Sabahleyin cayır cayır zil sesiyle uyandım. Yıllar sonra anne evinde annesiz uyanmanın şaşkınlığıyla ne oluyor diye yataktan fırladım uyku sersemi, kapıyı yarım açıp kimin geldiğine bakıyorum. Karşımda hiç tanımadığım bir adam duruyor.

 

  • Günaydın Oya Hanım, ben müteahhit Mustafa Aydın. Aydın İnşaat’ın sahibiyim. Annenizin vefatını duydum, başınız sağ olsun.

 

Benim güzelim köyümü yaptığı çirkin apartmanlarla ruhsuz, sıradan bir ilçeye dönüştüren o müteahhit! Ne arıyor kapımızda sabah sabah?!

 

  • Teşekkürler. Ne istemiştiniz?
  • İçeri girebilir miyim?

 

Terbiyesize bak! Hem sabah sabah dikiliyor karşımıza hem de eve girmek istiyor. Bu evde misafire hayır denmezdi, mecbur, izin verdim girmesine. “Bir saniye” deyip üzerime annemin kenarda duran sabahlığını aldım. Kolları kısa geliyor, ilaç ve ter kokusu bile hiç değişmeyen anne kokusunu bastıramamış. Boş gözlerle koltuğun ucuna eğreti bir şekilde ilişmiş adama baktım.

 

  • Şey, siz ve kardeşiniz de burada yaşamıyorsunuz. Anneniz de vefat ettiğine göre evi bana satmayı düşünür müsünüz diye soracaktım? Habibe Teyze’yle anlaşamamıştık zamanında da. Görüyorsunuz bir sizin ev kaldı bu sokakta.

 

Annemi daha dün toprağa vermişim adamın biri karşıma geçmiş neler diyor?! Yerimden mümkün olduğunca sakince kalkıp kapıyı açtım.

 

  • Şimdilik evimizi satmayı düşünmüyoruz, Müteahhit Bey. İyi günler.

 

Adamın kendinden emin ifadesi şaşkınlığa bıraktı yerini bir anda. Neye uğradığını anlayamadı ama kartını uzatmayı başardı.

 

  • Fikrinizi değiştirirseniz, beni arayın.

 

İçimden nah ararım, diye geçirdim. Yüzüme yansımamasına özen göstersem de gözlerimden şimşekler çıktığını hissediyordum.

 

Hemen bir kahve yaptım kendime. Abimin sünnet düğününde Fazilet Teyze’nin hediye getirdiği fincanları tutarken ellerim titredi. Sünnet düğününde fincan hediye etmek! O da ayrı bir komedi ama daha da beterdi bizdeki durum. Fazilet Teyze, annemin onun kızına düğününde hediye ettiği fincan takımını, kız paketini bile açmadan annesinde bırakmış olmalı ki, yedi yıl sonra anneme abimin sünnet hediyesi olarak iade etmiş. Hiçbir şeyi unutmayan annem de kırk yıl boyunca özellikle Fazilet Teyze’ye ikramda bulunurken,  söylene söylene kullanmıştı fincanları. Bir an için gerginliğim geçti. Gülümsedim. Kasaba hayatının küçük takıntıları sevimli göründü gözüme.

 

Kahvemi alıp pencerenin önüne oturdum. Yağ tenekelerine dikilmiş sardunyalar sanki annemin ölümüne inat rengarenk çiçek açmışlardı. Düşünmek istemesem de zihnim sünnet düğünüyle ilgili anıları gözümün önüne serip durdu. Bir fincan içine ne çok anı gizlenebiliyormuş. Fazilet Teyze’nin cumbasının altında kurulmuştu abimin sünnet yatağı. Erkek olmanın gururuyla selamlamıştı bütün gün misafirleri. Ben de, bir kenarda unutulmuş, pencereden onları izleyip surat asmıştım. Bizim pencerenin altında rakı sofrası. Öğle olmadan sarhoş olan babam. Ayıp olmasın diye, ısrarına dayanamayıp babamla Muğla zeybeği oynayan annem. O gün annem, babam ya da herhangi biri, benim elimden tutsun, çekip çıkarsın diye bekledim görünmez varlığımın yarattığı o karanlık kuyudan. Kimse gelmedi. Ne o gün ne de sonraki yıllarda kimse tutmadı elimden. Kırk yılın ardından bu pencerede yalnız oturuyor olmam o günlerin imzası gibi…

 

Öyle dalmışım ki, kapı yeniden çalınınca yerimde sıçradım. Fincandaki son yudum çiçekli divan örtüsünün üzerine döküldü. Silmeye vakit bulamadan kapıyı açtım. Bu kez gelen Fazilet Teyze.

 

  • Kızım sen acılısın. Kahvaltı yapamazsın. Pişi getirdim, âdettendir.

 

Ben “ayy, neden zahmet ettin” derken tabağı kenara koyup biraz önce müteahhittin oturduğu koltuğa yerleşti. Koca kalçaları zor sığıyor küçük koltuğa.

 

  • Eee, neler konuştunuz bakalım müteahhit beyle?

 

Hangi arada öğrendi bu kadın müteahhittin buraya geldiğini? “Hiç” diyerek lafı geçiştirmeye çalıştım.

 

  • Baş sağlığı dilemeye gelmiş. Densiz herif sabahın köründe dikildi kapıma.

 

Fazilet Teyze koca memelerini tutan sütyeninin askısını çekiştirdi, baş örtüsünün yanağına sokuşturduğu ucunu gevşetip gıdısını bıngıldatarak lafa girdi.

 

  • Neden öyle diyorsun, kız. Dalyan gibi adam. Parası pulu yerinde. Çocukları İstanbul’da yaşıyor. Çöpsüz üzüm ayol.

