Her zaman yorgun hisseder mi insan kendini? Ben hissediyorum. Yoğun iş yaşantım mı neden oluyor, yoksa ev işlerini tek başıma yapıyor olmam mı? Belki de bu kadar mükemmeliyetçi olmamdan kaynaklanıyordur. Bazı farklılar seziyorum zihnimden davranışlarıma yansıyan. Sohbetteyken, konunun tam orta yerinde şarkı söylerken buluyorum kendimi örneğin. Sustuğumda karşımdakinin şaşkın bakışlarına karşın açıklama yapıyorum saçma sapan: “Ne zamandır hatırlamaya çalışıyordum da birden aklıma gelince söyleyiverdim.”
Yatmadan önce dişlerimi fırçalamak üzere girdiğim banyoda diş fırçamın altı tane olduğunu fark ettim geçen gün. Artık durup düşünmemin vakti, diye geçirdim içimden. Salonda camın önünde duran karşılıklı iki berjerin birine kendimi oturttum diğerine Derya’yı. Baktım gözlerine dikkatle, bakışlarında tuhaflıklar aradım fakat şefkatle bakıyordu bana. “Bende farklılıklar görüyor musun” diye sordum gözlerimi kısarak. “Görmüyorum. Sevdacığım, yoruluyorsun tabii. Bence senin iyi bir uykuya ihtiyacın var” diyerek kalkmaya çalışan Derya’yı kolundan yakaladığım gibi yerine oturttum. “Ama bazen durduk yere başka şeyler düşünüyor, başka bir dünyanın içinde buluyorum kendimi. Mesela geçenlerde, toplantıdayken sunumun tam ortasında kahkahayla gülmeye başladım. Fark ettiğimde ne yapacağımı şaşırdım. Sadece özür dileyebildim. Allahtan çok uzatmadılar ama artık başıma daha neler gelebileceğini düşünemiyorum ve korkuyorum.” Derya beni dinlemiyor gibiydi. Öylece bakıyor, tepki vermiyordu. “Beni dinlemiyor musun” dedim ona doğru eğilerek. “Dedim ya, zihnin yorgun. Uykuya ihtiyacın var senin. Abartma daha fazla, git uyu.” dedi ve bir hışımla kalkıp gitti. Ardından öylece bakakaldım bir süre ve sonra yatak odasına geçtim. Uzanırken yalnızlığımı düşündüm. Herkesin benden uzaklaştığını. Artık sevdiğim yakınlarım telefonlarıma çıkmıyor, kimse selam bile vermiyordu ofiste. Belki de yalnızlıktandı yaşadıklarım.
İşe geç kaldım bu sabah. Daha fazla dikkât çekmek istemezken ‘geç kalmak’ gerçekten olacak şey değil. Sessizce masama geçtim. Öğlene kadar masamda biriken işleri bitirmeye çalıştım. Cevapsız maillerimi yanıtladım. Arada bir bilgisayarımın üstünden arkadaşlarıma bakıyorum. İyice uzaklaştılar benden. Gitgide yalnızlaşıyorum. Davranışlarımın tuhaflıkları korkutuyor herkesi anlaşılan. Yemek saati geldiğinde tüm arkadaşlarım masamın önünden geçip gitti. Bilgisayarımda iş yapıyormuşum gibi oyalanarak beklentimi belli etmemeye çalıştım.
Bu böyle bir ay devam etti. Her gün daha fazla yabancıydılar. Sonunda müdür bey beni odasına çağırdı. Benimle ilgili oldukça şaşırdığım ve kabullenemeyeceğim şeyler söylemeye başladı:
- Sevdacığım, bir gün Derya oluyorsun, bir gün Elif ,bir gün Belgin… Senin için gerçekten endişeleniyoruz.
- Endişeleniyor musunuz? Biz derken kimi kastediyorsunuz?
- Tabii ki ben ve iş arkadaşların… Herkes.
- Yaaaa…
- Evet… Tedavi görmen gerekiyor senin… Gerçekten. Lütfen kabul et yakın bir tanıdığımdan senin için randevu alayım.
- Sefa Bey, siz ne söylüyorsunuz? Tamam, bazen kendimi farklı kişilerde buluyorum ama tamamen zihin yorgunluğu bu. Çok fazla düşünüyorum. Bu yüzden uyumam ve dinlenmem lazım sadece.
- Sevda, ben yine de randevu alayım, sen bir görüş. Dilersen devam etmezsin. Ama ihmale gelecek bir durum değil seninkisi.
- Bakın Sefa Bey, arkadaşların bana karşı tavırlarının farkındayım ama bana resmen iftira atmışlar. Beni kıskandıklarını ve hain bir plan içerisinde olduklarını düşünüyorum. Çok tehlikeliler. Dikkâtli olmalıyız!
- Sen masana geç ve artık böyle şeyler düşünme. Ben sana randevu gününü haber vereceğim.
- Peki, siz nasıl isterseniz
diyerek çıktım odadan. Kapıyı biraz sert çekmiş olabilirim. Masama geçerken çaktırmdan arkadaşlarıma baktım. Hepsinin suratında bir îmâ vardı. Beni istemiyorlardı. Madem öyle, ben de hepsinden nefret ediyordum işte. Kafamı önümdeki ekrana gömerek bir an önce akşamın olmasını bekledim masamda. Neye baktığımı bile anlamadan internet sitelerinde gezinip durdum. Saat altıyı gösterir göstermez herhangi birine iyi akşamlar bile demeden fırladım ofisten.
Yürüdüğüm yolda karşıdan karşıya geçmek için ışıkların orada beklerken bir yandan arabalara, bir yandan da trafik lambalarına bakıyordum. Birden kulağıma bir müzik çalındı. Önce usul usul zihnime sızdı, sonra tüm hücrelerime yayıldı… Orada öylece durup bekleyemezdim… Müzik susmadan dans etmeliydim… Gözlerimi kapattım ve müziğe bıraktım kendimi… Şimdi bir dans pistinin ortasındayım… Etrafımdaki herkes dans ediyor. Ben de başlıyorum dans etmeye… Trafikteki arabaların şöförleri de kornalarına basarak eşlik ediyorlar bu coşkulu müziğe… Her şey o kadar güzel ki… Bu ânın sonsuz olmasını diledim içimden. Son hatırladığım bu.