Söyleşi Konuğumuz: Ayşe Övür
- Osmanlı Devleti’nin çöküş süreciyle ilgili ayrıntılara da yer veren, Çerkes asıllı Seferbey’in Kafkasya’dan başlayıp Sahra Çölü’ne uzanan yolculuğunu, Trablusgarp savaşını anlattığınız ilk romanınız Sahra 1911 bir dönem romanı. Botter Apartmanı ikinci romanınızın ise II. Abdülhamit dönemi, tarihle iç içe ilerleyen bir kurgusu var. Tarihi romanlar yazmanızda arkeoloji eğitiminizin etkisi var mı? Ya da tarih ve edebiyat eserlerinizde nasıl birleşti?
Arkeoloji ve tarih eğitimi almamın yazdığım eserlere büyük etkisi olduğunu biliyorum. İnsanlığın yüzyıllar içindeki hayatta kalma macerası çocukluğumdan buyana hep ilgimi çekmiştir. Bu nedenle olmalı yazdığım iki romanın da tarihle ilgisi var. Şu anda yazmakta olduğum üçüncü roman günümüzde geçtiği halde, onda da tarihi referanslar satır aralarında kendine yer buluyor. Bununla birlikte tarihi roman yazarı olarak anılmak istemiyorum. Zaman zaman tarihi roman da yazan ama çoğunlukla çağına tanıklık eden bir yazar olmaya daha sıcak bakıyorum. Çünkü bence yazarın başlıca işi yaşadığı zaman dilimini yorumlamak olmalı.
- Romanda Botter Apartmanı, Galata Mevlevihanesi, Narmanlı Han, Galata Kulesi gibi tarihi, mekânlar yer alıyor. İstiklal Caddesi, Beyoğlu özelinde İstanbul ana karakter olarak hep var. Kahramanların özellikle psikiyatrist Dr. Kaan Yamaner’in bu mekanlarla giderek genişleyen, güçlenen bir bağı var. Yaşadığımız mekânların, şehirlerin sizce kitabınızdaki gibi hayatlarımızı şekillendiren bir etkisi var mı?
İnsan, çevresi ile birlikte var olan bir canlı. Bu nedenle yaşadığımız kentlerin psikolojimiz üzerinde derin bir etkiye sahip olduğunu düşünüyorum. Elbette İstanbul’un çok özel bir yerleşim olduğunu da unutmamak gerek. Üç binyıllık kesintisiz ve ihtişamlı bir geçmişe sahip kültür kenti. Özellikle böyle derin tarihe sahip kentlerin insanların yaşamını çok etkilediğini düşünüyorum. Yaşadığımız mekanlar da aynı şekilde yaşamımızı etkiliyor. Özellikle Botter Apartmanı ya da Narmanlı gibi zamanın içinden zarafetle süzülerek günümüze ulaşan binalar, farkında olanlar için, beraberlerinde büyük öyküler, hassas duygular da taşırlar.
- Romanda neredeyse bütün karakterlerin ruhsal yaraları, sırları var. Zehra karakteriyle anlattığınız ensest konusu, 6-7 Eylül olayları gibi tarihsel kırılmalar, kısaca bireysel ve toplumsal travmaları işlemişsiniz. Kurguyu nasıl oluşturdunuz? Bütün bu ayrıntılar yazmaya başladığınızda notlarınız arasında var mıydı yoksa yazarken kaleminiz mi sizi bu olaylara sürükledi?
Romanı yazmaya başlamadan önce ben de pek çok yazar gibi önce birkaç sayfalık hikâye örgüsünü kaleme almıştım. Bu kısa ön metinde 6-7 Eylül olayları yer almıyordu. Yazmaya başladıktan sonra öykü kendiliğinden 6-7 Eylül olaylarına doğru akmaya başladı. Romanda karakterleri, maskelerini indirerek, iç dünyaları ile yazmak istedim. Bu nedenle tüm karakterlerin travmaları ortaya çıktı. Şöyle bir çevremize baktığımızda, toplum önünde takındığı maskeleri çıkınca neredeyse travması olmayan insan göremezsiniz. Az ya da çok hemen herkesin üzerini örttüğü, kendisinden bile sakladığı hassas bir yarası vardır. Romanda yapmaya çalıştığım, karakterlerin iç dünyasındaki yaraları görülebilir hale getirmekti.
- Romanınızın mekânı olan İstiklal caddesi civarında Botter Apartmanı’ndan başka Ralli, Ragıp Paşa, Mısır, Doğan, Kamondo, Frej gibi etkileyici ve hikayeleri olan başka apartmanlar da var. Neden onlardan biri değil de Botter Apartmanı, sizin için özel bir anlamı var mı?
