“Hızla fren yapınca başını çarptı doktor bey, çok da sert vurmamıştı ama” dedim, “akut amnezi, yani ani hafıza kaybı” dediğinde. Doktorun yüzüne sokağa terk edilmiş evcil hayvan bakışlarıyla odaklanmış olmalıyım ki, “merak etmeyin, bu tip vakalar kalıcı olmayabilir, izleyeceğiz” dedi. Odaya yüzümde yapmacık bir gülümsemeyle girdim. Eşim sudan çıkmış ölü balık misali yatıyordu.
“Çıkabilirmişiz canım, bir şeyin yokmuş.” Gerçekten de bir şeyi yoktu, kafasının içi bomboştu. Hastaneye gelirken “hatırlamıyorum, hatırlamıyorum, kimim ben, sen kimsin” gibi sayıklamalarının gerçekliğine çok da inanmadığımdan “ben senin vazgeçilmez cadın, biricik karın” diye zırvalamış, yol boyu ona bir sürü şey anlatmıştım. Beni görünce sahibini bekleyen köpek gibi sevindi. Başını okşadım, öpmek üzere eğildiğimde nasıl karşılık vereceğini bile unutmuş, bir anlığına bocaladı.
Hoş, bazen unutmak iyidir. O sabah, salonun ortasında bulduğum çorapları yüzünden feminist damarım kabarmış, kadın erkek eşitliği üzerine müthiş bir kavgaya tutuşmuştuk. Bir yıllık evliliğimizin en şiddetli söz dalaşı demek daha doğru. Sinirimden arabayı ben kullanacağım diye inatlaşıp direksiyona geçmiştim. Yani bu amnezinin nedeni galiba benim ya da onun bardağı taşıran çorapları, ya da hepsi birden işte.
Eve geldiğimizde arabayı kapının önüne bırakmama itiraz etmedi, zaten garajın şifresini de bilmiyordum. O sevgili arabasını garaja, ben de kolay olsun diye hep kapı önüne koyarım. Kapıya geldiğimizde anahtarı çıkartmak yerine zili çaldım. Önce on beşe sonra zil işaretine… Annesi evde bizi bekliyordu. Kapı açılmadı. O sırada cep telefonum çaldı. “Kızım bu düğmelerin hangisi kapıyı açıyor, bulamadım ben?” diyen kadıncağıza “ortadaki anneciğim” derken anahtarı çıkarsaydım daha kolay olurdu diye düşünmedim değil.
Eve girdiğimizde annesinin n’olmuş n’olmuş sorularını ve oğluna sarılma çabalarını ustalıkla atlatarak eşimi yatağına yatırdım. Zavallı kendini tamamen bana teslim etmişti. Yatak, ev, anne havada uçuşan kavramlar gibiydi. Kapıyı kapatıp salona geçince annesiyle burun buruna geldim.
“Kızım n’oldu, anlat kötü bir şey mi var, sakatlandı mı, ah, ah nedir bu başımıza gelen, şimdi ocağa bir çorba koydum, sıcak sıcak içsin iyi gelir, ne dedi doktor, bir şeyi yok ya, hay allah, nasıl oldu bütün bunlar” gibi on dakika süren konuşmasının arasında nefes aldığında “sakin olun anneciğim şöyle bir oturun” diyerek olanları anlattım.
Kadıncağız her anlattığım kelime sonrası eşimin yattığı odaya fırlamaya çalıştı, tabii izin vermedim. Bir süre sonra sakinleşince ben de bilgisayarın başına geçtim. Şifre değişmiş. Demek kavga sırasında bunu da halletmiş diye geçti aklımdan. Ne zaman kavga etsek bunu yaparız diğerini sinir etmek için. Cep telefonumdan akut amneziyi okurken Ahmet’in cebi çaldı. Ben telefonunu buluncaya kadar da kapandı. Çantasının arka fermuarlı gözüne koymuş, aslında oraya hiç koymazdı. Telefonunun giriş şifresini bilmediğimi o zaman fark ettim. Kişisel yaşama saygı, evliliğimizin başında en hassas olduğumuz konuydu.
