“Yollar seni gide gide usandım…”
Diline pelesenk olmuştu kafasının içinde çalan türkü. “Sabah şafak daha sökmemişken sürekli kendini tekrar eden plak gibi yollardayım işte.” diye içten içe tekrar edip duruyordu.
Evin önüne varıp arabayı park ettiğinde saat çoktan 08:00 olmuştu. Yaşadıkları balıkçı köyünde hayat yavaş yavaş canlanmaya başlamıştı. İnsanlar işe ya da kahveye gitmek için birer ikişer evlerden çıkıyordu. Oysa Beril için gün bitmişti. Sami gitmiş, ardında soru işaretleri ile dolu koskoca bir boşluk bırakmıştı.
Tam on beş yıldır evliydiler. On üç sene de ondan öncesi, koca bir ömrü beraber paylaşıyorlardı. Hayatı Sami’yi beklemekle geçmişti Beril’in. Denizciydi Sami, gemilerde çalışıyordu. İlk zamanlar çok zordu şimdiki gibi cep telefonu internet bir tarafa gemide uydu telefonu bile bir çalışır beş bozulurdu. Dokuz ay boyunca haber alamadığı, irtibat kuramadığı bile olmuştu. Şimdilerde ise her şey çok daha kolaydı, özledikleri zaman bir görüntülü görüşme yetiyordu hasreti dindirmeye.
Peki gerçekten diniyor muydu hasret? Yoksa herkes kendini mi kandırıyordu? Yalnızlık dile vurdu mu çok can yakıyordu.
“Yıllardır yaşıyorum aynı şeyi artık alışmış olmam gerekmiyor mu?” diye düşünürken telefonun mesaj sesi ile irkildi.
“Uçağa bindik” yazmıştı Sami, mesajdaki soğuk ve kırgın havayı çok net hissedebiliyordu Beril. Saatine baktı, ne çabuk 10:30 oldu diye şaşırdı. Kısa bir süre ne yazacağını düşündü.
İçindeki kırgınlıkla “çok şükür, gözün aydın.” diyebildi sadece.
Sami korkuyordu uçmaktan. Bunca sene defalarca kez uçağa binmişti, on altı saat uçtuğu bile olmuştu ama yine de alışamamıştı uçağa. Rahatladığını fark etti Beril. Kırgındı ama yine de endişeleniyordu onun için. Dile kolay yirmi sekiz senedir seviyordu bu adamı hem de hâlâ ilk günkü gibi…
Sami yokken kendini yapayalnız hissediyordu. Oysa iki evlatları vardı, on dört yaşındaki oğulları Kuzey ve sekiz yaşındaki kızları Şimal hep yanındaydı. Sonra iki kardeş gibi gördüğü dostu vardı Lina ve Arya. Ancak ikisi ile de uzaktılar birbirlerine. En yakın Lina’ya gitmesi bile trafik olmadığında kırk dakika sürüyordu. Sürekli görüşemeseler bile her gün mutlaka konuşurdu ikisi ile de. Ama canı sıkıldığında ya da kafası attığında kapıyı çekip yanlarına gidemiyor oluşu canını sıkıyordu. Çocukluğu ailevi sıkıntılar ile geçmişti. Tek çocuktu, kardeşi yoktu. Babası ile arası hiç iyi olmamıştı. Bir kız çocuğu olarak en çok bunun eksikliğini hissediyordu.
“Acaba bu yüzden mi Sami’ye bu kadar kendimi adamışlığım?” diye düşünürdü bazen.
Onu her şeyi yapmıştı. Eşi, arkadaşı, abisi, babası… Sami gittiği an sanki koca dünyada kendisinden başka kimse kalmamış gibi hissederdi. Sonra fark etti ki canını yakan yalnız kaldığında hissettiği yalnızlık değildi, kalabalıklar içinde hissettiği yalnızlık acıtıyordu canını. Sami evdeyken yanındayken hissettiği yalnızlık. Her fırsatta beraber bir şeyler yapabilmek için çabalıyordu Beril ama Sami sanki hiç önemsemiyordu onun bu çabasını. Üstelik bu ilgisinden sıkılıyor, her fırsatta kaçıyordu. Beril ne zaman bir şey yapalım dese bir bahane uydurup reddediyordu.
“Bu trafikte dışarı mı çıkılır.” ya da “Neden hep biz gidiyoruz onlar gelsin.” gibi türlü türlü bahanelerin ardına saklanıp hayır diyordu.
Ama kendi arkadaşları ile sürekli bir aradaydı, doğup büyüdüğü yerde oturuyor olmaları en büyük şansıydı Sami’nin. Canı sıkıldı mı ya da kaçmak istedi mi soluğu arkadaşlarının yanında alıveriyordu. Beril ise daraldığında en yakın arkadaşına gidebilmek için önce çocukları emanet edecek birini bulmalı sonra da arabaya atlayıp en az 40 dakika yolculuk yapmalıydı.
