Her şey Tilki’nin kulağıma fısıldamasıyla başladı.
“Medea’nın kazanının yerini öğrendim.”
Onu dinlemeyecektim. Ali’ye takılmayacağım diye içimden kaç kere geçirdim bilmiyorum ama gel de anlat hayallerime. Bu işleri bilmeyen pek anlamaz, tarihin gediklerinden giren köstebekler gibiyiz. Sigara, uyuşturucu bağımlılığı bile iyileşebilir ama bu iyileşemez. Kazan… Medea… Kolhis prensesi… Medea… diye diye tüm geceyi ter içinde geçirdim. Ertesi sabah Ali’yi bıraktığım masada sızmış buldum.
“Dökül bakalım bildiklerini.” Ali, o masada sızan adam değilmiş gibi fırladı yerinden. Koluma yapıştı. “Sansar, size gidelim orada anlatırım. Yerin kulağı var, duyan muyan olur.” “Oğlum annem başımda ekmek kırdı. Ölüsü üzerine yemin ettirdi, bir daha o Ali denen puşt bu eve girmeyecek dedi. Geçen sefer biliyorsun içeri girmekten son anda sıyırdım.”
Parkta bir banka oturduk. Yol boyu Ali dönüp dönüp arkasını kontrol etti.
“Bu tiyo çıkmazsa şurada kafamı keserim.”
“Kertenkele kuyruğu gibi senin bu kafa kesmen de. Durmadan kesip yeniden çıkıyor.”
“Sen geç bakalım dalganı. Aç şu kulaklarını da iyi dinle.”
Anlattıkları inanılır gibi değildi, o nedenle ben de inanmadım. Yine de ya doğruysa demekten kendimi alamadım. Ordu’nun bir kasabasındaki suların altında kalmış bir mağaradan söz ediyordu. Sadece bir kişi girebilirmiş. Onun ayağı sakat olduğu için o kişi doğal olarak bendim. Oradan buradan parayı buluşturup doğru Ordu’ya. Tarif ettiği yer artık turistik hale gelmiş. Güneşin batışını ve doğuşunu seyretmek için insanlar kamp kurmuş. Ben de küçük bir çadır kurdum. Güneş batarken her yan pespembe oldu. Büyülü bir ortamdaydım. Gece yarısı dolunay çıktığında Tilki’nin söylediği mağaraya girdim. Çocukluğumdan beri girerim mağaralara. Babam bir define avında gazdan zehirlenip öldüğünde ben mağaranın girişinde erketede bekliyordum. Babamın ölümü, annemin duaları hatta bedduaları bile vazgeçiremedi beni. Elimde fener belimde ip, çakım, baltam yavaş yavaş sürünerek ilerledim. Haritayı ezberlemiştim. Daracık bir delikten geniş bir alana çıktım. Bir an düş görüyorum sandım. Kazan oradaydı. Ortada duruyordu. Yavaşça yaklaştım. Çok büyüktü. Yanında bir sürü ot vardı. Ben kazanın içine doğru eğilmişken ardımda bir ses duydum.
Kelimeler utancın etrafında dolaşıyorlar. Yok… Duyduğum utanç olsun isterdim ama yok. Bunu ifade edecek hiçbir sözcük bulamıyorum. Kalbim donmuş. Çocuklarım kollarımda cansız yatıyor. Göl kadar sakin ve sessiz. Kutsal bir ayinin ortasında gibi huzur doluyum. Onlara bırakmayacağımı bilmeleri gerekirdi. Ben, anneleri, canlarını kendim verdiğim gibi ellerimle aldım geri. Hepsi benim kararım. Babam anlamıştı en başında, genç adamın, tanrıların gücündeki elli adamla, argonatlarla geldiğinde her şeyin değişeceğini. İason’u o yakışıklı adamı gördüğüm anda âşık olmuştum. Oysa o kendine güvensizliğiyle cüce Eros’u getirmişti yanında. Eros’un okuna bağladı benim aşkımı. Ah İason! Beni, büyücü tanrıça Medea’yı hep hafife aldın. Amcanın seni ortadan kaldırmak için uydurduğu altın posta ulaşma isteğin gözünü kör etmişti, görebilseydin. Babamın imkansıza yakın isteklerini kolaylıkla geçmeni sağlarken ben seninle bir ömür geçirmeyi hayal ediyordum. Bana ihanet ettin İason. Ömrün olduğu sürece beni aşkınla saracaktın yapmadın. Bense neleri göze aldım. Aşk bir kadının güzellik iksiridir. Sen bana zehir içirdin. Oysa altın postu aldığında ülkemin tüm bereketinin kaçacağını bile bile seninle geldim. Gemine atlayıp kaçarken babam bizi takip etmesin diye kardeşimi ah o küçüğü bile gözden çıkardım. Onu ben atmadım denize, babamın en sevdiği oğlunu. Bunu kabul edemem gizliden gizliye beni suçlamıştın biliyorum. Kardeşim benim için feda etti kendini. Babamızın, bedenini denizin yutmasına izin vermeyeceğini biliyordu. Senden de hep bu fedakarlığı bekledim.
