Mürekkep lekesiydi onda ilk fark ettiğim. Gömleğinin sol cebinin kenarında kırmızı mürekkep lekesi. Oysa mis gibi parfüm kokusu, tıraşlı yüzü, kepeksiz yana taranmış saçları, ütülü gömlek ve pantolonu, bakımsız bir erkek olmadığını haykırıyordu. Gözümün lekeye takıldığını fark edince gülümsedi. “Kusura bakmayın lütfen. Dolma kalemin azizliği. Tam otuz yıllık kalemim. Akıtıyor ama yine de bırakamıyorum bir türlü. Babam sünnetimde hediye etmişti. Kalbimin üzerinde taşırım hep. Hınzır kalem yüzünden lekesiz bir gömleğim bile yok!” Çok hoşuma gitmişti aslında. Demek ki sevdiğine bağlıydı ve kusurlarıyla onu kabul edebiliyordu. Verdiği zararı gözü görmüyor, sahip çıkıyordu.
“Hiç önemli değil, Doğan Bey,” dedim. “Aksine böylesine bir bağlılık hoşuma gitti açıkçası.” Kırk yaşında adam kızarmıştı resmen. Başını hafifçe eğip gömleğinin cebini yavaşça okşadı. “Sizin internetteki resminizi gördüğüm anda bir şiir yazmak geldi içimden. Sakıncası yoksa okumak isterim.”
İstediğim bir göz Allah verdi iki göz… Hep romantik bir kocam olsun bana şiirler yazsın istemiştim. İlk eşim tam bir kazmaydı. Değil şiir, beş yıllık evliliğimizde bir kitap okuduğunu, bir dergi aldığını bile görmemiştim. Doğan Bey mürekkepli cebinden dörde katladığı kâğıdı çıkardı. Kırmızı mürekkeple yazdığı şiiri duygu dolu okudu. Okuduğunu bir başkası duysa çocukça bulabilirdi belki ama bana yazılan ilk şiir olduğundan çok etkilendim hatta gözlerim yaşardı.
“Beğendiğinizi umarım Hülya Hanım,” deyip elimi tuttuğunda ondan beklemediğim bu atiklik karşısında irkilmedim değil. Yetişkin bir kadının liseli genç kız gibi çekingen olması gereksiz diye düşünüp elimi çekmedim. Şimdi el ele karşılıklı bakışarak oturuyorduk.
“Neden kırmızı?” dedim.
Önce anlayamadı.
“Ha, mürekkebi soruyorsunuz, değil mi? Onun benim için acı bir anısı var,” dedi. Uzun kirpiklerinin gölgesinde kalmış, iri kahverengi gözlerinde yaşlar birikmişti.
“Özür dilerim sizi üzmeyi hiç istemezdim. Eğer sizi rahatsız ediyorsa anlatmayın!” dedim. Mahcup olmuş kendime kızmıştım. Bir süre gözlerini gözlerime kilitledi sonra yanıma gelip elini bu kez omzuma attı ve konuşmaya devam etti.
“Yanınızda kendimi daha iyi hissedeceğim. Sakıncası yok değil mi? Teşekkürler. Kırmızı mürekkep… Kırmızı mürekkep… Babam öğretmendi benim. Aynı zamanda öyküler yazardı. Hep dolmakalem ve kırmızı mürekkep kullanırdı. Bir sandığı vardı. Yazdıklarını oraya koyar, ben öldükten sonra sana mirasım bu derdi. Sonra… sonra bir yangın çıktı. Babam, sandık…” hıçkırıkları ile öpücükleri birbirine karışmıştı.
Bir yandan boynumdan öpüyor bir yandan ağlıyordu. İnternettten tanıştığım bu adamın ileri gittiğini düşünmeye başladığımda, duygusal bir adama alışık olmadığımdan yanlış şeyler kuruyorum diye kendime kızdım. O anlatmaya devam ediyordu.
“Babamın ölümünden sonra çok uzun süre kendime gelemedim. Annemle ikimiz her şeyimizi kaybetmiştik düşünsenize. O zaman ben on iki yaşındaydım. Elimde sadece okul çantam, defterlerim, kitaplarım ve babamın sünnet hediyesi dolmakalemim kalmıştı. Annemin hiç evlenmemiş kardeşinin yanına sığıntı olduk. Zavallı annemi de bu olaydan iki yıl sonra kaybedince, bana bir tek dolmakalem kaldı. O zamandan beri ben de şiirler, öyküler yazıyorum kırmızı mürekkeple. Tıpkı babam gibi. Onu kaybettim ama anısını yaşatabilirim diye tüm çabalarım. İsterseniz size yazdıklarımı göstereyim evimde. Ne dersiniz bana gidelim mi?”
Tam o sırada en yakın arkadaşım aradı. Beni hep çok saf bulurdu. “Otuz beş yaşına geldin hâlâ herkese inanıyorsun. Şimdi ne idüğü belirsiz bu adamın peşine de takılırsın sen. Sonra günlerce nasıl kandırıldım diye dertlenirsin. Bu sefer arayıp soracağım ona göre. Bakalım internet buluşmasının adamı neyin nesi, kimin fesiymiş?” demişti.
Şimdi de anlatmam için beni sıkıştırıyordu. İzin isteyip biraz uzaklaştım. Olanları kısaca anlattım. Adamın duygusallığını, sahip olduğu şeylere bağlılığını, anne ve babasını erken yaşta kaybetmesine rağmen çalıştığını ve edebiyatçı olduğunu. Arkadaşım benim adıma sevindi.
“Eli kalem tutan adamdan zarar gelmez. İyi madem, bu sefer doğru adamı buldun galiba!” dedi.
Ondan da onay aldığıma göre Doğan Bey’in evine gidebilirdim artık.
*****
Doğan, dolabındaki gömleklerden yeşil mürekkep lekeli olanı çıkardı. Hülya’dan çok zor yakasını sıyırmıştı. Kadın günlerdir kapısında yatıp kalkıyor, ağlıyor, yalvarıyordu. Onun yüzünden yöneticiyle tartışmıştı.
“Bu kaçıncı Doğan Bey. Yeter artık! Aile apartmanı burası. Her gün kapınızda kadınlar. Lütfen kendinize çeki düzen verin.”
Neyse ki daire kendisinindi. Yoksa bu namus bekçileri bir gün bile tutmazlardı onu. Aynada kendine son bir bakış attı. Mürekkep lekesini okşadı. “Bugün yeşilin kısmetine ne çıkacak bakalım? Kadınların mürekkep lekesine olan ilgisini hâlâ çözemedim ama bu anahtar her kapıyı açar,” deyip ıslık çalarak evden çıktı.