Romanı yazmaya başlamadan önce aklımda birkaç farklı bina vardı. Bu binalar hemen hemen aynı dönemde inşa edilmişti. Beni Botter Apartmanı’na yaklaştıran onun ihtişamlı ve şöhretli geçmişine tezat oluşturan terk edilmişliği, yalnızlığı oldu. Bir zamanlar 2. Abdülhamit’in terzisi Mösyö Botter burada yaşarken dönemin en zengin ve en elit kadınları Botter Apartmanı’nın önünden geçmek için özel kıyafetler diktirirmiş. Mimarı açıdan ilginç olan ise Sanayi Devrimi sonrası gelişen New Art’ın görkemini yansıtan İstanbul’daki ilk yapılardan biri olmasıydı. Böyle önemli bir geçmişe sahip olan Botter Apartmanı şimdi Tünel’de yapayalnız halde zamana meydan okuyor.
- Romanda iç içe geçmiş hüzünlü ve merak uyandırıcı birçok hikâye yer alıyor. Her biri ayrı bir roman konusu olabilecek nitelikte. Örneğin; kapıcı Hamza ve ailesinin ya da yorgancı kızla İtalyan mimar Raimondo’nun hikâyesi. Roman bittikten sonra keşke daha geniş yer verseydim ya da bu konuda daha sonra yeniden yazmalıyım dediğiniz bir karakter ya da hikâye var mı?
Hayır, bu anlatımı bilerek yaptım. Kitap basılmadan önce editörüm ile de aynı konuyu konuştuk. Kitabı ve karakterlerin öykülerini genişletmek istediler. Doğrusu buna pek sıcak bakmadım. Çünkü Botter Apartmanı New Art/ Art Nouveau akımın tüm özelliklerini taşıyor. Bu sanat akımında sanatçı eserinde bir noktada boşluk, bir eksiklik bırakır. Bu boşluk tamamen izleyicinin / okurun zihninde şekil alarak doldurulur. Ünlü heykeltıraş Rodin Art Nouveau tarzı için şöyle söyler: “Sanatçı, sanatsal amacına ulaştığını hissettiği an yapıtının tamamlanmış ve bitmiş olduğunu açıklamakta özgürdür”. İşte bu nedenle karakterlerin tam da olması gereken şekilde kendilerini ifade ettiklerini düşünüyorum.
- Romanın bir yerinde Galata Meydanı’nı anlatırken; “Meydanın, şehrin gürültüsünü bastıran dinginliğinin nedeni belki de çevresini kuşatan eski apartmanlardı. Antik bir tapınaktan arta kalmışlar gibi sütun başlıkları, alınlık, metop, friz kopyalarıyla süslenmişlerdi. Yine de şehrin sakinleri, tarihin içinden çıkıp gelen bu gizli yüzleri fark etmiyorlardı.” diyorsunuz. Botter Apartmanı da birçok İstanbullu tarafından romanınızdan sonra fark edildi. İstanbul, İstanbullu olmak sizin için ne ifade ediyor? İnsan kendini, yaşadığı ama tanımadığı bir şehre ait hissedebilir mi?
Ben İstanbullu bir yazarım. Bu şehirde büyüdüm ve bundan çok mutluyum. İstanbul Arkeoloji Müzelerinde 3 yıl staj yaptım. O zaman İstanbul’un derinliğini, görkemli tarihini keşfetmeye başladım. Botter Apartmanı’nı yazınca pek çok mesaj aldım. İstiklal Caddesine sık sık yolu düşen okuyucularım bile Botter Apartmanı’nı daha önce hiç fark etmediklerini söyleyince şaşırdım. Bunun üzerine İstanbul tarihi söyleşilerine başladık. Çok da ilgi görüyor. Memnunum. İstanbul’un tarihi öğrendikçe, onun insanlığa katkısını fark ettikçe söyleşilerime katılanlar İstanbul’u daha fazla sevmeye başladıklarını söylüyorlar.
- İstanbul’da en sevdiğiniz, etkilendiğiniz yer neresi? Neden?
İstanbul üç parçaya bölünmüş bir şehir. Bundan romanda da söz etmiştim. Sur içi, Galata ve Kalkedon (Kadıköy). Üçünün de kendine özgü, etkileyici yönleri var. Bu günlerde en çok Sur içi ve Galata’ya ilgi duyuyorum.
- İstanbul’u yeni romanlarla bize anlatmaya devam edecek misiniz? Yeni bir roman çalışmanız var mı?
Yeni romanımda da İstanbul var. Bu defa Beyoğlu’ndan uzakta. İstanbul’un tarih kokan başka bir köşesini yazıyorum.
- Kiltablet ekibi ve okuyucuları adına bize vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim.
Söyleşiyi Yapanlar: Billur Akgün – Yurdagül Şahin