Bu anlatacaklarım bir yaz gecesi rüyası olsaydı, ateş böceği Alfred size şöyle seslenirdi:

 

“Biz ateş böcekleri, kusur işlediysek eğer,

Şöyle düşünün ve bizi hoş görün:

Bu hayaller görünürken sahnemizde,

Siz de biraz kestirdiniz yerinizde.”

 

Fakat bu dörtlükte ateş böcekleri yerine gölgeler demek tercih edilmişti. Neden? Çünkü yaz gecesi rüyalarında kusurların hep bizden sorulduğunu edebiyat sahnesinde göremezdiniz. Çünkü o zaman oyunun adı “Bir Yaz Gecesi Kâbusu” olurdu. Kimse, aklının birazını yitirmedikçe, yaz gecesi ter içinde yaşanan bir kâbusu okumak yahut izlemek için para vermeyi akıllıca bulmaz. Ilık esintiler içinde, uğultusu iç gıcıklayan sokaklardan eve çıkan yokuşu tırmanırken hayallerinden bahsetmeli herkes. Haklı buluyor ateş böceği Alfred. Sizleri. Tüm sokak lambalarını. Güneşi bile, ki dişisi tarafından fark edilmesi yolundaki en büyük engeli temsil eder kendisi. Ve bu yaz gecesi, keşke son yaz gecesi olmasa. Sayısını unuttuğumuz kâbuslardan birini yineliyor olsa da.

 

Alfred, kâbus dolu hayatına yaraşır ismini Alfred Joseph Hitchcock’tan alıyor. Birçoğunuz tanırsınız. Bazılarını unutmak istersiniz. Çocukluğunda hep aynı sokakta onunla birlikte oynayan, her akşam yanıp sönen ışığında danslar eden bir ufaklık ona bu ismi verdi. Sonra bir gün Alfred’in ışığının ritminde vücudunu çırparcasına dans ederken araba çarptı. Çocuk öldü. Alfred’in sarı-beyaz ışığı ambulansın kırmızı-mavi ışıkları arasında çoktan kaybolmuştu. Fakat o senelerdir o sokaktan hiç ayrılmadı. Nefret ediyor bir yandan ateş böceği Alfred. Danstan. Tüm yanıp sönen ışıklardan. Akşamlardan, ki dişisi tarafından fark edilmesi yolundaki en büyük ümidi karanlığında barındırır kendisi.

 

Yaz akşamlarının en sıcaklarından biri yaşanıyor. Ateş böceği Alfred ömrünün son demlerinde. Çocukluğundan bu yana hiçbir insanla arkadaş olmadı. Işığını bir daha kimseye yakmadı. Bazen tenhalara geçip nasıl yapacağını unutmasın diye saatlerce tekrar ediyor. Fakat artık ışığı zor yanıp sönüyor. Yaşından olacak. Alfred gerekli enzimi üretebildiğinden de değil, böyle anlaşılmasın. Alışkanlıktan olacak, olur olmadık zamanda vücudu şöyle bir kendini gösteriyor. Alfred kanatlarını öyle bir kaldırıyor ki, görseniz kollarınız uyuşur. Bugünlerde ise son kez şansını deneyip kendini bir dişiye beğendirmeyi umuyor. Bu akşamın onun için bir yaz gecesi kâbusuna dönüşeceğinden habersiz. Sokaktaki, onun deyimiyle, şu lanet olası iki ayaklıların dört duvarları arasına sıkışıp tabaklarındaki yemekleri kemirme vakti geldiğinde Alfred saatlerdir kıpırdayamadığı yerde kıçını oynatmaya başlıyor.

