Kapıdan içeri girdiğinde, sende farklı bir şeyler olduğunu sezmiştim. Garip değil mi, sonra sen de aynı şeyleri bana söyledin. Sessizce bakışmamız bundandı belki de. Sonra odanız var mı diye sordun. Kış günü bu sahil kasabasındaki Okul Moteli’ne kim gelirdi ki senden başka? Tabii, ormana mı bakan, denize mi bakan derken, ormanı söyle lütfen diye geçirmiştim içimden. Ormana, dedin sanki biraz mahcup. Yirmi iki numara anahtarınız. Sonra odana çıktın. Akşam yemeğine indiğinde, seni bekliyordum ben de. Yemekten sonra sigaranı kapının önünde içerken geldim yanına. İyi akşamlar, iyi akşamlar. Buraya ilk gelişiniz mi? Hayır, yıllar önce gelmiştim, gençken. Hâlâ gençsiniz. Teşekkür ederim, otuz sekiz çok da genç sayılmaz. Gezmek için mi geldiniz, kış günü buralara kimseler gelmez de? Bir bakıma, bir kitabı bitirmeye çalışıyorum, kıyı kasabasında geçen bir hikâyesi var. Dediğim gibi yıllar önceden hatırlıyorum burayı, kitabın sonunu burada tamamlamak istedim. Ne güzel, demek yazarsınız? Yazar denilir mi, onu da bilmiyorum. Henüz basılı bir kitabım yok. Olsun, bir kitap yazıyorsunuz ya ben size yazar derim. Basılır inşallah kitabınız. İnşallah. İmza gününüze gelirim. O günler bir gelsin hele. Ben biraz sahilde yürüyeceğim küçük hanım, size iyi akşamlar. İyi akşamlar, bana küçük hanım demeseniz, on yedi yaşındayım. Doğru haklısınız, o zaman adınızı öğrenebilir miyim? Gülümser. Memnun oldum ben de Turgut. İyi akşamlar Gülümser Hanım. Size de Turgut Bey.
Peşine takılıp o uzun sahilde yürümek istemiştim, sonra tutmuştum kendimi. Her kasaba gibi dedikodusu boldur buranın. En büyük eğlence… Bir iyi tarafı büyük şehirde yaşayanı çoktur. Özellikle yazın gelirler ve konuşacak bol bol konu bırakarak giderler. Bir kış idare edilir bunlarla. Kışın kimse çıkmaz sahile. O upuzun sahil boyunca kimseler yürümez. Oysa ne güzeldir kış akşamları. Ayın şavkı vurur denize. Sahildeki o gri siyah beyaz güzelim taşları parlatır. Denize doğru uzanan iskeleye deli dalgalar vurur ama üzerinde duran kişiye bir damla bile düşmez. Karadeniz karadır adı gibi akşamları. Kopkoyu bir boşluk, çeker kendine. Denize sırtını verdiğinde de bu kez orman çağırır seni. Tepelerdeki ağaçlar birer insan gölgesi gibidir. Gecesiyle gündüzü, kışıyla yazı farklıdır sahil kasabasının. Gündüzleri herkes denizdedir. Bikiniyle giren de vardır denize, şalvar ve bluzuyla da. Akşamüstleri güneşin batışı seyredilir. Sarıdan kırmızıya dönen rengiyle denizde batan güneş, benzersizdir. Kocaman güneşin süzülürcesine denizin derinlerine daldığını görürsün. Sıra sıra insanlar dizilir iskeleye, gün batımını hayran hayran seyrederler. Her gün her gün yine ve yeniden yaşarsın bu güzelliği. Akşamlarıysa bu sahili görmen gerekir. Bankların etrafı çekirdek kabuklarıyla doludur. Her bir adımda bir satıcı vardır. Biri mısır satar, biri dondurma, diğeri hediyelik eşya satar, öbürü sarımsak. Biri tahta kaşık satar, bir diğeri kâğıt helva. Kordon boyu bir aşağı, bir yukarı yürür hem kasabalılar hem turistler. Sahil çay bahçeleri dolar taşar. Tavla oynayanlar, nargile içenler. Genç, yaşlı dışarıdadır. Bizim kasaba kâğıt oyunlarını da pek sever. Şaşırma gerçekten. Kadınlar kahvelere rahatlıkla