“Ölüler her şeyi bilir; öğrenmenin yolu da ölmektir. Ölüp yok olan, ölülere karışan, yerin, suyun altına inip onlardan salık alan, gökyüzüne, onun da ötesine çıkıp ışığı aydınlığı, bilgeliği oradan, çiçek derer gibi, yanına alıp gövdesinin dağılmış parçalarını yeniden bir araya getirerek, tazelenip yeniden doğmuş gibi yeryüzüne dönerek insan arasına karışandır ki bilinecek her şeyi bilir.
Öldüm, dirileceğim, her şeyi bilir olacağım diyor balıkçı.”
Bilge Karasu’nun Göçmüş Kediler Bahçesi kitabının Birinci Masal’ı Avından El Alan, adının okura söylediği gibi bir av öyküsü. Balıkçı, balık ve deniz kişileri üstüne kurulmuş. Öykü ilerledikçe avla avcı arasında bir etkileşim süreci başlıyor. Düşünsel, tinsel ve duygusal bir süreç. Daha doğru bir anlatımla, teknede baygın yatan balıkçıya yakın duran yazarın, balıkçının düşleriyle ilgili söylediklerinden anlaşılan bu.
Öykü balıkçı hayaliyle başlıyor. Kendi halinde kıyıyla adalar arasında “ince ince akan” denizdedir balıkçı. Denizin akıntısı meraklı bir balıkla (orfinoz ya da orfoz) balıkçıyı buluşturur. Orfinoz balıkçının oltasına takılır. Öykünün bundan sonrası, avla avcı arasındaki bir varlık yokluk kavgası olmaktan çıkar. Yer yer mitolojik, masalsı, destansı çizgide bir iç hesaplaşmaya dönüşür. Balıkçı, balığı sandala alırken zokayı çıkarmak için kolunu balığın ağzına sokar. Balık ağzını kapatır. Balıkçının kolu balığın ağzındadır. Ancak Orfinoz’un keskin dişleri balıkçının koluna geçmemiştir. Orfinoz’la balıkçı arasında bir tür gönüllü tutsaklık başlar. Biri diğerine kıyamaz. Avla avcı “ince ince akan” denizin üstünde terazinin iki gözü gibi ince bir gerilim dengesinde durmaktadır. Av öyküsü olarak başlayan metin, giderek gerçeküstü bir dost olma öyküsü durumuna gelir.
Bilge Karasu, masalsı öyküsünü anlatırken söylencelerden, mitolojik varlıklardan ve yerlerden yararlanıyor (Türklerde çocuğa ad koyma, ulu ağaç, kanatlı at-pegasus, tek boynuzlu at, Hades-ölüler ülkesi gibi). Öyküdeki mitolojik kaynaklar, öykü ilerledikçe okuru da içine alan bir felsefi tartışma biçimini alıyor. Yazara göre avla avcı arasındaki gerilim, ikisinden biri yararına sonuçlanırsa dostluk gerçekleşmeyecektir. İkinci katmanda anlatılan Pars Avlayan Bey öyküsünde Bey, parsı bu yüzden sevemez.
Sandal sürüklenmektedir. Kolu balığın ağzında olan balıkçı, Orfinoz’un kuyruk darbesiyle yarılan kayanın içine giremez. Hazır değildir. Çünkü, “Bu karşılaşmanın sonucu her zaman belirsizdir, insanoğlu buradan bir şeyler elde ederek, bir şeyler öğrenerek çıkabilir, yeryüzüne dönebilir; hiç çıkmayabilir, dönmeyebilir de…” Balıkçı ölümden korkmaktadır. Oysa Hades’in ölüler ülkesine, yaşayanlar ölmeden de geçebilmektedir. Balıkçının ölümden korkması değil ama kahvedeki arkadaşlarına karşı zayıflık göstermesi balığı ölüme sürükler.
Öyküde, dilin yalınlığı arkasına gizlenmiş çok katmanlı yapı, neredeyse matematiksel bir üstel fonksiyon biçiminde tasarlanmış (aynı paragrafta anlatılan iki öykü gibi).
Bu öyküde okur için (benim için) yeni olan, öykünün düşünsel teması. Yazar sözünü bir şey anlatma kaygısı gütmeden söylüyor. Bize, ayrımına varmadığımız düşünsel sınırlarımızı görmemizi sağlayacak birtakım izler, ipuçları bırakıyor: Mitolojik kaynaklardan seçtiği – balıkçı ve arkadaşları dışında- öykü kişilerinin özellikleri, balıkla yılanın çift cinsiyetli olması, tek boynuzlu atla insanın, insanla balığın, çocukla yılanın dostluğu gibi. Hepsi içinde yaşadığımız bulanık iç denizin ötesinde, büyük, saydam bir okyanusun varlığının habercisi gibi. Okura sınırları olmayan yeni bir düşünme biçiminin kapısını aralıyor.
Öykünün sonunda balıkçı artık ölüler ülkesine gitmeye hazırdır. Ancak dostu şimdi yoktur. “Ölmeyen sevinin öldürücü olduğunu bilememiş bu zavallıya kim yol gösterecek şimdi, hazır olduğunu söylediği ölüme kim götürecek onu? Bu iş denize düşüyor.” Denizse öykü boyunca balıkçıyı, balığı sezdirmeden gözetir. Olup biteni bilgece izler. Etkilemekten kaçınır. Olacakları bilir ve susmakla yetinir.
—
*Bilge Karasu, Göçmüş Kediler Bahçesi, Metis Yayınları, Ekim 2015, 230 sayfa, [“Avından El Alan”, 31-32 ss.]