DÜNYA DENEN GEZEGENİN VİCDAN AZABI
Linç sözcüğüne bir kez daha baktım Ali Püsküllüoğlu’nun Türkçe sözlüğünde. Öldürmeyle sonlanan, bir topluluğun bir kişiye yaptığı taşlı, sopalı saldırı. Linç sözcüğü bir özel isim. Daha doğrusu XVII. yüzyılda yaşamış Amerika’nın Virginia eyaletindeki bir yargıcın soyadı: Lynch. Kısa bir yargılama sonucu derhal karar veren biri. 1600’lü yıllar, o dönemin koşulları düşünülürse ve çağlar boyu karşılaştığımız olaylar dikkate alınırsa idam hükmünün hemen infaz edildiği, herhalde halk tarafından, anlaşılıyor. Vahşi, caniyane, insafsız bir eylem. Vicdan sahibi bir insanın katlanamayacağı bir tablo.
Vur Ulan Vur / Linç Öyküleri adlı kitaptaki öyküler can acıtıcı. Eylemi yapanların acımasızlığı ile kurbanın uğradığı saldırı iç burkuyor. Eylemin vahşeti, suçlu olduğu iddia edilen kişiye merhamet uyandırıyor. Velev ki suçlu da olsa. Eğer bir suç ve suçlu varsa, suçu kanıtlanmışsa adaletli bir yargılamayla cezası verilmelidir. Ya bu korkunç eyleme uğrayan insanın hiç bir suçu yoksa!? Kişi kendi halinde, doğal yaşamını sürdürürken bir iftiraya uğramışsa. Ya da sadece kimliği, cinsiyeti, aidiyeti nedeniyle, gizliden gizliye nefret edilen, kıskanılan, ötekileştirilen, hınç beslenen masum bir kişiyse!? O zaman bu korkunç eylemin yarattığı infialin tanımını yapmak olanaksız olacaktır. Masum bir kişiye haksız yere ceza verilmektense suçlu cezasız kalsın daha iyi.
Öyküler okunduğunda birey ve kitle davranışının linç olayında etkili olduğu görülüyor. Bireyler özünde korkak, yalancı, bencil, olumlu bir aidiyet duygusundan yoksun, içinde belki kendisinin de fark etmediği şiddet potansiyeli taşıyan, eyleme hazır, soruşturup düşünmeyen, duygu ve iç güdüleriyle hareket eden, dirençsiz, kitle içindeyken cesur görünen, bazen göz yumup seyirci kalabilen, kışkırtıcı, söylentiye çabuk inanan, ötekileştirmeye meyilli, kıskanç, tahammülsüz, kendini gösterme ve eylemden pay çıkarma eğiliminde, aşağılık kompleksini saklayan lakin büyüklük kompleksini ön plana çıkaran karakter yapıları sergiliyor. Bu sorgulamayan kişiler kolayca linç eylemine alet edilebilir. Yaptıkları korkunç eylemin sonunda patolojik bir huzur duyabilirler. Görevini yapmış olmanın verdiği bir rahatlama hissi.
Bireylerin oluşturduğu kitleyse, eylem sırasında büyük bir coşku içindedir. Asla sağduyu içeren bir düşünceye sahip değillerdir. Onlar artık yek vücut olup kendilerince kutsal bir görev yapmaktalar. Üstelik bundan büyük bir zevk alarak. Çünkü yapılması gerekeni, onlara yüklenen bir görevi yapıyorlardır. Sorgulamak akıllarına gelmez. Kuşkuya düşmezler. Doğru bir iş yaptıklarına inanmışlardır. Sanki arkalarındaki büyük toplum onlardan bunu yapmalarını istemiştir. Onlar verilen işi en iyi şekilde yapmaya, linçi gerçekleştirmeye adamışlardır kendilerini. Eylem bittiğinde kendilerini bir boşluk içinde bulabilirler. Çünkü zihinlerinde yarattıkları süreç kısa sürmüştür.
