Bugün kimseyle konuşmak gelmiyor içimden. Yataktan bile çıkmak istemezdim, fakat gürültüler… Dışarıdan içeri dolan serin hava ve sokağın sesi… İnsanlar, arabalar falan filan. Çok insan var. Yatakta kalsaydım keşke, hastayım filan derdim. Çok insan, çok kulaklar… Hâlâ Türkçeyi düzgün düşünemiyorum aklımda. Yıllarca İngilizce konuşursan… Aslında komik böyle. Ama inandırıcılığımı kaybediyorum, bu basit hatalarla, konuşurken de. Onca kulak bu nedenle dinlemiyor beni. Benim suçum. Daha doğru, daha akıcı konuşabilsem… Örtük konuşuyorsun Sinem, anlamıyorum Sinem, ne demek istiyorsun Sinem, sence öyle mi sence böyle mi. S.k kafalılar. Hayır, bilerek yapıyorlar. İnsanın sinirini ölçmek için. Her şeyi defalarca anlattım. Acı çeke çeke hem de. Aklıma en gelmeyecek detayları bile en derinlerden, bir yerlerden bulup çıkardım. Anlamak zor değil. Katiyen değil. Anlıyorlar, kabul etmiyorlar. Nicole ne demişti sana? “Your soul doesn’t belong there; you should have stayed here”. Şimdi onu neden aramıyorum. İşte tam bu yüzden. Haklı çıkacak, benim adıma üzülecek. Öyle böyle diyecek. İstemiyorum. İstemiyorum. Sıcak bir duş istiyorum, evet. Ancak tenimden nefret ediyorum kaç zamandır. Yumuşak, çok yumuşak. Etim sıcak suyun altında topaklaşıp gideri tıkayacak. Hoş, zor olmaz temizlemeleri. Kaç kiloyum şunun şurasında. Bir kaya olmak isterdim. Sivri köşesi ellerini kessin, insanların. Su akıp gitsin, parlatsın sadece beni. Yüzyıllarca aynı kalayım. Oysa böy…
Yutkunur, sağ bacağına bakakalır, düşünemez. Titremeye başlayan parmak uçlarından damlalar sarsılarak kurtulur ve yere düşer. Bacağının kenarında hafif bir morluk vardır. Daha doğru ifadeyle, sağ uyluğun proksimal bölgesinde ekimoz oluşumu. Nefes alıp verişi hızlanır. Hiperventilasyon başlangıcı. Gayet normal, böylesi bir travmadan sonra. Şiddet içeren cinsel saldırı/tecavüz vakalarında, bir yıl dolmadan bu saldırıyı yaşayan kişilerin yüzde 40 ila 50’sinde, post travmatik stres bozukluğunu hâlâ gözlemleyebiliyoruz. Benzer semptomları Sinem Hanım’da da görüyoruz. Aynen şu an olduğu gibi. Duşun altında, çırılçıplak ve bebeksi vücudunda, yine bir morluk gördüğünde. Biraz kısa boylu bir kadın ama böylesi daha güzel. Eğilmiş ve morluğa bakıyor. Her neyse, bundan sonrası alışılageldik olacak. Psikiyatristini görmek isteyecek, panik içinde. Tetiklenmelerini anlatacak. Doktor hem panik krizlerini yatıştıracak hem de zihnindeki dağınık düşünceleri toparlamaya yardımcı olacak düzenleyici bir ilacın dozunu arttıracak. Birkaç saat sonra durum stabil.
“Nasıl oluştu bilmiyorum. Hayır, hayır, bir yere vurmuş olamam! Vursam bilirdim… Ama biliyorsunuz, her yere girebiliyorlar onlar! Her yerde olabiliyorlar… Evet, evet hatırladım. Bir gün öncesinde yine geldi o mesaj. Her yerdeydi, gördüm. Bir çocuğun tişörtünde, çöp poşetleri, evet, çöp poşetleri de turuncuydu. Dışarıda, sokakta da gördüm, turuncu yeni bir spor araba. Bu onların rengi, bununla mesaj veriyorlar. Ardından o koku… iğrenç, mide bulandıran. Evet, mutlaka böyle oldu. O rengi her gördüğümde, bu bir işaret ve ardından kendi üstümde bir gücüm kalmıyor. Bana istediklerini yaptırdılar! Ben fark etmeden, kendi vücuduma istediklerini yaptırdılar. Yine aynısını yaşattılar bana… Ne demek bu, neden dozu artıyorsunuz? Nasıl iyi gelecekmiş bana? Şey evet, bu normal değil mi? Elbette güvensiz ve tehlikede hissediyorum. Beni ne, kim koruyabilir? Kuşlarla geliyorlar. Bunu kanıtlamamız lazım. Fakat nasıl, bilmiyorum, bilmiyorum…”
Doktorun odasından çıkarken bitkin ve daha önemlisi ümitsiz. Daha önceki birçok doktor gibi, onun da faydalı olacağına dair inancı kırılmaya yüz tutmuş. Ama bir şekilde, onu görmeye devam etmeli. Neler olup bittiğini anlatmalı. Yazık, yazık sana. Anlamıyorlar.