 

Kendisinden yaşlı bir ağacın yere dek eğilmiş dallarından birinde, yerini olabildiğinde ısıtmış. Bu dalı seçmesinin sebebi, velev ki soyunu devam ettiremeden ateş böceği cennet diyarına varacak olursa yüksek bir daldan yere düşmek yerine, zemine yumuşak iniş yaptıracak dosdoğru, engebesiz bir yokuş sağlayan bir dal olması. Nitekim bugün de ölmedi ve dünyadan sebebi ziyaretini gerçekleştirmeden de gitmeye niyeti yok. Ötede beride yanıp sönen cılız ışığını kendine iki dakikalık meşgale edinip yanlışlıkla boynunu kıracak bir insan olmadığından emin olduğunda bir kanadını kaldırıyor. Direkt uçuşa geçip başının üstüne çakılacağını bekleyen varsa Alfred’i tanımamış demektir. Kanadının kalkışı yirmi derecelik açıya zor kavuşuyor. Diğer kanadına şans vermek istiyor. Eh, daha iyi sayılır ama çırpacak gücü ikisinde de bulamıyor. Derken bir rüzgâr esiyor ve Alfred’i uçuruyor.

 

Savrulan Alfred kırk yılın kışını içinde hissediyor. Öyle bir uçuyor ki, kanatlarını bir kez bile çırpmadan, hayatında ilk kez bu sokaktan çıkıyor. Üç pencere pervazına, iki ağaç dalına, bir köpeğin kulağına ve sonunda asfaltın pürüzlü zeminine çarparak. Gözlerini açıyor. En son hatırladığı, gençliğinden beri çıkabildiği en yüksek noktadan belki de son defa bu sokağı seyretiği oluyor. Nerede olduğuna bakıyor. “Diğer sokaktan bir farkı yok,” diye düşünüyor, “öyleyse çıkmış sayılmam.” Alfred hayatı boyunca ipleri elinde tuttuğunu sanıyor. Doğrulmak için davranıyor. Kanatlarından birinin üzerine ağırlığını veriyor. Diğerini açıp birkaç çırpmayla havayı yırtacak gibi yapıyor. Hareket yok. Kaslarındaki sızıyı hissediyor. Gözünün ucuyla kontrol ediyor. Kanat yok! Alfred’in tüm vücudu teyakkuza geçiyor. Burası işlek bir sokağa benziyor. Bunca zaman bekleyip bir tekerin altında kalmayı, asfaltla bir olmayı istemiyor. Tüm imdat çağrıları devrede. Diğer tarafının üstüne yatıyor. Şimdi ortada bir kanat olduğu doğru ama korkudan onu da çırpamıyor.

 

Alfred’in dişi avlamayla geçecek bir yaz gecesi rüyası, kâbusa dönüyor. Gözlerini öyle çok sıkmış ki, bir araba ya da dev ayaklar üzerinden geçecek olursa hiçbir şey hissetmeden ölmek için sesli şekilde yalvarıyor. “Lütfen lütfen lütfen lütfen ama lütfen, o da araba yüzünden ölmüştü, lütfen lütfen!” Belini biraz doğrultabilmiş. Hiç durmadan lütfen diyen ağzına gözyaşları giriyor. Şimdi ağzından yalvarma nidalarıyla yaşlar birlikte saçılıyor. Sıcakta tuzlu su iyi gitmiyor. Gözlerini biraz aralayıp gözyaşlarına sövecek oluyor ki karşısında… O da ne! Dişi ateş böcekleri! Çoğul ekini oturduğu yerden salisede otuz kez kutsuyor. Gücü anca bu kadarına yetiyor. Alfred’i görmeyin, tek kanadını kaldırmış, cılız sandığı ışığını uzunları açmış gibi kuvvetlice yakmış. Far görmüş tavşan gibi kalmak için Alfred’i görmek yetiyor. Dişiler hiç etkilenmiyor.

 

Alfred çoktan ayağa kalkıyor. Dişiler bir ağızdan, “Seni öldün sandık,” diyor. Alfred, acınmaktan hoşlanmayan, olgun ama korkusuz ateş böceği gömleğini hemen giyiyor. “Ah, hanımefendiler!” diyor tek taraflı ağırlığıyla sola çeken kanadını diğer yana eğmek için uğraşırken. Dengesini kuramayıp bir daha düşüyor. Her yeri sapsarı ışık kaplıyor. Alfred, kendi ışığı sanıyor. Yüzünü kocaman bir gülümseme alıyor. Sonrası dört tekerlekli, iki farlı ateş böcekleri katli. Alfred, son yaz gecesi kâbusunu, bir yan sokakta ama yine bir araba yüzünden yaşıyor.