Sabahın ilk ışıklarıyla uyandı. Buz kesen gecenin soğuğu, adeta odaya yayılmıştı. Kalın hırkasını omuzlarına alarak mutfağa geçse de yüreğindeki titreme geçmek bilmiyordu. Ocağa çayı koyduktan sonra çocukların odasına gitti. Yanaklarından öperek onları sevgiyle uyandırdı. “Günaydın kuzularım, kalkın bakalım, kahvaltıyı hazırlıyorum” dedi. Sesindeki neşeye rağmen içinde derin bir huzursuzluk vardı.
Masayı hazırladığı sırada kapı çaldı. Gelen apartman görevlisiydi. Nazik bir tavırla ekmek ve gazeteyi uzattı. Teşekkür ederek siparişleri alan Nadide’nin yüzünde tanıdık bir heyecan belirdi. Kapıyı kapatır kapatmaz gazetenin günlük köşe yazısına baktı. ‘’Hanımlar, unutmayın! Hepiniz evinizin kraliçelerisiniz. Size köle gibi davranılmasına asla izin vermeyin!” Dudaklarında hafif bir tebessüm belirmişti ki eşi Aslan Bey ‘’Ne sırıtıyorsun öyle? Pişmiş kelle gibi!’’ diyerek salona girdi. Öfkeyle elindekine vurup “Kaç kere söyleyeceğim okuma şu Tomris’in saçmalıklarını! Yine kadınları ayaklandırmaya çalışıyor, değil mi ha?’’ diye bağırdı.
Nadide bir şeyler demek istese de çocuklar gelince susmak zorunda kaldı. Hep birlikte kahvaltıya oturdular. Aslan Bey, tabakları şöyle bir süzerek kabuğu soyulmamış yumurtaları görünce kaşlarını çatarak eşine seslendi. Yanına yaklaştığında ”Az eğil hele! Kulağına bir şey söyleyeceğim” diyerek tabaktan aldığı yumurtanın kabuğunu başında çatlatıverdi. Kırılanın yumurta değil annelerinin kalbi olduğunu fark etmeyen çocuklar, babalarının bu tavrını şaka zannedip kahkahalarla güldüler. Az sonra okul servisi geldi. Nadide, şefkatle kucaklayıp araca bindirdi onları.

Eve dönüp kocasıyla baş başa kaldığında kendinden emin bir tavırla “Yaptığın hiç doğru değil! Beni çok üzüyor, çocuklarımıza da kötü örnek oluyorsun” dedi. Aslan Bey ise elini buyurgan bir hareketle havaya kaldırıp susmasını işaret ederek ”Eh, kes artık! Sabah sabah karı dırdırı da hiç çekilmiyor. Doğruyu yanlışı senden mi öğreneceğim? Cahil karı!.. Kalkmış da bana akıl veriyorsun!’’ diye söylendi. Nadide, sürekli onu susturan, sözlerini küçümseyen kocasının bir gün kalbine dokunacağını umut ederek yüzüne acıyarak baktı.
”Ne bakıyorsun öyle bön bön! Getir şu ceketimi, işe geç kalacağım. Ha, o gazeteyi de getir! Tomris denen kadının yazılarını okuya okuya dilin iyice uzadı ” dedikten bir süre sonra kapıyı çarpıp çıktı.
Ev sessizliğe büründüğünde derin bir sır da açığa çıkmak için sabırsızlanıyordu. Susturulmuş ve aşağılanmış olmanın ağırlığı Nadide’yi durdurmak yerine sürekli harekete geçiriyordu. Bilgisayarı açtı. İncecik parmakları sadece kendisi için değil aynı durumdaki tüm kadınlar için de hızla tuşlara dokunuyordu. Yazısını bitirip editöre e-posta atarken gelen kutusuna bir ileti düştü.
‘’Sevgili Tomris Hanım!..
Sesiniz, sesimize güç verdi. Sayenizde ekonomik özgürlüğümü ve toplum içinde saygınlığımı kazandım. Eşim, bana ve çocuklarıma çok adil davranıyor. Tüm kadınlar adına size teşekkür etmek istedim.’’
İçinden ‘’Umarım bugün ben de’’ diyerek bilgisayarı kapatıp aklındaki sorularla baş başa kaldı. İki ay evvel gazetenin genel yayın müdürü aramış, topluma olan değerli katkılarından dolayı düzenleyecekleri tören hakkında bilgilendirmişti. Plaketle onurlandırılacağını duyunca önce sevinçten havalara uçmuş sonra da kara kara düşünmeye başlamıştı. O’nun Tomris’in gizli yüzü olduğunu kimse bilmiyordu. Tören günü gelip çatmıştı. Eşi durumu öğrenince büyük bir öfkeye kapılacak belki de boşanacaklardı. Vakit yaklaştıkça Nadide’nin içindeki gerilim de artıyordu.

