Yetmiş iki yaşındaydı Şevket Hatırnaz. Son bir yılda uzattığı, kırışıklarla dolu yüzünü çevreleyen bembeyaz saçlarını ensede kuyruk yapardı. Biraz gıdığı, biraz göbeği olmasına rağmen yine de yaşıtlarına göre daha genç görünürdü. Emekli etmişti kendini on sene önce, kırk yılı aşkın süredir yaptığı mesleğinden: avukatlıktan. Çok yorulmuştu neredeyse her biri bir kitap kalınlığındaki dava dosyalarından. “Ne kadar yaşarım Allah bilir, bari kalan yaşamımda canımın istediği kadar tembellik edeyim” demişti. O günden beri, onu trafiğiyle davadan davaya koşarken canından bezdiren İstanbul’un ve Datça’daki yazlığının keyfini çıkarmakla meşgul. Nisandan Ekim sonuna kadar Datça’da denizin, temiz havanın, sakinliğin tadını çıkarıp doyumsuz günbatımlarına karşı rakı yudumlamanın ömrüne ömür kattığını düşünüyor ve daha erken emekli olmadığına pişman oluyordu. Bir türlü vazgeçemediği doğduğu şehre döndüğünde de sinema ve tiyatronun, konser ve sergilerin, müzelerin, Boğaz’ın, Adalar’ın, Modaların tadını çıkarıyordu kendince.
İki yıldır dizlerinden sıkıntı yaşasa da, sağlığı genelde iyi sayılırdı. Son günlerde yaşadığı unutkanlıkları saymazsak. Markete gittiğinde alacaklarının yarısını unuttuğunu fark etti önce ve artık listesiz gitmez oldu alışverişe. Bir müddet sonra da ayraçla işaretlediği kitabının okuduğu son sayfalarını, hiç okumamış gibi hissedince tekrar tekrar okumalara başladı. Karısına da, kızına da söylemedi durumu. Herhalde yılların yorgunluğu böyle çıkıyor diye düşündü. Sonra birkaç bankadan aldığı kredi kartlarının farklı olan şifrelerinin tamamını, kızının doğum günü olarak değiştirdi; böylece unutma riskini bertaraf edeceğini düşündü. Bir süre sıkıntı yaşamadan günlük hayatını sürdürdü.
Ta ki, o güne kadar. Şehrin hemen dışında yaşayan bir avukat arkadaşının doğum günü partisine katılmak üzere evden çıkmıştı; kendisi gibi emekli meslektaşlarıyla toplanacaklardı. Neredeyse hazırladığı doğum günü hediyesini unutuyordu… Karısının hatırlatması üzerine son dakikada alıp arabaya koydu.
Gün ortası olmasına rağmen yoğun bir trafik vardı. Ağır ağır ilerlerken benzinin bittiğini haber veren sinyali duyunca yol üzerindeki son benzin istasyonuna girmeye karar verdi.
Arabasını yan yana dizilmiş dört pompadan ikincisine yanaştırdı. Pompacıya iki yüz liralık benzin koymasını söyleyerek ödeme yapmak için içeri girdi. Pantolonun arka cebindeki cüzdanını çıkardı. Kredi kartlarından birini çıkarıp görevli delikanlıya uzattı.
– İki yüz lira alır mısınız? Görevli genç kredi kartını pos makinesine takıp tutarı girdi ve Şevket’e uzattı.
– Pin kodunuzu girer misiniz? Şevket tuşlara bastı ve yanlış pin girdiniz ibaresi ekranda göründü. Görevli genç
– Yanlış bir tuşa bastınız herhalde tekrar girer misiniz? dedi.
Şifresini tekrar, bu sefer elleri titreyerek yavaş yavaş girdi. Evet, herhalde delikanlının dediği gibi hızlı gireyim derken yanlış bir tuşa basmış olmalıydı. Emindi işte kızının doğum tarihini giriyordu ama neden olmamıştı ki! İkinci kez girişinde de şifre kabul edilmemişti. Terlemeye başladı. Yandaki kadın da ona mı bakıyordu ne?! Bütün bu insanlar şimdi onun bunamış olduğunu mu düşünüyordu acaba?.. Bu düşünceler kafasında dönerken, o an orada küçülüp yok olmak istedi.
– Yine hatalı oldu beyefendi. Bir kez daha hatalı girerseniz kartınızın
şifresi bloke olabilir dedi görevli.
Utandı, yüzü kızardı.
– Doğru giriyorum ama ben! dedi kimselere duyurmak istemez gibi kısık bir sesle.
Sadece bunak olduğumu düşünseler iyi, kesin şimdi de başkasının kartını kullanan dolandırıcı gözüyle bakıyorlardır bana herhalde diye düşündü. Elleri titreyerek cüzdanını tekrar açtı, bir başka kart çıkarıp görevliye uzattı. Bu arada nakit ödemeyi de düşündü ama cüzdanının para kısmına göz attığında sadece elli lirası kaldığını gördü. Ateş bastı menopozlu kadınlar gibi. Alnında belirmeye başlayan ter tanecikleri yeni traşlı suratındaki kıl diplerini yakarak gömleğinin yakasına doğru ilerledi. Kravatını gevşetti, gömleğinin yakasını açtı ve tekrar pin kodunu girdi.
Yine olmamıştı. Şimdi ne yapacaktı. Pompacı benzini doldurmuştu bile. Benzini geri boşaltmalarını istemeyi bile düşündü ama o da olacak iş değildi. İlk önce doğum günü olan arkadaşını arayıp gelmesini ve ödemeyi yapmasını istemek geldi aklına; ama bu bütün arkadaşlarına rezil olmak demekti, vazgeçti. Sonra karısını aramak geldi aklına görevliden izin isteyip benzin istasyonun hiç kimsenin olmadığı market kısmına geçti ve telefondan karısının ismini bulup arama tuşuna bastı. Telefon çalıyordu. Beklerken iyi ki bu akıllı telefonlar var, yoksa bu kadar numarayı nasıl aklımızda tutardık diye de düşündü.
Karısına,
– Kızımızın doğum günü neydi hayatım? diye sordu.
Karısı,
– Sana ne oluyor Şevket?! Ne demek kızımızın doğum günü neydi?! Hemen yarın doktora gidiyoruz, olacak iş değil! diyerek makineli tüfek gibi söylenmeye başlamıştı ki,
– Kuzum uzun etme, söyle acelem var. Dönünce anlatırım her şeyi… dedi ve karısının cevabını alınca telefonu kapadı.
Olduğu yerde kalakaldı. Neyse henüz bunamamıştı. Yaşanan sadece biraz karışıklıktı. Kızının doğum günü yerine, karısının doğum gününü girmişti o kadar. Hemen geri dönüp unutmadan şifreyi girdi. Kartını cüzdanına koyup elindeki fişle zafer kazanmış bir savaşçı edasıyla pompacıya doğru ilerledi.