12 Ağustos

Belirsizliklerin ne denli yıpratıcı olduğunu yeni öğrenmedim, tecrübelerim var.
Bununla birlikte, hastane penceresinden mezarlığa bakan biri için belirsizliğin yarattığı
hasarın dozunu tarif edebileceğimi de pek sanmıyorum. Teşhis konulamayan hastalıklara olan
nefretim, hastane gibi bir yerin güney cephesine mezarlık yapanların espri anlayışını çözmeye
çalışma çabamla birleşince zihnim de fazlasıyla yorgun düştü elbette. Umuda bu kadar
ihtiyaç duyulan bir yerde, güneye bakan pencerelerin tuğlalarla kapatılması gerekiyor.
Takvim yapraklarımdaki çarpılar, elli birinci günde olduğumu bana hatırlatarak günü
açtı. Bu şekilde saymanın faydalı olup olmadığını bilemiyorum. Hatta neden yaptığım
konusunda da bir fikrim yok. Belki eskilerden kalma bir alışkanlığın devamı, belki yıllar
sonra “Şu kadar zaman hastanede kalmıştım, şöyle bir hastalıktı, zor atlatmıştım” diyebilmek
için, belki de burada yapacak fazla bir şey olmadığı için… Kesin olansa, adını bile
koyamadıkları hastalığımın ömrümden elli bir gün çalmış olması. Daha nice elli bir günlere
göz koymuş olması da cabası tabii.
Doktorum, ilaç tedavisinin yanında terapi niyetine bir öneride de bulundu bugün.
Günlük yazmamı istedi. İtiraf etmeliyim ki, bu isteği garipsemekten alıkoyamadım kendimi,
zira bugüne kadar sırf hastalığını yenebilme adına günlük tutan birini ne gördüm, ne de
duydum. Doktorumsa bunun faydalı olacağından neredeyse emin. Planlar yapmamı ve
bunları yazmamı istiyor. Çekmecede saklayacağım bu planların, beni buradan sapasağlam
çıkaracağına inanıyor. Hastasına kuru kuruya moral vermek yerine böyle somut bir öneriyle
gelen bir doktoru dinlememek için bir sebebim yok elbette. Bu yüzden söylediğini yapıyorum
ve ilerleyen günlerde de yapmaya devam edeceğim. Faydası olup olmadığını da mutlaka
yazacağım.

13 Ağustos

Havaların çok hafif soğumaya başladığı, ancak yaz sıcağının hâlâ ısrarla hâkimiyetini
korumaya devam ettiği güzel bir mevsimin sonuna adım adım yaklaşıyoruz. Dünden bugüne
değişen pek fazla bir şey yok. Bana sorulacak olsa, şu duvarların dışında akıp gitmeye devam
eden hayata tekrar karışmak istediğimi söylerdim ama bu pek de doğru değil. Şu anda tek
isteğimin iyileşmek olduğunu biliyorum. Ameliyat masasına yatarken, hayata dair ne kadar
isteğimiz varsa hepsini büyük bir iştahla kapının önünde bırakıyor ve tek bir şeye
odaklanıyoruz. O şeyi tekrar elde ettiğimizde ise, kapının önünde bıraktığımız hayallerimizi
tekrar kuşanıyor ve doğanın vahşetine karşı pençelerimizi açarak süzülmeye devam ediyoruz.
Bugün bu odada bunu tartışacak değilim ama sağlığın önemini sadece oksijen tüplerinin,
şırıngaların, sedyelerin doldurduğu odalarda, kan kokan koridorlardan geçerek binbir asık

suratın arasında dolanırken gerçek anlamda idrak ediyor oluşumuz bile, içinde bulunduğum
bu durumdan şikayetçi olma hakkımı tek başına elimden almıyor mu?.. Alıyor bence.
Bununla birlikte, bu günlüğü karamsarlık otlarının bürüdüğü bir yaşam ormanının
tasviri için kaleme almadığımı de unutmuyorum. Doktorum bu yazdıklarımı görse günlüğü
çöpe atar muhtemelen. O yüzden olumlu şeylerle devam etmeliyim. Aklıma gelen ilk şeyse
hayatı daha fazla yaşamak. Tabii bu söylediğimin ne anlama geldiğini bildiğimden pek de
emin değilim ama çoğumuz hayat treni geçip giderken izlemekle yetiniyoruz. Sonra da tıpkı
şu anda yaptığım gibi bir şeylerden yakınıyoruz. Hiç ölmeyecekmiş gibi yüzlerce boş şeye
vakit harcamaktansa o trene binip olabildiğince uzağa gitmek en güzeli olsa gerek. Yine de
şimdilik hayallerimi maddelere dökmemeye de kararlıyım. Belki ilerleyen günlerde
yapabilirim bunu ama bugün değil. Bugünü farkındalık günü olarak kabul etmek istiyorum.
Aceleye lüzum yok. Eğer bu farkındalık kapısını bugün gerçekten de açabilmişsem ki bunu
ilerleyen günlerde anlayacağız, işte o zaman o kapıdan içeri girince nelerle karşılaştığımı da
yazarım.