 

Dip boyası gelmiş saçlarımın bir anda elektriğe tutulmuş gibi dikleştiğini hissediyorum. Ayy, sana ne diye avaz avaz bağırasım var. Maalesef, insanların ayağının altından halıyı çekmek gibi kötü bir huyum vardır. Maalesef dediğimde bakmayın pek severim bu huyumu.

 

  • Bu aralar evlenmeyi düşünmüyorum Fazilet Teyzecim. Sen de dul kadınsın. İstersen o çöpsüz üzümü sen ye. Ben almayım, sana afiyet olsun.

 

Bozguna uğradığı belliydi ama dirayetli kadındır, çaktırmamaya çalıştı. Baş örtüsünü yeniden çenesinin altından geçirip, gergin bir hareketle yanağına soktu. Pörsük yanakları daha da şiş göründü gözüme. Bu yaşta aklı fikri çöpçatanlıkta yellozun.

 

  • Bu kafayla gidersen hem yalnız hem de beş parasız kalırsın. Bak bana, Muzaffer Amcan olmasaydı böyle dinç olur muydum? Senin çocuk yapacak zamanın geçti. Bırak adam evini yapsın, sen de gül gibi onun dairesinde otur. İstikbalin kurtulur ayol.

 

AYY SANA NE, SANA NE!  Anama babama düşmemiş sana mı düştü benim istikbalim. Sakin Oya sakin! Fincanımı yavaşça pencere içine bırakıp kapıyı açtım.

 

  • Ben yaşadığım sürece bu ev burada böylece duracak. İki daireye satacak ne ruhum ne de evim var benim. Hadi hadi, hayırlı sabahlar Fazilet Teyze.

 

Kısacık bir süre içinde hayatımda hiç yapmadığım bir şey yapmış, evimden iki kişiyi kovmuştum. Evimden dediğime bakılırsa şimdiden benimsemişim annemin evini. Nasıl olduysa! Gençliğimde benimseyemediğim ev bir günde benim oldu. Yıllar önce kaybettiğim babamın, başka bir şehre taşınmış abimin ve en sonunda da annemin karabasan gibi ruhuma çöken varlıklarının gidişini mi beklemiştim?

 

Mozaik lavabonun içinde fincanı yıkadım. Lavabonun gri beton rengine, kezzap döküle döküle sararmış küçük beyaz taşların üzerinde elimi gezdirdim. Faniladan bozma bulaşık bezini sabunlayıp divan örtüsünü sildim.

 

Ne yapsam? Kahvaltı hazırlayacak halim yok. Canım da çekmiyor zaten. Koca bir boşluk evin içinde…

 

Neden sonra kendimi yine pencerenin önünde otururken buldum. Bir şekilde abimin sünnet düğünü aklımdan çıkmıyor. Abime padişah kıyafeti alınırken bana önceki senenin yirmi üç nisan kıyafetini giydirilivermesi… Abimin benim pencereden baktığımı bilerek erkekliğinin keyfini çıkarması… Yatağın kenarına konan hediyeler, annem ve babamın yatağın iki ucuna oturup bensiz çektirdikleri fotoğraf…

 

Cep telefonumun sesiyle kendime geldim. Cevap vermeyi düşünmüyordum ama öylesine ısrarcı davrandı ki, sinirle açtım.

 

  • Efendim abi?

 

  • Merhaba kardeşim.

 

Sesi hafif kayıyordu. Saate baktım. Dördü yirmi geçiyor. Çoktan başlamış olmalıydı içmeye. Sustum, bekledim. Nasılsın, diye sordu. Hayret!

 

  • Çok iyiyim abicim. Annemi dün gömdüm. Günlerdir süren yoğun bakım durumları, derken cenaze işleri. Hoş, sana haber vermiştim de unutmuşsun herhalde! Babamın yanına gömülsün diye belediyeye gitmeler falan. Biraz yoruldum ama bitti gitti, şükür. Allah’tan yalnız değildim. Abim diye biri var. Bana çok yardımcı oldu. Yani, çok iyiyim, sağ ol sorduğun için!

 

Abartılı bir kahkaha attı.

 

  • Yedin gene beni ayak üstü. Kızım, biz senin gibi bankada çalışmıyoruz ki, izin alalım. İşi devredelim falan. Biz ticaret adamıyız. Büfeyi bırakıp nasıl gelelim? Tam sezon yeni başlamış. Çocukların rızkını mezara mı gömeydim ben de?

 

İçimden bir ses kapa, dedi suratına telefonu. Hissetmiş olmalı ki, hemen devam etti.

 

  • Bana bak. Bu sabah Mustafa Aydın diye bir adam aradı beni, müteahhitmiş. Çok iyi bir teklifi var. Sana söylemeye çalışmış ama dinlememişsin. Dedim, o kimseyi dinlemedi hayatı boyunca. Ha ha ha… Neyse, inadı bırak da satalım şu evi. İkimize de birer daire verecekmiş. Hayatta kimse böyle bir teklifle gelmez o eve.

 

Ne konuştuğumu bilmeden bağırmaya başladım.

 

  • Bana bak! Neden kaçtım sanıyorsun bu evden çocuk yaşta? Neden yatılı okullarda geçti gençliğim tek başıma? Hiç düşündün mü bunu? Arayıp sordun mu bir kereden bir kereye, kardeşim n’apıyor o koca şehride tek başına diye. Yok! Annem de babam da sen de yokmuşum gibi davrandınız. Onlar için varsa yoksa sendin ama ne oldu? Cenazeye bile gelmedin. Şimdi sıra bende. Ev benim, kılına dokunanı yakarım.

 

Hiçbir şey söyleyemedi. Suratına kapattım telefonu. Aklımda pencerenin altında rakı sofrası kurmak vardı.

 

Belki Muğla zeybeği bile oynarım.