Ne yapacağını, nasıl duracağını bilemez bir halde dikiliyordu hâkim karşında. Karısı evi terk edip gittiğinden bu yana zayıfladığını söylüyorlardı ama göbeğinin hacmi hiç eksilmemiş olmalı ki ellerini önünde kavuşturamıyor, nereye koyacağını bilemiyordu.
Ah Dilber! Senden sonra annemin yemekleri yenecek gibi değil, gittiğinden bu yana resmen açlık çekiyorum, diye geçirdi içinden.
Mutsuzluğunu pekiştiren acınası bakışlarını yan masada avukatıyla birlikte oturan karısına çevirir çevirmez karnıyarıkla pilav kokusu geldi burnuna, yanında da salatalığı rendelenmiş bol naneli, sarımsaklı cacık! Oh! Ağzı sulandı, yanaklarında kamaşma hissetti. Biraz önceki mutsuzluğuna inat, yüzüne yılışık bir gülümseme yerleşti.
“Sana soruyorum duymuyor musun? Karını aldatıyormuşsun, üstelik dövüyormuşsun da…” Kulağında şaklayan hâkimin sesiyle birlikte gülümsemesi yüzünde dondu, bütün yemekler, kokularını alıp mahkeme salonunu terk etti.
“Aldatmayı asla kabul etmem, Hâkime Hanım, hele dayak, haşa! Bizim kitabımızda kadına el kalkmaz.”
“Karının vücudundaki ekimozlar raporlanmış, o rapor yalan mı?”
“Tövbe yalan!”
Az önceki elini ayağını nereye koyacağını bilemeyen Hüseyin’in yerine, gövdesi öfkeyle kabarıp devleşen bir adam gelmişti. Karısına doğru yöneldi;
“Yalan söyleme lan! Ne dayağı!”
“Otur yerine! Atarım dışarı! Burada bağıramazsın, küfür edemezsin!”
Avukatı kolundan tutup oturttu. “Kendine hâkim ol Hüseyin,” diye fısıldadı. “Gereksiz çıkışlar yapma, sinirlerine hâkim ol.”
Nasıl sinirlenmesin, düpedüz yalan söylüyordu Dilber. Tartışmalarında itişip kakışırlardı, arada bir hırsını alamayıp kaba etlerine bir iki şaplak vuruyordu o kadar. Hem Dilber de onu ısırırdı. Dilinin ucuna kadar geldi, ağzını açtı, vazgeçti söylemedi. Yediremedi kendine.
“Kusura bakma Hâkime Hanım,” demekle yetindi.
Vay Dilber, bunu da mı yapacaktın, yalanlarla üste çıkmaya çalışıyorsun ha, diye geçirdi aklından. Hiç beklemiyordu, çok kırıldı. Altı üstü iki fiskeden doktorluk mu olunurdu. Amacı küçük düşürüp, suçlu çıkarmaktı herhalde.
“Sen fiske diyorsun ya, doktor raporu şiddet diyor.”
Kan beynine sıçradı. Doktor raporunu kaynanası olacak o cadaloz akıl etmişti mutlaka.

“Hâkime Hanım şiddete karşıyım, hiç şiddet yapmadım. Ama o hep tersime konuştu. Kaç defa uyardım, bak dedim, bana çocuk gibi bağırma, ayıptır, kadın sesini yükseltmez, dedim, dinlemedi. Bu Avrupa’da büyüdü ya, psikolog diye tutturdu. Anası ayarlamış, eh git bakalım n’olcak dedim. Hâkime Hanım inan olsun bir defa gitti her şey alt üst oldu. Bu bir havalandı, bir gevşedi, her işi serdi. Yemek pişirmez oldu. Çocukla kaliteli zaman geçirmek istiyormuş. Varsa yoksa çocuk. Eeee! Ben de çalışıyorum, yoruluyorum, evime gelip karnımı doyurmak, rahatlamak istiyorum, adam gibi söyledim kendisine ama dinlemedi. Bir gün psikoloğum seni de görmek istiyor demez mi! Kendimi kaybetmişim ama inan olsun ona hiçbir şey yapmadım! Elimin tersiyle şöyle bir dokunma, o sinirle kapıyı bir yumruklamışım, cam kırılmış elim kesilmiş, hiç farkında değilim, kendime geldiğimde yoktu. Bizim böyle ufak tefek tartışmalarımız hep olmuştu Hâkime Hanım, anam onlara ön sevişme der, ayıptır söylemesi hep öyle olur.”
Gözleri kaydı, arsız, bir sırıtmayla Dilber’e kaçamak bir göz attı. Onun da yüzünde hafif bir pembelik belirip kayboldu. Önündeki kâğıtlara eğilmiş olan hâkim bunların hiçbirini görmedi. Hüseyin’in susuşundan rahatsız olup başını kaldırdı.
“Bitti mi?”
“Yok .”
“E?”
“Anasının yüzünü görmektense bunun aramasını bekledim, aramadı, haber yolladı, özür dileyecekmişim, ancak o zaman gelirmiş. Uzattığım elimi itti anlayacağınız, üstelik boşanma davası açmış, biliyorum anasının marifeti. Onu Allaha havale ediyorum. Kızımı özledim, karımı özledim! Boşanmak istemiyorum!