Gözlerime inanamıyordum. Yunan mitolojisinden antik dünyanın efsanesi Medea ya da hayaleti ya da ben bir düşün içinde. Kafam karmakarışıktı. Bir kayanın arkasına saklandım.
Cama benzer, açık renk parlak gözleri karanlıkta parlıyordu. Kazana yaklaştı. İçine otlar atmaya başlayıp konuşmaya devam etti.
“İason… Beni bir ömür sevmeye söz vermiştin. Çocuklarım senin bana armağanındı. Verdiğim gibi yine ben aldım elinden. Bizi terk etmene izin veremezdim. Benim büyü gücümü umursamadın. Uğruna beni terk etmek istediğin prenses gönderdiğim zehirli pelerine sarılıp tutuşmasaydı onu kurtarmak isterken de babası, onunla birlikte yanmasaydı, belki sana başka cezalar verirdim. Gücüm korkutucudur. En büyük ceza sevdiklerini elinden almak. Bu kazan benimle birlikte, kaçarken saklandığımız bu yerde, sonsuza kadar kalacak. Otlar, sihirler, tüm dünyanın tanrısal güçleri benim içimde. Yeni bir büyünün gelişi müjdelerle…”
Kazanın içinden birden renkli dumanlar çıkmaya başladı. Şaşkınlıkla bakıyordum. Duman benim olduğum yere doğru bir ip misali hızla ulaştı. Boynuma dolandı. Boğuluyorum dedim içimden. Büyüsüyle beni boğuyor. Ayaklarım yerden kesildi. Duman beni askıda sallıyordu. Darağacında gibiydim. Medea gözlerini gözlerime dikti.
“İason sonunda geldin demek. Ben de seni bekliyordum. Çocuklarımı, babamı, kardeşimi sana kurban verdim. Aşkına. Şimdi sen de bedenini bana kurban vereceksin. Bu kazanda pişen etin, kemiğinle benim olacaksın. Altın postu aldıktan sonra ülkem neler çekti. Sense amcanı tahtan indirmek için yine benim büyü gücümü kullandın. Onu gençlik iksiri hayaliyle koyunu kuzuya çevirme büyüsüyle kandırmasaydım ölüp genç olarak canlanacağına ikna etmeseydim kızları öldürmezdi kendi elleriyle. İason senin için neler yaptım. Şimdi bu büyüyle sana olan aşkımı etinle kemiğinle besleyerek bir olacağız. Sen ben bir olarak…”
Bundan kurtulmanın bir yolunu bulmalıydım yoksa burada bir mağarada babam gibi ama ondan başka bir şekilde belki de kimsenin anlayamayacağı şekilde ölecektim. Annem kim bilir neler söyleyecekti ardımdan. Tam o anda bir mucize oldu. İçeriye gün ışığı süzüldü. Medea’nın parlak gözlerine perde indi bir anlığına. Boynumu sıkan ip gevşedi yere düştüm. Ardıma bile bakmadan kaçtım. Hiç düşünmeden otobüse atlayıp eve döndüm. Annem pencere kenarında oturmuş beni bekliyordu. Görünce kapıya fırladı. Bir yandan terliği ile vuruyor, bir yandan ağlıyor hem gülüyor hem bağırıyordu. Sakinleşince bir adım geri çekilip bana boynuma bakakaldı. Hemen aynaya koştum. Boynumda gökkuşağı renginde bir halka vardı. Yıkadım, sildim, mümkünü yok geçmedi. O zamanlar yirmi yaşındaydım şimdi yaşım oldu yetmiş. Bu gördüğünüz dövme değil Medea’nın izi.
Beni dinleyenler gülerek etrafımdan uzaklaştı. Gözlerimi yumdum. Medea’nın hayali yanıma gelinceye, elini elimin üzerine koyuncaya kadar bekledim.