16 Ağustos

Üç gün aradan sonra kaldığım yerden devam ediyorum. Bu aralar gereğinden fazla
uyuyorum. Uyanık olduğum zamanlarda da yataktan pek kalkmıyorum. Acaba doktorumun
tavsiyesi pek etki etmedi mi, yoksa ben mi beceremedim diye düşünüyorum ara sıra. Yine de
yazmaya devam edeceğim elbette. Odadaki en belirgin değişikliğin, artık perdeleri açmıyor
olmam olduğunu gururla söyleyebilirim. Böylece, görmediğim bir mezarlığın orada
olmadığına inanmam da kolaylaşıyor. Zaten buradan çıkar çıkmaz birilerini bulup bu
meseleyi konuşacağım, hatta muhtemelen yapacağım ilk iş bu olacak.
Doktorum öğleye doğru elinde bazı raporlarla geldi. Her zamankinden çok daha neşeli
bir hali vardı. Kesin konuşmak için erken olduğunu söyleyerek başladı sözlerine ve üç dakika
kadar süren konuşmasında moralimi bozan hiçbir nokta yoktu. Nasıl olduysa, teşhis dahi
konulamayan hastalığımın etkisinin azaldığı tespit edilmiş. Uzun zaman sonra ilk defa şikâyet
edemeyeceğim bir belirsizlik çıktı karşıma. Doktorumu bilemem ama ben nasıl olduğuyla
değil de sonuç kısmıyla ilgileniyorum, doğal olarak. Kesin konuşamadığı için kesin bir tarih
de vermedi ama içimden bir ses, buradaki vaktimin dolmak üzere olduğunu, akıp giden
hayata karışmaya çok fazla kalmadığını söylüyor.
Doktorumun bu haberinin moralimi tamamen zirveye çıkardığını söylememe gerek
dahi yok sanırım. Günlerdir tıkılıp kaldığım odamdan bugün çıktım ve koridorlarda yarım
saat kadar yürüdüm. Sonra yorulduğumu fark edip tekrar geri döndüm tabii. Koridorların gri
renkte olması dikkatimi çekti. Gri de belirsizliğin rengidir, en azından ben öyle biliyorum.
Mezarlıktan sonraki ikinci hatanın da koridorların rengi olduğu ortada diyebilirim.
Belirsizlik, umutsuzluğun samimi dostlarından biridir ve umutsuzluk denilen şeyin hastane
kapısından içeri alınmaması gerekir. Bu yüzden ikinci planım, ilk fırsatta duvarların başka bir
renge boyanmasını istemek olacak. Ne kadar dikkate alırlar, bilemiyorum tabii.

23 Ağustos

Bir hafta sonra nihayet elime kalem almayı akıl edebildim. Her geçen gün daha iyiye
gidiyorum. Doktorum, bu sabah çok daha iyi haberlerle geldi. Kritik sürecin geride kaldığını,
birkaç güne kadar taburcu olabileceğimi söyledi. Rahat bir nefes alarak tekrar yatağa
uzandım. Hiçbir şey düşünmeden, hiçbir hayal kurmadan öylece tavana bakmaya devam
ettim. Ağlamadığımı da itiraf etmek zorundayım, pek beceremiyorum o işi. Bir süre sonra
planlarımı tekrar düşünmeye başladım. Epey biriktiklerini belirtmeliyim ve dört dörtlük bir
liste de olmadı ne yazık ki. Zira paraşütle atlamak gibi tehlikeli aktiviteleri de listeye dahil
ettim ve bundan memnun olmadığımı da söylemeliyim. Yine de listeye sadık kalacağıma
inanıyorum. Diğer taraftan, beni kolaylıkla öldürebilecek bir hastalığı ameliyat dahi olmadan
atlatmış olmamda derin anlamlar aramalı mıyım diye de düşünüyorum. Fakat çok da kafa
yormayacağım. Taburcu olana kadar günlüğe ara veriyorum.

28 Ağustos

Birazdan hastaneden çıkacağım. Kollarımdaki iğne deliklerine ve kabuk bağlamış
yaralara birer madalya muamelesi yaptığım için kendime gülmeden edemiyorum ve bir an
önce buna son vermem gerekiyor, yoksa bazı insanlar benim hakkımda iyi şeyler
düşünmeyecekler. Öyle ya da böyle, gri koridorların sonundaki kapı nihayet açıldı ve güneş
tam tepede, ağaçlar her zamankinden daha canlı ve yeşil, hava her zamankinden daha da
temiz. Günlük mü? Günlüğe ara verdiğimi üzülerek belirtiyorum. Yaşamam gereken bir
hayat var. Görüşmek üzere…