Çetin Çeki anısına…
– Hanımmm! Hanımm! Koş, koş! Başlıyor!
– …………………………..
– Duydun mu? Huuu!?
– Geldim, geldim. Ne bağırıyorsun öyle istimi çıkmış düdüklü gibi?
– Şişşşttt!!!
– Hehhh!!! başladık gene! Şişt pişt, şişt pişt!
– Şişşşttt dedik ya hatun!
– Tamam, tamam, anladık!
– Merhabaaaa, benim çok sevgili dinleyenlerim… Bugünkü programımıza çok sevdiğim bir çiçekle başlamak istiyorum. Biliyorsunuz her çiçeğin kendine mahsus kokusu, rengi ve güzelliği vardır. Ama çiçekler içinde menekşeyi tercih edenlerin sayısı büyük bir çoğunluğu teşkil eder. Bendeniz de bu çoğunluğa dâhilim efendim. Severek dinleyeceğinizi umarak sevdiğinin gözlerini menekşeye benzeten âşığın şarkısını okumak istiyorum ilk olarak: Menekşe gözleri, hülyalı bakışları çok manalı… Buyurunuz efendim…
Menekşe gözler hülyalı / Bakışları çok manalı / Gönül yakıcı o gözler / Meğer ezelden sevdalı
– Amanın! Ocağın altını kapattım mı ben?!
– Şişşşttt!!!
– Ne şişti yahu?! Koş bak diyeceğine! Tövbe, tövbe!
– Gel etme eyleme / Aksi söz söyleme / Beni reddeyleme / Canım gülüm hey
– Trallala trallala!!!
– “Gözünüz yolda kulağınız bende olsun sevgili şoför kardeşlerim.”
– N’oldu? Açık mıymış altı?
– Oooo beyimiz radyosunu bırakıp gelmiş sonunda! Hangi dağda kurt öldü bakalım?
– Reklam başladı.
– Aman ne saadet! Ev yansa umurunda değil, be adam!
– Tamam, tamam, söylenme artık! Açık mıymış, sen onu söyle!
– Yok, yok, çok şükür kapa…
– Şişşşttt!!! Dinle bakayım, başlıyo galiba?! Koş hadi koş!
– Tabii, tabiii! On sekizliğim ya ben, koşarım atletler gibi!
– Tekrar merhaba Sevgili Dinleyenlerim… Bugün, izninizle beni çok mütehassıs eden iki mektubu cevaplamak istiyorum huzurlarınızda. Biraz şahsi bir program olacak bu sefer ama affınıza sığınıyorum efendim. Kıymetli dinleyicilerimden biri radyoda ilk şarkı söylediğim gün beni dinlemiş ve o gün yaşananları merak etmiş. Ben de izninizle hem merakını gidereyim hem de hatıralarımı canlandırayım efendim.
O güne biraz gerilerden başlamak gerekiyor, yıl 1949, radyoevi bir sınav açmış. Tabii hemen müracaat ettim efendim. 185 kişiyiz. Jüriyi hiç sormayın, kimler yok kimler?! Mesut Cemil Bey, Orhan Veli’nin babası Veli Kanık Bey, Cevdet Çağla Bey, Refik Fersan Bey, Fahire Fersan Hanımefendi, Baki Süha Ediboğlu, Yorgo Bacanos. Sıra bana geldi. Elimde nota dosyam var, yaklaşık üç bin şarkılık.
Şaşırıyorlar, dosyamı alıp, şunu okur musun diyorlar, çeviriyorlar sayfayı, şunun ortasını okur musun yavrum diyorlar, okuyorum. Çeviriyor on sayfa daha, şunun birinci satırını okur musun, okuyorum.
– Bitince bir yoğurt alıp geliver, kal…
– Şişşşttt!!!
– Hay senin şiştine!!!
– Çeviriyoruz beş sayfa daha ki, ani bulmak zordur. Şarkının başından girerseniz hatırlarsınız. Ve böyle güç, çetin bir imtihandan sonra, en tiz sesimi denemek için, muhayyer bir şarkı istiyorlar. ‘Titrer yüreğim her ne zaman yâdıma gelsen’… Onu okuyorum. Bir de pesime bakmak istiyorlar. Sadullah Ağa’dan, ‘Nideyim sahnı çemen seyrini cananım yok’… Onu okuyorum. Ondan sonra, okulumun telefonunu alıyorlar. ‘Biz size bildireceğiz!’ diyorlar.
– Zırrr, zırrrr, zırrrr!
– Şişşşttt!!!
– Ne şişti yahu?! Kapı çalıyor!
– Şişşşttt!!! Boş ver bakma! Kimse kim!
– Maşallah! Delirdin artık! Sesi duymayacaklar sanki?! Sonuna kadar açık!
– Şişşşttt!!!
– O geldi diye yapıyosun böyle, di mi? Ne zararı var şu kadının sana anlamadım gitti?!
– Şişşşttt!!!
– Merhametsiz adam!!!
– … kazandığımı anlıyorum, hem de tek kazanan bendim efendim, ama kazananı stajyer olarak çalıştırıyorlar. Ben, o yaşta dahi öyle bir şey istemiyorum içimden. Allah o kadar büyük ki… Bir hanım sanatçı, seansına gelemeyeceğini bildiriyor. Refik Fersan üstadımız, okulu arıyor. Seansa bir buçuk saat var. ‘Evladım, dosyanı kap gel. Hangisi olursa olsun.’
