“Beni tanımıyorsun. Tanıma da zaten bu sadece vakit kaybı olur. Ama zaman el verdiği müddetçe dinle beni. Ah dostum bağırasım geliyor şu İstanbul’un sahte yüzüne karşı ve ağız dolusu küfretmek istiyorum. Anlamıyorlar beni. Onlarca insan arasında anlaşılamamak, yalnız hissetmek bu düşünce tüketiyor beni. Halbuki bir dinleseler gerçekten her şey bambaşka olacak. Ama yok inatları inat gudubet heriflerin. Hani insan bazı şeylerin eksik olduğunu hisseder de farkına varır ya ama nedir o eksik olan bilmez hani. İşte ben biliyorum. Hem eksik olanın farkındayım hem de ne olduğunu biliyorum. Bir izin verseler uçup çıkacağım en tepelere. Fakat dostum bize gelince tüm yollar hileli, engebeli. Düz yol yok yani anlayacağın.”
Rıfat ne olduğunu bile anlayamamıştı. Adam kendiliğinden konuşmaya başlamış, konudan konuya atlayıp duruyordu. Araya girip iki kelam etme şansı bile bulamamıştı. Ara ara anlamsız bir şekilde adamın yüzüne bakıp sessizce dinlemeye devam ediyordu.
“Abi, ne tarafa?”
Adam Rıfat’ın bu çaresiz ve şaşkın bakışlarını fark ederek durdu. Birkaç saniyelik sessizlikten sonra devam etti:
“Yönetmenim ben.”
Rıfat bir an sıranın kendisine geldiğini ve cevap vermesi gerektiği düşüncesiyle:
“Öyle mi? Ne güzel iş be abi seninki de. Hangi filmleri çektin eve gidince izleyeyim ben de.”
Adamdan hiç ses çıkmadı. Rıfat kendisini konuşmaya devam etmek zorunda hissetti:
“Güzel ama zor iş be abi di mi? Saatlerce gece gündüz demeden çalışıyorsunuz. Neler oluyor sizin sektörde anlatsana ilk ağızdan duyalım bizde.”
“Yani bizim sektör zor tabi kolay değil. Bir de çakal yuvası olmuş hep zor yani artık film çekmek.”
“Haklısın abi bizde tabi anca televizyondan duyduklarımızla biliyoruz. Hangi filmi çektim demiştin abi sen.”
“Zor tabi ama kolay iş mi var be kardeşim. Mesela senin işin kolay mı sende çalışıyorsun gecen gündüzün yok.”
“Kolay olur mu hiç canımız çıkıyor bütün gün. Şimdi şartlar daha da zorlaştı hiçbir şey eskisi gibi değil.”
“Öyle. Sana zahmet beni sağda indirir misin? Üstü kalsın iyi akşamlar.”
Rıfat bir yönetmenle tanışmanın verdiği heyecanla yoluna devam etti. Son müşterisiydi. Yönetmenin indiği yerde evine çok tersti. Normalde bu tarz durumlara çok sinirlenirdi ama bir şey diyemezdi müşteriydi sonuçta. İlk defa sinirlenmemişti çünkü müşterisi bir yönetmendi. Kim bilir kaç filmi vardı. Kaç tane oyuncu tanıyordur. Bunları düşüne düşüne evinin yolunu tuttu. Giderken bir manavın önünde durdu. Üç dört kişi vardı karpuz seçiyorlardı. Bir tane de ben alayım dedi kendi kendine. Sıra ona geldiğinde manavcıdan güzel bir karpuz istedi ancak o kadar büyüklerdi ki bir haftada bile bitiremezdi evde çürüyüp giderdi. Düşündü, vazgeçti almaktan geri döndü. Evde yemek yapmaktan üşendiği zamanlarda gittiği bir esnaf lokantasına gitti. Genelde evde yemek yapmadığı için sürekli orada yerdi aslında. Adamlar için o, onun için çalışanlar tanıdık yüzlerdi artık. En iyi şekilde ağırlanır ve uğurlanırdı. Aynı şekilde hiçbir değişiklik olmadan karşılandı, en güzel yemekler masasına getirildi, taze çay ikram edildi ve hoş bir şekilde uğurlandı. Giderken hesaptan kalan para üstünden bir kısmını bahşiş olarak bırakmayı da ihmal etmedi. Hizmetlerinin karşılığı olarak bunu kendince bir görev olarak görüyordu. Lokantadan çıktıktan sonra peşinden birisi seslendi. Bu lokantadaki garson çocuktu.