giderler. İlginçtir kadınları. Denize de girerler, oyun da oynarlar, camiye de giderler, düğünlerde çekinmeden göbek de atarlar. Ben biraz farklıyım onlardan. Okurum bol bol. Neden anlatmıştım bunları sana? Seni yanımda tutmak içindi belki de. Sabah kahvaltıda bir günaydın ardından oturmuştum masana davetsiz bir misafir gibi. Sessizce dinlemiştin beni. Ailen de burada mı, diye sormuştun gözlerini kaçırarak. Abim İstanbul’da, ablamsa İzmir’de okuyor. Ben babama benziyorum. Kaşım, gözüm aynısı. Onun yanından ayrılmamak için buradaki otelcilik okuluna gitmeyi kendim istedim. Annen, diye sormuştun. O sırada bir bahaneyle kalmıştım yanından. Sonra tekrar geldiğimde anlatmaya devam etmiştim alâkasız bir konuda. Seviyorum küçük yerde yaşamayı. Büyük şehirlerde kaybolacakmışım gibi hissediyorum. Kim kayıp değil ki zaten demiştin, şehrin büyüklüğü fark etmez. Ayrı bir dünyadan inmiş gibi görünüyordun. Her şeye yabancı, yabansı. Ben konuşmasam konuşmak için bir çaban olmayacaktı, bunu hemen anlamıştım. Sonra gönüllü rehberin olmuştum senin. Sadece upuzun sahil değildi ki bu kasaba. Ormanları da çok güzel. Öyle demiştim sana. Ama siz bilemezsiniz ben size rehberlik edeyim. Korkmuyor musun? Neden? Ne bileyim birileri bir şey der, hem sonra beni iyi tanımıyorsun, öyle ormanlarda filan. Aşk olsun size. Ben insanı gözünden tanırım, buradakiler de beni. Yanlış bir şey yapmayacağımı bilirler, zaten mutlaka uzaktan göz hapsinde tutarlar merak etmeyin. O halde, sen de bana sen de benim gibi. İstersen, Turgut abi de diyebilirsin. Peki, Turgut abi ne zaman başlıyoruz. Hemen şimdi. Birlikte çıkmıştık dışarı, kar serpiştiriyordu. Karadeniz kuzeyin bütün soğuğunu taşımıştı. Seni halamın evine götürmüştüm. Toprak köy yolundan tepeye çıkarken durup durup bakıyordun denize, iskeleye. Belki de çok uzaklara. Çam ormanının keskin kokusunu çekiyordun içine. Kozalak toplayalım çıkana kadar, kozalak çok güzel yanar dediğimde yüzünde inceden bir tebessüm belirmişti. Hala içeride odun sobasını yakmıştı. Sobanın yanında otururken keyifliydin. Halam beni hemen içeri çekip sormuştu. Kızım bu kim, turist hala, yazarmış. Ha iyi o zaman demişti. Sonra sana kasabayı anlatmıştı. Çocukluğunu. Okula nasıl bata çıka gittiklerini. Unutamadığı o öğretmen hanımı. Kasabalıların birbirlerine taktıkları isimlere gülmüştün. Halanın hemen yapıverdiği akıtmadan yemeğe doyamamıştın. Küçük bir çocuk gibiydin. Ailemizi de anlatmasını istemiştin. Özellikle annemi. Nedenini çözememiştim o an. Halam beni gösterip babasının kızı, hık demiş burnundan düşmüş demişti. Sen tekrar sormaya cesaret edememiştin o soruyu. Saklamıştın bakışlarını benden. İnerken düşünceliydin. Bir şeyler düşünüyordun, konuşmak istemediğini anladım. Ben de sustum, sessizlik isteğine uyarak. Ertesi gün, tüm günü odanda geçirdin. Bekledim seni. Bir telefon etmeni, arayıp gel biraz da kasaba içine gidelim demeni. Demedin. Kitabına yoğunlaşmıştın, öyle düşünüyordum. Gece seni iskelede görmüşler. Bir iki yanına gelen olmuş, iyi olduğunu söyleyip uzaklaştırmışsın onları. Senin bakıcın gibi beni aradılar sonra. Hemen fırladım evden. O çok sevdiğin, sahilde, iskelede uzanmış buldum seni. Titriyordun