytanın ruhu duymasın. Görünmez ise taşlar göze, görünmez kaza deriz bu işe. İşte o taşlar ‘adı lazım değilin’ ayağına takılır sessizce. Sonra manzara şöyle; bir göğe yükseliş, ardından da hop betona iniş. Bak şeytanın nevri nasıl da dönmüş, ‘Ah… Ah… Ah… Ah bacağım ah’ diye inleyivermekte oracıkta.
– Peki oğlum Şeyfi, biz nasıl duyacağız bu kör şeytanın sesini. Bir yanlışlık olmasın dediklerinde.
– İlla duymak mı lazım. Sağırlar ne yapsın o zaman arkadaşım?
– Hııı… Gerçi şeytan azapta gerek derler. Bağırsın dursun. Kimsecikler duymayıversin sesini. Duyanlar pişman zaten.
– ‘Malum arkadaşın’ sesini duymayız, duyamayız amma şöyle bir esenlik gelir üstümüze.
– Esenlik mi! Ne diyorsun sen Şeyfi. ‘ Eren’ olmak lazım bu işi anlamak için.
– Ermeye ne hacet Taşkın’cım. Baktık kafamıza saksı düşmedi, trafikte arabamızın lastiği patlamadı, kimsecikler bizi dolandırmadı, işler yolunda demektir. Hele bir de diplomalarımız sahte çıkmadıysa, anla ki şeytan ya dizini ya ayağını kırmış, oturmakta yerli yerinde. Azıcık dinlenmek niyetinde.
– Yeri neredeyse artık. Kafam çok karıştı be Şeyfi. Şeytan mı girdi ki içine, ya da şeytanlar. Ha ne dersin? Hem şeytan bir tane de değil bence. Yüzlerce… Binlerce…
– Binlerce mi?
– Milyonlarca da olabilir. Aklıma takıldı yahu. Bunların hepsi aynı taşa mı takılır? Ya da bu gözünü sevdiğim taşlar yer değiştiriyor olabilir mi?
– Beni dinlemedin mi Taşkın. Kafana fırlatacağım şu telefonu şimdi. Anlattım ya az önce şaşkın.
– Tamam, tamam kızma dalmışım işte. Şeytana uymasan keşke. Hem galiba taş da, şeytan da içimizde. İnsanız ya şaşıveririz bazen yolda. İçimizdeki şeytanlar- hani şu bacağını kırdıklarımız- iyileşir de kalkıverirlerse ayağa, vay halimize.
– Ne de güzel konuştun oğlum Taşkın. Şeytan diyor ki… Yok, yok bir şey demiyor vallahi. Kahrolası ilişmesin de bize. Böyle de yaşayıp gidiyoruz kendi halimizde. İçimizdeki şeytanlara inat, gülüyoruz ağlanacak halimize.
Zırrr… Zırrr….Zırrr…Zırrr….
Şeyfi: ‘ Alo. Evet, evet. Tamam efendim. İyi günler dilerim.’
Okey taşlarının tak tak sesleri arasında Taşkın sordu:
– Hayrola arayan kimmiş?
– Oğlum Taşkın yaşadık, A.a.a… Bak sen şu Allah’ın işine. Ev sahibim aradı. Kızı kesin dönüş yapmaktan vazgeçmiş. Oh be yırttık. Telefonum da imana geldi hem çalıyor, hem çalışıyor.
– Desene şeytanın ayağı pek fena takılmış senin taşlara. Gözün aydın ola.
– Çok şükür Taşkın çok şükür. Dur ben bir tamirciyi arayayım hele…