Yapabileceğim en iyi şey telefonu sessize almak ve biraz sakinleşmekti. Ben de öyle yaptım. “İşine haber verdin mi kızım?” diyen kayınvalidemin olayın etkisinden bu kadar kolay kurtulup bir de yapılması gerekenleri bana anımsatması olgunluk mu, gün görmüşlük mü bilemedim. “Yok hayır, unuttum, hemen arayayım” dedim. Neyse ki aynı ofiste çalışan ortak arkadaşımızın telefonu bende kayıtlıydı. Onlarda da bir panik havası yaşandı.
“Bugün müşteri sunumu vardı. Hem de çok önemli müşteri. Bari sunumu bize atabilir misin?” Atamam ki, ne evdeki bilgisayarın ne de cebinin şifresini biliyorum. Kısa bir şaşkınlık ve eyvah nidalarından sonra geçmiş olsunlarla kapandı telefon. O sırada kayınvalidem “gel gel, aç karna oturulmaz, bir iki lokma ye” diye mutfağa çağırdı beni. Oturduk, bir şeyler yedik. “Kızım söylemesi ayıp Ahmet bana her ay başı bir miktar para gönderirdi.” Yani bugün. “Benim şu kredi işim vardı ya.”
Bundan hiç haberim yoktu ama bir şey de demek istemedim. Sorun değil ben gönderirim diyecektim ki, e iyi de hesap kitap işinden o anlıyor, internet bankacılığını o yapıyor, ben banka şifrelerini de bilmiyorum ki. Tüm şifreleri bir deftere yazmayı düşünmüştük ama vakit bulup da yapmamıştık. Tüh vah derken hastaneden aradılar. “Labim’den internet üzerinden raporunuzu alabilirsiniz.” TC tamam da, bu kayıt no nedir? Bilmiyorum ki… Tekrar hastaneyi aradım, “elden alsam…” “Artık elden veri çıkışı yapmıyoruz; internetten almalısınız ya da e-devletten.” E-devlet şifresini de bilmiyorum diyemedim, telefonu kapattım. Dokunsalar ağlayacağım. Kocamı dijital olarak hiç tanımamışım demek ki…
İlaçlarını alacağım rapor gerekiyor. Rapor alacağım şifre gerekiyor. Ağlamaya başlayınca “ben hallederim” dedi kayınvalidem. Nasıl diye sormadım çıktı bir saat sonra ilaçlarla geldi. Hastaneyi tehdit etmiş, doktorları mahkemeye vereceğini söylemiş, raporu almış. Kınasam da işlerin hallolmasına sevinmedim desem yalan olur.
Baktım eşim hâlâ uyuyor. Birer kahve yaptım, kayınvalidem bir şeyler söyleyecek, kıvranıyor ama söyleyemiyor, “dinliyorum” dedim. Anladı. “Kızım arabayı hep o kullanırdı sen niye geçtin ki direksiyona? Bir şey mi oldu yoksa sinirli miydin? Kavga mı ediyordunuz?”
Hadi bakalım polisiye film başlasın. “Yani benim suçum mu bu kaza?” “Eh öyle görünüyor.” İçimden ona kadar saydım, derin nefes aldım. Zaten kendimi suçlu hissediyorum, bir de böyle dışardan ok atılması çok zoruma gitti. “Rica ederim anneciğim, bakın şimdiye kadar size hiç saygısızlık etmedim ama şimdi lütfen beni yalnız bırakın” dedim. O munis kadın birden değişmesin mi? Ne doğru dürüst yemek yapmadığım kaldı, ne evi köşe bucak temizlemediğim, ne oğlunun gömleklerinin ütüsü, ne evdeki kedinin tüyleri derken benim nefes çalışması boşa gitti, sesim yükseldi, onun sesi yükseldi, birden yatak odasının kapısı açıldı.
“N’oluyor ya ne bu gürültü… Anne hayrola sen napıyorsun burada? Sevim sen niye bağırıyorsun? Niye evdeyiz biz bu saatte?”
İkimiz birden önce birbirimize, sonra eşime baktık. Eşimin şaşkın bakışları arasında Bolt’un rekorunu egale edercesine sevinçle ona koşup sevgi yumağı olduk.
O günden sonra eşimle dijital olarak da birbirimizi tanımaya karar verdik