Doktoru görmek bana iyi gelmiyor… O geniş, konforlu odasında bir kraliçe edasıyla ellerini masaya koyması yok mu? “Hmm, hı hı, evet, anlıyorum” Anlamıyorsun. Ne zaman anlayacaksın biliyor musun? Üç adam o iğrenç, sanki uzaylı gibi elleriyle her yerini tuttuğunda anlayacaksın. Vurduğun yerlerin yumruklarını acıttığında anlayacaksın, o masada tıkırdattığın tırnakların kökünden kanadığında, yanağın soğuk zeminde ve elmacık kemiğin kırılacakmış gibi acıdığında anlayacaksın. Odana vuran o gün ışığından bile nefret ettiğinde anlayacaksın. Her bulutsuz, sıcak yaz gününde, yine hatırladığında… İşte o zaman anlayacaksın.
Dediğim gibi, Sinem Hanımcık, şimdi yatağında ve durumu daha stabil. Odasına geldiğinde, soyundu. Bej kazağını ve kahverengi dar pantolonunu yavaşça çıkardı,. Fakat siyah iç çamaşırlarıyla üşüdü, açık kalmış pencereyi kaparken, gökyüzüne baktı. Bulutsuz bir akşam üstü, havada yalnızda üç dört martı pike yapıyor. Soğumuş odasında, teni pütür pütür olmuştu. Soğuk havayı sevmiyor artık. Rüzgârı hiç. Rüzgarla yüze kamçı gibi vuran çiseleyen yağmuru hiç hiç. Anlaşılabilir bir durum. O günü öyle hatırladığını söyledi son görüşmelerinden birinde. Oysa saçları ıslandığında, daha bir tatlı, daha bir uysal gözükmüyor mu?
Uyumak şu an çok iyi olurdu. Göz kapaklarım ağır, çok ağır. Fakat yapamam. Bugün günlerden, evet çarşamba ve üç gün sonra dava nihayet başlayacak. Üçüncü ertelemeden sonra. Nihayet. Yarın son bir randevum var avukatımla. Fakat korkuyorum. Korkmakta haklıyım. Davaları bile erteletmeyi başardılar. Bir şekilde başardılar. Ama nereye kadar. En sonunda başlayacak ve suçsuz çıkamazlar. Mümkün değil, bunu biliyorlar. Bunu bilen biri her şeyi yapabilir. Her şeyi. Avukat Binnur Hanım adına da korkuyorum. Her ne kadar vakur dursa da hiç belli olmaz. İsmini bulduklarına eminim. Benim yaşadığım yeri bile öğrenmişler. Sırf gözümü korkutmak için, sırf sinip kaçayım diye, bazen sokağın uzak köşesinden beni izlediklerini fark ettim. Üçünde de turuncu kazaklar vardı. O yüzden dışarı bile çıkmak istemiyorum. En azından davalar bitene kadar, böylesi daha iyi. Avukatımla görüşebildiğimde ve o gün adliyede olduğumda, o zaman içim huzurla dolacak. Evet, her şey bittiğinde.
Sinem Hanım, bu süreçte ona yardımcı olan kadına, Mrs. Phoenix diyor. Garip bir lakap. Hayat hikayesinden etkilenmiş bu kadının. Hiç yılmayan karakteri ve her daim güler yüzü, bir de açık kızılımsı saçları sebebiyle ona bu ismi takmış.
Ooo… Mrs. Phoenix, hoş geldin. Nasılsınız? Ben de iyiyim. Teşekkür ederim. İyi olmaya çalışıyorum. Ama sen olmasan ne yapardım, bilmiyorum. Şu süreçte, şu zamanda… Deli misin? Açlıktan geberiyorum. Sabah, ben biraz… Neyse, demem o ki sabahtan beri bir şey yemedim. Ne yaptın benim için? Keşke pirinç pilavı olsaydı. Pirinç kalmamışsa, aldırsaydım. Biliyorsun sevmiyorum bulgur. Tamam, tamam yerim. Tamam, biliyorum ilacımı da aldım sabah evet. Ya, bu terziye verdiğimiz pantolonum hâlâ gelmedi mi? 17 gün oldu. 17 günde bir pantolon yapıla…
O kumaş pantolonla kalçaların çok güzel gözüküyor, biliyor musun? Tabii ki biliyorsun.
Tamam o halde, yarın dedilerse gelir yarına kadar. Bana haber verirsin değil mi? Bir tanesin, Mrs. Phoenix.
Akşam, hava karardığında, stabil fazda olur genelde. Yine kitap okuyor. İki saattir. Kitabın ismi… Yine o yazar değil mi Sinem’ciğim? Okumaya devam et. İşte böyle, ayaklarını uzat. çok hoş.