“Haksızlık bu!” diye söylendi birden. Öylesine yaralanmıştı ki sesli düşündüğünü nice sonra fark etti.
“Ben bu monolog halinde yakınmalardan, tek başıma bir şeylere göğüs germeye çalışmaktan da çok sıkıldım!!” diyerek ağlamaya başladı. Tam bu sırada telefon çaldı. Sami arıyordu. Hemen açmadı biraz kendine gelmek için bekledi. Usulca telefonu eline aldı ve açma tuşuna bastı.
“Efendim. “
“Biz vardık, havaalanında bavulları bekliyoruz. “
“Çok şükür sevindim, nasıl geçti uçuş? “
“Fena değildi pek bir şey anlamadım, uçak kalktıktan sonra uyuyakalmışım. “
“İyi bari sıkıntısız geçtiğine sevindim. “
“Sağ ol. Ararım gemiye varınca.
“Tamam Allah’a emanet. “
Telefonu kapatıp gözyaşlarına büründü tekrar Beril. Daha gideli yedi saat olmasına rağmen deli gibi özlemişti. Tartışarak ayrılmış olmalarına rağmen içinden koşup ona sarılmak yalnızlığını kokusu ile bastırmak geliyordu. O arada tekrar çaldı telefon, Arya arıyordu şimdi de. Bekletmeden açtı telefonu ağlıyor olmasını umursamadan.
“Arya selam naber? “
“İyi tatlım sen nasılsın Allah kavuştursun gitmiş Sami.”
“Evet sabah bıraktım havaalanına.”
Bu son cümleyi söylerken gözyaşları çağlayan gibi akmaya başlamıştı artık. Arya çok iyi tanırdı arkadaşını bir süre ağlayıp içini boşaltsın diye bekledi, sonra usulca konuşmaya başladı:
“Hiçbir şey değişmedi değil mi hâlâ konuşabildiniz mi bari? “
“Nerde, konuşmaya vakit mi oldu. Havaalanına bıraktıktan sonra uçağa binene kadar mesajla ne kadar anlatılırsa o kadar anlatmaya çalıştım derdimi ama pek bir şey fark ettiğini sanmıyorum.”
“Sesin çok kötü geliyor gelmemi ister misin?”
“Sağ ol bir tanem çocukları kayınvalideme bırakmıştım onları almam lazım. Toparlarım birazdan çok üst üste geldi her şey.”
“Tamam canım bir şeye ihtiyacın olursa ara. Öpüyorum çok. “
Telefonu kapatıp balkona çıktı Beril. Bir sigara yakıp sokağın girişine doğru bakmaya başladı. Sami’nin birden sokağın başında belirdiğini o hızlı adımları ile eve doğru koşarcasına yürüdüğünü hayal etti. Etrafına baktı çocuklar da olmayınca ev hepten sessizliğe bürünmüştü. Kendi kendine konuşmaya başladı usulca;
“Kim bilir kaç kere bu balkonun kenarına oturup yolunu gözledim saatlerce, ha şimdi gelir ha şimdi döner köşeyi diye ne vakitler harcadım bu köşede. Seninle geçirebileceğim bir saniyeye bile dünyaları verebilecekken beni bu sonsuz yalnızlığa mahkûm etmeni hazmedemiyorum. Çocukluğumdan beri en çok korktuğum şeyin yalnız kalmak olduğunu bilmene rağmen bana bunu yapmanı hazmedemiyorum. Birlikte yaşayacağımız hayatın zaten yarısı birbirimizden uzak geçiyor bari burada olduğun vakitlerde seninle daha fazla şey paylaşabilmek istiyorum çok mu? Sevdiğim adama doyamadan ölmekten korkuyorum. Bu kadar mı zor “seviyorum” dediğin kadına zaman ayırabilmek? Ben ikimize özel bir zaman dilimini hak etmiyor muyum? Bunu bana neden yapıyorsun Sami, neden? Bana kendini neden çok görüyorsun? Seviyorum, özlüyorum, doyamıyorum anlasana be adam anlasana!”
Bu insan kalabalığının içinde yalnız kalmayı mı tercih edecekti yoksa Sami’’nin olmadığı bir yalnızlığı mı…? “Ne fark eder k?” diye düşündü. Her şekilde yalnızdı işte, hayatı boyunca en çok korktuğu şeyi yalnızlığı yaşamak zorunda bırakılmıştı.
Biten sigarasını söndürüp ayağa kalktı, sokağın ucuna son bir kez bakıp fısıldadı;
“Peki madem, yalnızlık ise payıma düşen bu hayatta, onu da layığı ile yaşamayı bilirim ben!”
Çöken omuzlarını kaldırıp başı dik bir şekilde evlatlarını almak için çıktı evden.