Aslan Bey, sabah güneşiyle birlikte manav tezgahının başına geçti. Bu saatlerde pek müşteri gelmezdi. Bir çay söyleyip evden getirdiği gazeteyi masanın üzerine bıraktı. On aydır okuduklarından karısının etkilenmesini istemezken kendisi etkilenmişti. ‘’Kadınlar toplumda hep eziliyor’’ demişti Tomris, geçen günkü yazısında… Aklı çocukluğunda kalmıştı. Babasının sorumsuzca davranışları, annesini yediği dayaklardan korumaya çalışması… ‘’Ben erkek adamım ‘’ demişti babası. ‘’Severim de döverim de. Hem ne demiş atalarımız? Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin.’’ Yüzü ekşidi birden. Sabahın köründe kalkıp yemeyip yediren, içmeyip içiren, üstünü başını giydiren, yırtık önlüğünü yamalayarak yenisini almak için para biriktiren o fedakâr annesi şimdi yaşamıyordu. ‘’Allah için Nadide’ye bir fiske bile vurmadım bu zamana kadar, keşke o yumurtayı da…’’ diye geçirdi içinden.
Çayından yudumlayarak, gazeteyi aldı. ‘’Anne olarak kadın, çocuklarının ilk öğretmenidir. Sevgi ve saygıyla verdiği eğitim, sadece çocukların değil toplumun gelişimini de belirler. Eş olarak ise ailede denge ve huzuru sağlar.’’
’’ Hıh!’’ Diyerek yine mırıldanmaya başladı. ‘’ Bak, burada saçmalamış işte! Ne öğretmeni ya hu? Benimki cahil cahil! Tamam ben de beşinci sınıfa kadar okudum ama hayat okulundan mezun oldum. Yıllarca esnaflık yaptım. İnsan sarrafıyım. Onun vasfı ne? Çamaşır, bulaşık yıkamaktan başka ne bilir? Kimden ne öğrenmiş de eğitim verecekmiş, ha? Bu arada ilk müşterisi gelmiş domates istiyordu. Ürünü tartıp verdi. Tekrar gazeteyi eline aldı. Köşe yazıları zihninde büyüdükçe büyüyordu. O an fark etti ki korkusu sadece Nadide’nin değişme ihtimali değildi. Asıl korkusu kendi kurduğu düzenin alt üst olmasıydı. Okuduğu her cümle zihninde yepyeni pencereler açıyordu.
‘’Kadın ve erkek iki farklı çiçek gibidir; birlikte bir bahçeyi güzelleştirirler. Kadın ve erkek bir kuşun iki kanadıdır biri olmadan diğeri yükselemez.’’ Bu cümleler üzerinde uzunca düşündü. Çok kızdığı hatta nefret ettiği Tomris’e karşı içinde garip bir hayranlık oluştu. Tomris sadece kadın haklarını değil kadın ve erkek eşitliğini savunuyordu. ‘’Vay be! Aslında başbakan olacak kadınmış’’ dedi. Sayfaları çevirirken denk geldiği haberde ‘’Kadın Haklarının Cesur Sesi: Tomris Ödül Alıyor!’’ Yazıyordu. Altındaki fotoğrafa bakınca neredeyse gözleri yerinden fırlayacaktı. Bu nasıl olurdu? Manav tezgahını öylece bırakıp eve gitti. Kapıyı sertçe açıp içeri girdi. Nadide tören için hazırlanıyordu. Aniden korkuyla arkasına döndü. Aslan Bey gazeteyi yüzüne fırlatarak bağırdı. ‘’Çabuk söyle! Bu sen misin?’’ Hangi sır sonsuza kadar saklanabilir diye düşünerek tedirginliği üzerinden atıp kararlı ve tok bir sesle:
‘’Evet’’ dedi.
‘’Tüm bunlar senin başının altından çıkmış olamaz. İki kelimeyi bir araya getirip konuşamayan sen! Tüm bunları neden yazdın? Beni el aleme rezil mi edeceksin?
‘’Aynı evde yaşadığımız halde sana sesimi duyuramadığım için yazdım! Benim gibi susturulup sesini çıkaramayan kadınlar için yazdım! Eşit hak ve özgürlüklere sahip olduğumuz halde sınırlandırıldığımız hatta yok sayıldığımız için yazdım!’’
‘’Yazmayacaksın! Hem, çıkar şu üstündekileri. Tören mören yok! Gitmeyeceksin.
‘’Gideceğim! Herkes beni alkışlarken, senin aşağılayacağını bile bile gideceğim’’
Bu tartışmanın ardından kapıyı açık bırakarak dışarı çıktı. Tomris’in yazıları Aslan Bey’in zihninde yankılanıp duruyordu. Kadın ve erkek, iki kanat… ‘’Nadide bensiz uçamaz’’ dedi. Peki ya ben?’’
Gazete binasında tören başlamış ödüller dağıtılıyordu. Az sonra Tomris’in adı anons edildi. Birçok kadına ilham olan konuşmasını ‘’Sevgi ve saygı olmadan ne sağlıklı yuva ne de bir toplum inşa edilebilir ‘’ sözleriyle bitirirken salondan alkışlar yükseliyordu. Plaketini alırken ön sıralarda oturan kocası ve çocuklarıyla göz göze geldi. Aslan Bey ne göğsündeki kabarıklığı ne de gözlerinde ışıldayan kıvancı gizleyemezken çocuklar annelerine sarılmak için sahneye doğru sevinçle koşuyorlardı.