Geliyorum. O gözlüklü, mavi ceketli, sarı düğmeli çocuk kırk beş dakikalık seansta, tüm klasik parçaları okudu. Bir saniye gibi kısa, bir asır kadar uzun… Anlatmak imkânsız o kırk beş dakikayı, çünkü ilk defa Türkiye‘ye hitap ediyorsunuz. Ve lise son sınıf talebesisiniz. Çok güç bir olay… Ter içinde çıktım, çok heyecanlıyım. Telefonlar üst üste. Kim bu çocuk? Öyle ya… ‘Mazeretine binaen seansına gelemeyen Perihan Sözeri yerine, Zeki Müren’den şarkılar dinlediniz’ dendi anonsta.
– Gel Melahat Hanım gel, hoş geldin, geç şöyle!
– Şu kapıyı kapatıver hanım!
– Kusura bakma, “Zeki Müren’le Başbaşa” başlayınca bizim evde hayat duruyor, malum!
– Hay Allah! Unuttum yine!
– Olsun, olsun, öbür odada otururuz biz…
– Kapıııı!
– Tamammm!
– Kimdir Zeki Müren? Millette bir merak, tabii! Radyo, hele cumartesi geceleri, büyük bir zevkle dinleniyor. Ve ondan sonra, ilk tebrik eden çoook sevdiğim Hamiyet Yüceses Hanım oldu.
Cümlesi şu: ‘Evladım, kimsiniz, nesiniz? Ağlıyoruz eşimle birlikte. Gözyaşları içindeyiz.’ Hamiyet Hanım’ın telefonu, bir de tabii halktan gelen telefonlar, Radyoevinin santrali kilitlenmiş, çok büyük bir şevk verdi bana. Ondan sonra, her hafta cumartesi seanslarını, uzun yıllar, bana verdiler.
İkinci mektubuma geçmeden biraz ara verelim Sevgili Dinleyenlerim. Madem bugünkü programı bana ayırdınız, izninizle, bu vesile ile şimdi sizlere ilk bestemi okumak istiyorum, güftesi de bendenize ait, efendim. Bakalım yaptığım muzipliği fark edebilecek misiniz? Buyurunuz lütfen…
Zehretme hayatı bana cananım
Elemlerle doldu benim her anım
Kederimle yanıp sönse de canım
İnan ki ben sana yine hayranım
– Zeki demiş Zeki! Buldum, buldum!
– Ne buldun ayol? Bağırıyorsun öyle avaz avaz! Şişşşttt, desene kendine!
– Akrostiş yapmış hanım, akrostiş!
– Ne yapmış, ne?
– Şişşşttt!!! Başlıyo!
– Başlıcam şimdi şiştine de, piştine de, kadına da rezil olduk zaten!
– Efendim şimdi sırada ikinci mektubumuz var. Saygıdeğer dinleyicimiz demişler ki ‘Sizi çok seviyorum!’ “Sağ olunuz, var olunuz efendim! Ben de sizleri çok seviyorum.” ‘Çünkü, sizi taaa Trabzon’dan dinliyorum. Ona rağmen anlamadığım, kaçırdığım tek bir kelimeniz yok. Bunun için size ne kadar müteşekkir olduğumu ifade etmek isterim, Sayın Müren.’ ”Çok teşekkür ederim Müfit Beycim. Bu husus benim çok önem verdiğim bir husustur. Çünkü şarkıları radyodan dinleyerek öğreniyor ve tabii sözlerini de not alıyordum. Lakin anlamakta o kadar büyük zorluklar çektim ki efendim, anlatamam! O nedenle ahdetmiştim, bir gün meşhur olursam dinleyicilerim ağzımdan çıkan her bir sözü tek tek anlayacaklar, benim gibi çekmeyecekler diye. İyi etmiş miyim efendim?
– Etmişsiniz efendim, etmişsiniz!
– Şişşşttt!!! Bi konuşmadan duramıyorsun yahu!
– Bizim konuşmaya hakkımız yok zaten bu evde!
– Şişşşttt!!! Bi sus, şimdi bitecek zaten!
– Evet benim çok sevgili dinleyenlerim programımızın sonuna geldik. Bugün kapanışı şöyle neşeli bir türküyle yapalım efendim, ha! Ne dersiniz?! Anacığımı da anmış oluruz hem? Buyurunuz efendim!!!
Oof off oof… / Giderken tuttu beni / Eğildi öptü beni / Ne vefasız yar imiş güm güm / Ne tez unuttun beni / Altın saçlı Hayriye / Fıldır fıldır yürüye / Ağzi burni çürüye / Gel beriye beriye…
– Hah hah hah ha! Bak, Zeki Müren’den sana hediye çıktı, hanım!
– Şişşşttt!!!
– Ne o?! Bakıyorum da, sen de şiştlemeye başladın!
– Şişşşttt!!! Münasebetsiz adam!
– Oof off oof… / Tutun uşaklar tutun…
– Hadi kalk şöyle iki dönen de, neşemiz tam olsun bari Hayriye Hanım!
– Tabii, tabii! Bi dansözlük eksikti, zaten! O da olsun, tamam! Hizmetçiniz ben, aşçınız ben, di mi efendim?! Hem de bu yaşta?! Neyse, neyse iki döneneyim bari!
– Güm Güm… Haftaya görüşmek üzere benim canım dinleyenlerim! Allahaısmarladık! Hoşça kalınız efendim!