Daha fazla okuyacak takatim kalmadı. Yapılacak işler duruyor, ama bu hafta zor yetiştirmem. Bir ara maillerime baksan iyi olur. Sonra, sonra. Zaman geçmiyor gibi. Dışarı çıkabilseydim… Üç gün… Üç gün daha Sinem. Güçlü bir kadınsın sen. Ve bunu başaracaksın. Gözlerinin içine içine bakacaksın.
Muhakkak. Muhakkak, güçlü bir kadınsın Sinem’ciğim. Emin ol, başarırdın. Biliyorum, seni tanıyorum. Yalnız üç gün sonra bir şey olmayacak. Üç gün sonra cumartesi, tatlım. Adliyeler açık mı? Peki ya, kapın kilitli mi?
Kapım kilitli mi? Kilitledim mi bugün? Sanırım, evet. Beni susturmak isteyeceklerdir. Başka çareleri yok. Bu davayı kazanırsam, hayatlarını bitirebilirim. Mahvedebilirim onları. Her şey benim tarafımda. Tüm kanıtlar. Binnur Hanım sakin kalmamı istedi yalnızca. Bugün turuncu gördüm mü, gördüm mü? Hayır! Sakin kal, bekle, korkacak bir şey yok. Fakat, beni susturmak isteyecekler. Korkacak çok şey var. Ve hiçbir şey yok.
Elbette seni susturmak isteyecekler, seni ve tüm kadınları susturmak isteyecekler. Ama en ufak korkun yok? Öyle değil mi? Sana bunu yaşatanların hepsinin karşısına çıkıp, gözlerinin içine bakacaksın. Bu yüzleşmede sen değil, onlar harap olacak. Yalnızca üç gün daha kendini koruyabilmelisin. Her an tetikte olmalısın. Dışarı çıkma, kendini gösterme. Korkma, ben buradayım. Kimse güvenilir değil. Duydun mu beni? Ya taş yüzeyden yankılanan ve yaklaşan sesleri duydun mu? Dışarıdan gelen adımları duyuyor musun?
Dışarıdan… kapılar neden bu kadar ince? Kilitlemiştim kapımı. Çelik kapım olmalıydı. Çelik, sert…Birkaç kişiler. Hayır, buraya kadar gelemezler. Buraya ulaşamazlar. Bugün turuncu görmedim ben. Düşün Sinem, gördün mü yoksa? İçeri giremezler. Korkma Sinem, korkma. Şu, evet, şu lambayı al eline. Sesleri dinle. Yaklaşıyor sesler. Korkma. Korkma.
Kapının ardından ayak sesleri yaklaşır ve kapı tıklatılır. Çığlık atar Sinem. Sakin ol… sadece akut bir paranoid atak. Sakin ol, her şeyi biliyorum.
Neyi biliyorsun? Sen, sen burada mısın?
Elbette biliyorum, görüyorum her şeyi. Ben bir dış sesim. Tıp eğitimi almış, fakat olması gereken koltukta sırf pozitif ayrımcılık safsatısıyla senin o aptal doktorunun oturduğu, bu nedenle de şimdi bu işi yapmak zorunda kalan bir dış sesim.
Sus! Konuşma, sus!
Nasıl istersen Sinemciğim.
Oh, Mrs. Phoenix, siz misiniz? Yardım edin, o burada, biliyorum. Sadece şimdi sustu. Susmasını söyledim. Bugün turuncu görmedim, yine de biliyorum, burada. Buradasın! Söyle!
Bağırma, evet buradayım. Elbette buradayım. Sen anlatırken… ben dinliyorum. Sen ağlarken… ben anlıyorum. Sen soyunurken… ben izliyorum.
Sen düşündükçe… ben büyüyorum.
Duyuyorsun değil mi?
Onun seni anlaması mümkün değil, Sinem. Seni yalnızca ben anlarım. Sadece ben anlarım… Bak kimsenin burada olmadığını söylüyor, sakinleşmeni söylüyor, yalnızca seni odandan biraz koridorda dolaşmaya çıkarmak istemiş, sana bakmak istemiş, miş miş miş. Üstündeki beyaz önlüğe aldanma. Eli cebinde, tetikte ol güzelim, bir şey saklıyor orada. Uzun, sert bir cisim. Sana istemediğin şeyler yapacak. Çığlık atmalısın tam şu anda. Var gücünle. Vücuduna enjekte etmek istiyor, beyaz yoğun bir sıvıyı. Ama biliyorsun ya, yalnızca ikiniz yoksunuz.
Buradalar, biliyorum. Beni susturmak istiyorlar, sesimi kesmemi istiyorlar. Are you understand me? Çünkü haklıyım. I said, they are here!
Tabii ki haklısın. Bir gün nihayet o dava görülürse eğer, o zaman da haklı olacaksın. Kadının beyanı esas olacak. Sen her zaman haklı olacaksın, çünkü ben öyle diyorum.
Get away from me! Kapımı nasıl açtın! Buradalar, sana güvenmiştim! Sen de bir kadınsın! Seni de mi satın aldılar, şerefsiz! Uzak dur benden!
Buradayım yavrum… Buradayım. Nasıl diyorsunuz? I was always here.