SIRADAN MELODİNİN GÜRÜLTÜSÜ ve BİZİ EŞSİZ YAPAN İÇ MÜZİĞİMİZ
Sokağın ortasında görünmez bir orkestrayı yönetirmişcesine, yüzünde kendinden
geçmiş bir gülümsemeyle elini kolunu sallayan bir adam görseniz ne düşünürsünüz?
Deli diye acırız, deli diye kaçarız, deli diye korkarız muhtemelen. Aslında kimseye de
zararı yoktur yaptığının ama bize öğretilmiş kalıplar içinde sokak ortasında içinden
geldiği gibi davranma olmadığından buna cesaret göstereni “deli“ diyerek
kendimizden ayrıştırmayı tercih ederiz. Böylece kendimizi koruduğumuzu sanırız,
daha büyük bir kafes içinde kısılmış deliler olduğumuzu fark etmeden…
İrlandalı yazar Tomàs Mac Siomòin tam da bu konuda yazmış “Kemiklerdeki Müzik”
öyküsünü. Öykünün karakterleri sessiz, görünmez bir orkestrayı yöneten Bay X, bu
durumla başa çıkamayan eşi Bayan X ve bu çifti tedavi eden psikiyatrist. Her ne
kadar üç karakter görünse de, öyküyü bitirdiğinizde öyküde aslında iki karakter, hatta
tek bir karakter mi var emin olamıyor okur. Üçünün hikâyesi birbirinin içine geçiyor,
birbirinin içinde yer alıyor ve sonunda bütünleşerek tek bir noktada buluşuyor.
Öyküde toplumsal doğrulara göre aklı, sağduyuyu temsil eden Bayan X’in, ruhunun
derinliklerinden gelen müziğe karşı koyamayan ve bu göksel müziği hiçbir kalıba
sığdıramayan Bay X’in karşında bir psikiyatristin oturması, Bayan X’in şikâyeti
üzerine Bay X’i tedavi etmeye çalışması delilik kavramına ciddi bir vurgu yapıyor.
Öykünün başında Bayan X psikiyatriste şikâyetlerini anlatırken, sokakta, kilisede
hatta evde yatakta bile görünmez orkestrayı yöneten bir kocayla kadının duyduğu
utancı, rahatsızlığı okura iyice veriyor yazar. “Normal” bir insan olarak Bayan X’ın
yaşadığı sıkıntıları anlamamak, empati kurmamak imkânsız. Bu süreç içinde
psikiyatristin, evli olmasına rağmen Bayan X’e duyduğu yakınlık hissi de, gene
bildiğimiz doğrular çerçevesinde okuru rahatsız ediyor ancak havada asılı bir konu
olarak kalıyor ve okurun kafasının bir köşesine saklanıyor bu durum. Psikiyatrist, Bay
X’le görüşmeye başladığında, biz de okur olarak, ezberletilen toplumsal kalıpları
tekrar hatırlamış olarak oturuyoruz Bay X’in karşısına. Psikiyatristin Bay X’i dinledikçe
vardığı “şizofreni” tanısına rağmen, bizler okur olarak, Bay X’in ruhunun
derinliklerinden geldiğini söylediği, hiçbir nota sistemine oturtamadığı ilahi müziği
anlattıkça kendisine konan şizofren veya deli tanısından uzaklaşıp benzer bir müziğin
iliklerimizden aktığını hissetmeye başlıyoruz. Öyle güzel anlatıyor ki! Eminim,
ruhlarının derinliklerinden gelen müziği duyamayanlar Bay X’i kıskanmışlardır
okurken ya da ne deli bir öykü diyerek kaçmışlardır kendilerinden.
“… bu müzik doğduğum günden beri benim içimdeydi. Fakat onun saf sesi benim
cehaletim ve hayatın kulak tırmalayan senfonisi tarafından bastırılmıştı.” cümlesi
birçoğumuzun bizi özgün ve eşsiz yapan iç müziğimizi, çevremizi saran ahenksiz,
sıradan bir melodinin gürültüsüyle kaplandığı için duyamadığımız, duyduğumuz,
bilindik notalarla bezeli melodinin sıradanlığını bile fark edemediğimiz gerçeğiyle
yüzleştiriyor bizi. Oysa ki, “Yaratabileceğim güzelliğin de hiçbir haddi hududu yok.
Müziğin, deyim yerindeyse, içinde bulunduğumuz zamanda neyin müzik, neyin müzik
olmadığını belirleyen kurallara filan hiçbir şekilde kulak asmayarak tabi…” diyerek
çevrelendiğimiz, kıstırıldığımız kurallara başkaldırdığımızda eşi benzeri olmayan bir
hayat senfonisi yazabileceğimizi söylüyor yazar.
Her birimiz fiziken tek yaratıldığımıza göre, ruhen de eşsiz olmamız doğal değil mi?
Bu eşsizliği ortaya çıkararak yaşam denen, hiç notayla şekillenemeyecek benzersiz
bir senfoni yaratmak varken neden bilindik notaların sıradanlığında ruhlarımızı yok
edip bize ait olmayan ama bizdenmiş gibi hayatlar yaşamaya çalışırız ki? Yaşamı
benzersiz ruhlarımızla zenginleştirmek varken, neden belirli tiplemeler, kalıplar içinde
yoksunlaştırırız ki? İşte bu soruları soruyor öyküsünde Tomàs Mac Siomòin ve
cevaplarını okura bırakıyor. Hepimizin, duymasak bile, ruhumuzun derinlerinde çalan
müzikle cevaplayacağımız ya da cevaplamaktan kaçınacağımız cesur sorularla okuru
hayata karşı dürten bir öyküyle bizi baş başa bırakıyor.
Aleksandar Hemon (Derleyen): En İyi Avrupa Öyküleri, Çeviren: D. Kemal Tarım, Hil Yayınları, İstanbul, Ekim 2013, 179 sayfa
Tomàs Mac Siomòin, Kemiklerdeki Müzik, sayfa 77 – 93