Büyülü bahçem benim… Miniğim tomurcuklandı, büyüyor. Elimi gerilmiş karnımda gezdiriyorum. O da hareketleniyor aynı anda, çak bir beşlik dercesine elime vuruyor. Günlerdir ilk defa gevşemiş ve rahat hissediyorum. Bu ev bana iyi geliyor. Camdan bakınca rüzgârla salınan dut yapraklarının defneyle flörtleştiğini görüyorum. Hafif bir esinti hanımeli kokusunu odanın içine doğru taşıyor. Kapı yavaşça açılıyor, annem kahve fincanlarını titreyen elleriyle yanımdaki sehpaya bırakıyor. Her gördüğümde daha da yaşlanıyor sanki. Karşıma geçip oturmasını beklerken saksı çiçeklerinin olduğu köşeye gidiyor. Yaprakları birbiri ucuna eklenip giden atlas çiçeğinin saksısını kaldırıp yere koyuyor. Kareli örtüyü de çekince, ortaya çıkan minik sandığı açıyor. İçinden kenarları işlemeli bebek yatağı örtüleri, yastık kılıfları, bebeklik ve çocukluk giysilerimi çıkarıyor. Örtülerin işlemelerini okşuyor: “Bak bunlar senindi. Yıllarca sakladım. Sen de Elif için kullanırsın.” Engin’in iç mimarla her ayrıntısını görüşerek son modaya uygun tasarladığı bebek odası için bu örtüleri uygun bulmayacağını, kullanamayacağımızı söylemiyorum.
Çocukluk kıyafetlerimi tek tek elime alıp inceliyorum. Annemin ördüğü kırmızı çizgili kazak, kardan adamlı hırka, dikiş makinesinde diktiği kirazlı gecelik ve uçları su taşlı fırfırlı mavi elbise. Elim fırfırlı mavi elbiseme değdiğinde gözlerim geçmişin hüzünlü sokaklarına dalıp gidiyor. Babamın beni görmeye geldiği son Pazar günü giymiştim o mavi elbiseyi. Aslında bir gün önce gelecekti. Cumartesi günü saatlerce pencere önünde beklemiştim onu. Yağmur yağıyordu. Damlaların cama vurup aşağıya kadar düştüğü çizgiyi elimle takip ediyordum. Onları seyretmeye dalmıştım. Yan odadan annemin ağlamaklı ve öfkeli sesini duydum. “Onlar çocuğunsa, bu da senin çocuğun. Sabahtan beri bekliyor.” Benim hakkımda konuşuyordu, dinlediğimi görünce odanın kapısını kapadı. Yanıma geldiğinde gözleri nemliydi: “Babanın işi çıkmış, yarın geleceğine söz verdi.” Aniden ayağa kalkıp yapay bir neşeyle “haydi hazırlanalım, Sevinç Pastanesi’ne gidiyoruz.” dedi. Oraya sadece özel günlerde senede birkaç kere giderdik. Pastanede, yan masamızda iki çocuklu bir aile vardı. Babaları sonradan geldi, çocuklar sevinçle kucağına zıpladılar: “Bugün yemeğimizi bitirdik, şimdi pastamızı yiyebilir miyiz babacığım?” Şimdi düşünüyorum da Tolstoy haklı olmalı, bütün mutlu aileler birbirine benziyor.
Pazar günü, öğleye doğru babam söz verdiği gibi gelmişti. Apartmanın bahçe kapısında beni bekliyordu. Eve gelmesini, oyuncak ayım Dodi ile tanışmasını çok istiyordum. Annemin bakışları ile karşılaşınca, bir şey söyleyemedim. Dodi’yi hızla kucağıma alıp evden çıktım. Baharın taze güneşi içimi ısıtıyordu. Babamın elinden tutup gururla yürüyordum. Elinin sıcaklığı, elimden başlayıp tüm vücuduma dalga dalga yayılıyordu. Parka gittik. Baloncudan bana kırmızı bir balon aldı. İpinden tutuyordum ki, balon elimden kaçıverdi. Hayal kırıklığı ile içimde belli belirsiz bir boşluk oluştu. Çilekli dondurmamı yiyemeden külahından düşürünce, iyice ağlamaklı oldum. Babam yenisini alsa da huzursuzluğum dinmedi. Eve doğru yürürken içimdeki boşluk gitgide büyüyordu. Sebebini anlayamadığım bir duygu sarıyordu. Bir felaketle karşılaşacakmış gibi hissediyordum. Yıllarca sürecek olan bu duyguya doktorlar anksiyete adını koyacaklardı sonradan. Tam babamdan ayrılacakken “Dodi!” diye haykırdım. “Dodim yok baba. Parka dönüp bulalım onu.” “Şimdi hiç zamanım yok. Ben sana aynısından alırım” dedi. Ne Dodi’yi ne babamı bir daha göremedim. Babamın yeni ailesiyle gittiği Almanya’dan acı haberini aldık. Trafik kazasında hayatını kaybetmişti.
Mavi elbiseyi sandığa geri koydum. “Bu kalsın anne,” dedim. “Niye?” diye sormadı. Göz kapakları titriyordu. Elimi tuttu okşadı. Kahvelerimiz çoktan soğumuştu.
Akşam, Engin’in mutfaktaki hızlı devinimlerini izlerken, onun nasıl bir baba olacağını düşündüm. Daha önce düşünmeliydim, bunu biliyorum. Otuz dokuz yaşıma geldiğimde, son treni kaçırmakta olan bir yolcunun aceleciliği ile, çocuk isteyen ilk eş adayına, Engin’e koştum. Kibar, eğitimli ve çirkin değil. Üstelik iyi kazanan birisi olunca düşünecek daha ne olabilirdi ki?
“Hayatım, daha hazırlanmamışsın. Bu akşam Serhat’la Esra gelecekler.” Yine bana haber vermeden plan yapmış ama bu akşam hiç keyfim yok. En iyisi hamilelik bahanesiyle atlatmak. “Çok yorgun hissediyorum, midem bulanıyor. Yatıp dinlenmeliyim.” Yüzündeki hayal kırıklığını saklamıyor. Her şey planladığı gibi olsun ister.
Yatağımda sırt üstü yatıyorum. Yemek odasından gelen belli belirsiz konuşma sesleri, gülüşmeler ahenksizce dans ediyor. Biz nasıl bir aile olacağız, mutlu olabilecek miyiz diye düşünüyorum. Karnımda yine bir hareketlenme; cevabı Elifim veriyor. Olacağız, biz çok güzel bir aile olacağız. Kendi kendime gülümsüyorum. Tuhaf bir enerji ile kalkıp yemek odasına doğru gidiyorum.