soğuktan. Bana baktın, gözlerin gözlerimi delip geçti, beynime çakıldı. Neden, dedin. Ne demek istediğini anlayamamıştım. Seni motele götürüp yatmana yardım ettim. Tabi Ahmet abiyle birlikte. Hemen uyudun. Ahmet abi, beni kenara çekti. Kızım bak, tamam adam turist, sen de yardımcı oluyorsun ama bu gidiş iyi bir gidiş değil. Dikkat et kendine. Genç kızsın. Biliyorsun ne kadar dedikodu sevdiklerini. Tamam, Ahmet abi. Sadece yardımcı oluyorum. Kızım ben biliyorum da milletin ağzı torba değil ki büzesin. Peki abi, dikkat ederim. Tam odadan çıkarken görmüştüm bilgisayarını. Açık duruyordu yazdığın kitap. Ahmet abiye baktım. Abi izin ver şunu okuyayım. Kızım ayıp, hem seni burada yalnız bu adamla bırakamam. Abi uyuyor baksana. İstersen sen de bekle burada. O olur bak deli kız. Aramızda sır ona göre. Ahmet abiyi bu yüzden severdim. Kalender adamdı. İzinsiz tüm romanını okudum. Kendimi aradım, bulamadım. Kıyı kasabasındaki gençlik aşkındı anlattığın. Terk ettiğin, yıllarca unutamayıp geri döndüğünde evlenmiş olan aşkındı. Anlattığın aşıklar yıllar sonra buluşmuşları İstanbul’da sadece bir geceyi birlikte geçirmişlerdi. Ömürlerinde ilk kez birbirlerinin teninde kaybolmuşlardı. Sonra kadın gitmişti ve bir daha bulamamıştı aşkı onu. Sonra, sonrası yoktu yazdığın romanın. O an anladım aslında onun için buraya geldiğini. Sorduğun soruları, ailemi anlatmamı istememi. Annemin aşkıydın sen. Annemin sakladığı o fotoğraftaki adamdın. Bazı geceler çıkarıp baktığı, gizlice gözyaşı döktüğü o fotoğraftaki adam. Teyzemin kızı, Nurgül anlatmıştı bir gün bana. Aşk konusunda tartışıyorduk, Nurgül’ün bir sevdiği vardı, evliydi adam, ben de akıl veriyordum ona, olmaz diye, daha on beş yaşındaydım. N’aber, senin annenin de bir aşığı varmış demişti birden. Ona saldırmıştım. Alt alta üst üste kavga etmiştik. Benden iki yaş büyüktü ama ben ondan daha güçlüydüm. Kavga sırasında hem ağlıyor hem de içini çeke çeke anlatıyordu. Gençliğinde İstanbul’dan tatile gelen bir gence vurulmuş annem. O da anneme. Neredeyse bir yazı birlikte geçirmişler. Sonra geri dönmüş adam. Bir daha da ne bir haber ne bir ses. İki yıl beklemiş annem. Küskün evlendirmişler babamla. Bir güzel dövmüştüm onu. Annemle buluştunuz mu gerçekten, gerçekten yazdığın annem mi? Bunları hiç soramadım sana. Zaten ertesi gün sessizce gittin. Ne ben aradım seni ne de sen aradın. Kuşkular içimde büyüyor, bizi terk eden anneme olan kızgınlığım daha da artıyordu. Sonra kitabının çıktığını öğrendim. “İskele”. Çok satanlara girdi. Kitabını okumadım. Sonunu bile bilmiyorum. Sana ne olduğunu da. Kitap çıktıktan sonra esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolduğun haberleri yayıldı. Bu mektubu Ahmet abiye bırakıyorum. Geldiğinde verir. Annem gibi ben de tutuldum sana. Belki de bu aşk genetik kodlarımıza işlendi, kim bilir? Belki de yazdığın her şey bir kurguydu, bilip bilmeden ben de kendi kurgumun içine hapsoldum? Yine de annemle birlikte olabileceğiniz gerçeğini çıkaramıyorum aklımdan. Kendimi en sevdiklerim tarafından aldatılmış, terk edilmiş, kırgın hissediyorum. Bu yüzden belki bir gün tekrar buralara gelirsin diye ayrılıyorum kasabadan. Bir daha görüşmemek üzere elveda.
Gülümser