Fitnat ve Kemal ve onların üç yaşındaki köpekleri Mukaddes hayatıma girdiklerinde, ben gerçekten buna hazır değildim. 20 yıldır oturduğum müstakil evimden, gözüm gibi baktığım kasımpatım Osmanı, bebekliğinden beri büyüttüğüm civan perçemim Hicranı, yorganımı, yastığımı ve bir bavulumu alıp bugün çıkıyorum. Geri dönmemek üzere. Ama çıkmadan önce, parkelerimin dumanı hâlâ tüterken, isten kararmış duvarlarım terleyip hâlâ ağlarken, bu iblis ailesini anlatayım ki olur a, bir gün kapınıza bacanıza dayanırlar, bilin başınıza neler geleceğini.
İki katlı müstakil evin alt katında ben, üst katında Sultan nine oturuyordu – 5 ay önceye kadar. Nine bir gün, her sabah olduğu gibi bana menemen yapıp taze ekmek ile kapıma bıraktıktan sonra, yukarı evine çıktı ve bu da onu son görüşüm oldu. 96 yaşındaki zıpkın gibi ninenin, televizyonun karşısında basketbol final maçını seyrederken, kalbi durmuş. Mezara gömdüklerinin üçüncü günü hayırsız dediği evlatları satılığa çıkardı evi. Bir hafta sonra da satılık ilanı kalktı. Bir cumartesi günü, baro sınavları için harıl harıl ders çalışırken, gürültülü bir kamyon evin önünde durdu ve içinden Karbulan ailesi indi. Eşyaları da arkalarından. Karbulan ailesinin kadın ferdi önce dış kapıdan geçmeye çalıştı ama tek kanadı açık olan kapı buna izin vermedi. Kadın – ki sonradan adının Fitnat olduğunu öğrendim – ikinci kanadı açtı ve sağa sola yavaşça yalpalayarak içeri girdi. Perdenin arkasından beni fark etmesinler diye nefesimi tutmuş bakıyordum. Kadının arkasından adam – Kemal- ve en son da sonradan aynı yaşta olduğumuzu öğrendiğim köpek Mukaddes girdi eve.
Dersin başına döndüğüm anda kapı zili çaldı, açtım. Göz hizamda büyük bir vücut kitlesi dışında bir an hiçbir şey göremedim. Sonra gözlerim yukarı tırmandı ve işte karşımda yan yana dizilmiş Karbulan ailesi ve köpekleri, yüzlerinde kocaman bir gülümsemeyle bana bakıyorlardı. Yüzleri kireç gibi bembeyazdı. Karşılıklı merhabalaştıktan sonra hayırlı olsun ve hoş geldiniz gibi cümleler döküldü ağzımdan. Bugüne dek hiç kıkırdayarak konuşan ve konuşurken ses ve saç telleri dahil, vücudundaki her noktası titreyen insanlara rastlamamıştım. Sanki o cümleler ağızlarından çıkmıyor, gövdelerinde yastıklaşmış uzuvlarına çarpıp çarpıp hücresel bir veri olarak kulaklarıma titreşimlerle atılıyordu. Fitnat ve Kemal kıkırdayıp titrerken, köpek Mukaddes de aynı tonda havlıyordu. Söylediklerinin hiç birine odaklanamadım. En son hoşça kalın derken sanki ses dalgaları beynimi uyuşturmuştu.
Kapıyı kapattıktan sonra hâlâ sallandığımı hatırlıyorum.
Bundan sonraki üç ay Ocak-Şubat-Mart, yeni komşularımın bende bıraktığı izlenimi düşününce, beklemediğim kadar sessiz geçti. Karbulan ailesiyle ilk tanışmamız dışında çok muhabbetimiz olmadı. Kitlesel olarak bu kadar büyüklükle nasıl başa çıkabiliyorlar diye bazen düşünüyordum. Düşündüğüm diğer şeylerden biri de, bu kış evde hiç üşümemiş olmamdı. Kazakla dolaşan ben bu sene hafif giyiniyor, soba bile yakmıyordum ki, buraların kışı kıştır.
Nisan ayı geldiğinde, evdeki hava sıcaklığında bariz bir değişiklik yaşandı. Sanki kıştan doğrudan yaza geçtim. İlkbahar yok oldu. İşin tuhafı dışarı çıktığımda baharın tüm güzelliklerini yaşayabiliyorken, evin içi ekvatora dönüştü. Akşamları uyuyamaz oldum, ter üstüne ter bindi. Neredeyse canımdan çok sevdiğim salon bitkilerim aşırı sıcaktan teker teker solmaya başladı. Baş ağrısı çekmeye başladım, vücudumda sızlamayan nokta kalmadı. Mayıs başında, nefes alamaz hale gelmiştim. Duvarlarım ağlamaya başladı. Evin içi is ve küf kokusunda geçilmiyordu. Barbekü partisinde mangal üzerinde beni pişiriyorlarmış gibi kokuyordu artık tenim. İçin için yanıyordum. Her çareye başvurdum. Klimalar yeterli gelmedi, soğuk hava üfleyebilen her alet bozuldu. Sanki kutuplar bizim evin içinde ısınıp eriyordu. Sanki küresel ısınmanın merkezi benim evimdi.
Yukarı çıktım ve Karbulan ailesinin kapısını çaldım ilk defa. Acaba onlar nasıl başa çıkıyordu bu durumla. Sokaktan kafamı kaldırıp baktığımda, camlarını buğulanmış görüyordum. Demek aynı şeyi onlar da yaşıyorlardı. Belki de binanın yalıtımı artık çürümüştü.
Kapı ağır ağır aralandı ve o anda yüzüme doğru bir sıcak buhar patladı. Sisler dağılırken ben aradan Fitnat ve Kemal’i gördüm. Daha doğrusu karşımda bir öbek palto, çorap, yün şapka, eldiven, battaniye. Arkada seçebildiğim kadarıyla köpek Mukaddes polar elbisesinin içinde, yanan odun çıtırtılarını duyduğum sobanın köşesine kıvrılmıştı. Dehşet içinde,
“Delirdiniz mi siz?” diye bağırdım. Aynı dehşetle bana bakıp,
“Delirdin mi sen kapıyı hemen kapatıyorum donacağız!” diye bağırdılar. Seslerindeki titreklik ve yüzlerindeki beyazlık hâlâ gözlerimin önünden gitmiyor. Kapıyı alelacele kapatırken, Kemal aradan bir kâğıt uzattı ve “Üzgünüz” dedi.
Kapının önünde kâğıda bakarken kalakaldım. Başkent Üniversite hastanesi psikiyatri kliniğinden alınan raporda Karbulan ailesinin tedavisi mümkün olmayan bir Frigofobik olduğu yazıyordu.
Bir ay sonra bütün çiçeklerim öldü. Sadece Osman ve Hicran’ı yaşatabildim. Baro sınavını geçemedim ve evimi sattım.
Elimde bavulla müstakil evimin önünde dururken, kafam yukarıda pencerelerine bakıyorum. Köpek Mukaddes, burnunu cama dayamış. Anlamıyorum. Frigofobik köpek olur mu bilmiyorum. Yüzüme sıcak bir esinti çarpıyor. Kahkahalarla gülmeye başlıyorum.