Linç kitlesinin üyelerinden biri yakalandığında ve yapılan sorgulama sırasında, verilecek cezanın ağırlığını algıladığında hemen çözülür. Suçu başkasına atar, kandırıldığını söyler. Sonucun böyle olacağını bilmediğini ifade eder. Önce ne oluyor diye seyretmeye gittiğini, hadi sen de vursana dendiğinde bir defa vurduğunu anlatır. Yani korkmuştur, eyleme katılmaya zorunlu hissetmiştir kendini. Olaydaki elebaşların isimlerini verir. Bu söylemlerinde samimi de olabilir. Kitleye o andaki havaya kapılmıştır. Fakat önemli bir şeyi unutmuştur. Sorgulama yapmamıştır. Neden bu işi yaptıklarını düşünmemiştir. Belki sormuştur. Ama aldığı yanıtı irdelememiştir. Suçunun olmadığını, çok üzgün ve pişman olduğunu anlatır.
Eyleme katılanlardan bazıları da kendilerini haklı çıkarmaya çalışabilirler. Linç edilenin kötü biri olduğunu, bunu hak ettiğini, biz yapmasak günün birinde mutlaka başkaları tarafından yapılacağını söyleyebilirler. Söylentilerin inandırıcı olduğunu, bazı görgü tanıkları bulunduğunu, şahsın farklı bir kişilik yapısı gösterdiğini, mahallede sevilmediğini, kimseyle yakınlaşmadığını, hiç ahbabı olmadığını, kahveye gelmediğini, parklarda kendi başına kitap okuduğunu, evinde kedi, köpek beslediğini, zaman içinde herkesin ondan uzaklaştığını, tek başına neredeyse karanlık bir yaşam sürdürdüğünü, anlatabilir. Son olayın (birkaç ailenin çocuğuna evinde yabancı dil dersi verdiğini, bir gün çocuklardan birinin ağlayarak evden çıktığını, çocuğun kollarında sıyrıklar olduğunu gören komşu teyzenin bunu bir koşu mahalle kahvesinde oyun oynayanlara anlattığını) mahalleliyi çileden çıkardığını, aramızda böyle birini istemiyoruz şeklinde başlayan tartışmanın, evin camlarını taşlamaya, daha sonra onu tartaklamaya ve sonunda hep birlikte dövmeye vardırdıklarını söyler. Siz olsanız ne yapardınız, demeye getirir. Bu ırz düşmanına ne yapmamızı bekliyordunuz, diye ekler.
Bu öyküler hiç yazılmasaydı kitap basılmazdı. Lakin gerçeklerden kaçamayız. Ve gerçekler acıdır. Bunlar var, biliyoruz. Okunması gereken bir kitap. Yüzleşmek için. Bilmek için. Bir Avrupa kentinin hayvanat bahçesinin çıkışında son bir kulübe varmış, üzerinde “Dünyanın en vahşi hayvanı” yazıyormuş. Onlarca vahşi hayvan görmüş olan kişiler büyük bir merakla içeri girdiklerinde büyük bir boy aynasıyla karşılaşırlarmış.
Nedenini ve sonuçlarını sorgulamadıkları bu korkunç eylemi yapanlar bizim gibi insanlar mı? Sorgulamadan kitlesel eylemlere katılmak akla ne kadar uygun olabilir ki?! Ve eylem sonrası eğer varsa, duyulan pişmanlıklar ne kadar samimi?!
[Kitapta öyküleriyle yer alan yazarlar: Bora Abdo, Oya Baydar, Gaye Boralıoğlu, Pelin Buzluk, Behçet Çelik, Veysi Erdoğan, Mehmet Eroğlu, İlban Ertem, Ayhan Geçgin, Hakan Günday, Akif Kurtuluş, Pınar Öğünç, Yıldız Ramazanoğlu, Mine Söğüt, Ahmet Tulgar, Yalçın Tosun]
Vur Ulan Vur / Linç Öyküleri, hazırlayanlar Tanıl Bora ve Levent Cantek, İletişim Yayınları, İstanbul, 2016, 148 sayfa