Hâkim Dilber’e döndü;
“Bir de seni dinleyelim.”
Dilber ayağa kalktı. Uzun kirpikli kara gözlerini Hüseyin’den ayırmıyordu. Türkân Şoray’a benzetilmesine yol açan yanağındaki beni göz kalemiyle iyice belirginleştirmişti. Hüseyin o bene dayanamazdı. Kara saçlarını gevşek bir atkuyruğu yapmış, kirpiklerine değen kâküllerini alnına dağıtmıştı. Üzerinde Hüseyin’in çok sevdiği mor elbisesi, uçuk pudra hırkasıyla salonun soğuk havasını, hâkim hanımın kırılmaz katılığını alt üst ediyordu. Ayağa kalkınca mahkeme duvarları sihirli bir değnek değmiş gibi ışıldadı, Hüseyin’in içi titredi.
“Efendim, dört senedir evliyiz, toplasan dört ay huzurlu yaşamadım. Hep hırgür, hep korku. Çok sinirli, hiçbir işte dikiş tutturamıyor, işsiz kalınca da kaynanama, babama muhtaç oluyoruz. Ağzımızın tadı yok. Çalışayım diyorum, ben varken olmaz, deyip hiddetleniyor, aç mı kalıyorsun, diyor. Buna hep haklısın diyeceksin, suyuna gideceksin, kararları o verecek sen uygulayacaksın. Anlayacağınız söz hakkım yoktur hiç.
“Yalan Hâkime Hanım! Dinime imanıma…”
“Söz verilmeden konuşma!”
Hüseyin’in saç diplerinden başlayan ısınma tüm vücuduna yayılmaya başlamıştı ki avukatı sakinleşmesi için uyardı. Hüseyin sustu ama gözleri iki kızgın kor parçası olarak Dilber’in üzerinde çakıldı kaldı.
“Görüyorsunuz efendim, sinirinden hiçbir şeyi gözü görmüyor. Hele bir de iş yerinde kızmışsa artık o günümüz gecemiz zehir oluyor. Evlendiğimizden bu yana Hüseyin eve nasıl gelecek korkusu beni panik atak yaptı. Daha ne anlatayım, bir keresinde de kızımı öperken, iyi temizlememişim, yüzü şeftali kokuyor diye etmediğini, söylemediğini bırakmadı. Çocuğu balkondan atacaktı neredeyse, bağırdı çağırdı. Korkudan kaskatı kesildi yavrum, hâlâ kaçar babasından. Birlikte bir uzmana gidelim dedim, iyice kudurdu, ben de evden ayrıldım.”
Dilber biraz duraladı, geçmişi kafasında şöyle bir çevirdi. O bağrış çağırışların en olmadık yerde sevişmelere yataklık ettiği çok olmuştu, hem de çığlık çığlığa! Karnının içinde tatlı bir yangın hissetti. O yangın damarlarını tutuşturup bütün vücuduna yayıldı, bir alev olup tüm hücrelerini yaladı. Hüseyin’e baktı, gözleri buluştu.
Kendini zor toparladı, “Aslında her karı koca arasında tartışmalar olur, ama bana en çok ihaneti ağır geldi Hâkime Hanım. Kadınlara yiyecekmiş gibi bakar.”
“Yiyecekmiş gibi bakar ne demek?”
“Yani, şey işte, gözleriyle soyar gibi bakıyor, gerçi hepsi o kadar, daha üstüme gül koklamadı.”
Bunu söylerken bakışları yine Hüseyin’e kaydı, gözlerindeki açlığı çok iyi tanıyordu. Kendisi de aynı açlığı hissetti. Keşke evde olsaydık, diye geçirdi içinden. Çabucak sildi o düşünceleri, işte bu bakışlarla başka kadınlara da bakardı Hüseyin. Kaç kez yakalamış, çok kıskanmıştı ama bakmakla ihanet mi olurdu. Annesi, “Bal gibi ihanet, daha ne olsun?” demiş, kafasını bulandırmıştı. Nereden sokmuştu aklına şu saçma düşünceyi. Hüseyin’i kendisinden başkasının gülünü koklamazdı, emindi.
Hâkimin sözleriyle kendine geldi. “Belki gülünü koklatacak birine denk gelmemiştir, ya bulup koklarsa ne yapacaksın?”
Dilber hâkimin gözlerinin içine bakarak, kendinden emin, kararlı konuştu, “Koklamaz, koklayamaz efendim.”
Bu kez hiddetlenme, Hüseyin gibi kızgınlıktan ısınma sırası hâkime gelmişti. Kıpkırmızı bir suratla gözlüğünü çıkardı hiddetle masanın üzerin fırlattı. İpini koparan kurbanlık boğa gibi masadan fırlayıp salonun ortasına düşen gözlüğün camı çerçeveden çıkıp ikiye ayrıldı.
“O kadar eminsen ne diye buraya geldin be kadın!”
“…”
“Sizin kavganıza da, ihanetinize de… Karar; Hüseyin …’ın bir ay evden uzaklaştırılmasına, Dilber …’ın 15 gün ev hapsine, ilerleyen süreçte aile terapistiyle görüşülmesi koşuluyla mahkemeyi …”