“Abi dur telefonu unutmuşsun.”
Çok gerekli olmadığı sürece telefonla ilgilenmezdi. Rıfat çocuğa teşekkür etti. Tam arkasını dönüp gidecekken çocuk tekrar konuşmaya başladı.
“Abi senin isim neydi? O kadar gelip gidiyorsun ama ismini bilmiyoruz hiçbirimiz.”
“Rıfat” dedi yalnızca, yalnızlığını vurgularcasına.
“Memnun oldum abi, ben de Semih.” diyerek lokantaya geri döndü çocuk.
Bu ismi hatırlamayacaktı daha önceki isimleri unuttuğu gibi bunu da unutacaktı. İlk defa isimleri neden unuttuğu düşündü. Umursamadığı için mi? Hafızası mı kötüydü? Gerekli olmadığı için mi? Neydi, hangisiydi? İlk defa düşündü bunu. Evine gitti düşündü, yatağına yattı düşündü, günler geçti düşündü. Müşterileri geldi aklına. Her biriyle sohbet ederken nasılda keyifli oluyordu. Ne hikâyeler ne yaşanmışlıklar, anılar çıkıyordu. Bunlarla kendine yepyeni bir dünya kuruyordu. Her birinin hikâyesindeydi ancak hep dışardan bakan bir gözdü. Kendini oraya kapatmış tüm bu duyduklarıyla teselli oluyordu sanki. Kendisi il sınırlarının bile dışına çıkamazken bir başkasının yurt dışı gezilerini kendisi gitmiş gibi düşlüyordu. Filmini bile bilmediği bir yönetmenle tanıştığı için övünürken kendisinin hiç sinemaya gitmediği aklına bile gelmiyordu. Sahi neden gitmiyordu sinemaya parasız olduğu için mi? Hayır. En son sinema kapısının önünden nasıl döndüğü geldi aklına. “Yalnızlık bilinçli bir tercih olursa mutluluk verir fakat farkında değilseniz işte orada bir sorun var demektir”
Rıfat tek başına girmek istememişti o kapıdan. Zaten her gün evin kapısından tek girip çıkıyordu. Sinema kapısından da girmedi. Birlikte izleyeceği, üzerine konuşabileceği, tartışabileceği kimsesi yoktu.
Evine dönmeyi tercih etti. İçeri girer girmez pencere kenarındaki koltuğuna oturup sokağı izledi. Saat bir hayli geç olmuştu. Gelen giden kimse yoktu sokaklarda. Kafasının içinde dönüp duran düşüncelere bir bahane bulamadı. Salonun duvarlarına döndü yüzünü. Sessizliği, saatin hiç durmadan ilerleyen saniyesi bozuyordu. Aklına bugün tanıştığı yönetmen geldi. Ne sorarsa sorsun lafı çevirip kendi istediği konuya getiriyor öyle cevaplıyordu. Halbuki neden gerek duysun böyle bir şeye. Etrafında onlarca belki yüzlerce insan vardır. Sette çalışanlar oyuncular, hayranlar say say bitmez. Birden yüzünde bir tebessüm oluştu. Kafasını yastığa rahat koymak için aradığı bahaneyi bulmuştu. Suratındaki o tebessümle yatağına gitti ve uyudu. Önceki günlerden farklı olmayacak yeni bir güne uyanmak için.