En kaybetmemem gereken şeyi kaybettiğimi fark ettim bu sabah. Onu kaybettiğimi tam da çok ihtiyacım olduğu şu saatte fark etmem, bu kaybolma, daha doğrusu kaybetme eyleminin kaç gün önce gerçekleştiğini bilememem, tam anlamıyla bir kaos demekti benim için…
İşin en kötü yanı hafızamın iyice zayıflamış olmasıydı. Resmen bir bunağa dönmüşüm. Dün ne yediğimi, ne giydiğimi hatta nereye gittiğimi bile bir çırpıda hatırlayamazken, son girişimde yenilemek zorunda kaldığım internet bankacılığı şifremi nasıl hatırlayabilirim ki?!.. Ama çok garip bir şekilde sondan bir önceki, hatta ondan bir önceki şifremi hatırlayıp da en gerekli olanı hafızamdan silmiş olmak, tam bana göre bir iş gerçekten. Ha, bir de, belki işin en kötüsünden de kötüsü “yeter şu internetten iş yapmaktan vazgeç! Bak her gün haberlerde kaç kişiyi dolandırdıklarını anlatıyorlar” diye kafamda dırdırlanıp duran anneme, defterimi görüp görmediğini soramayacak olmam. Beni çenesiyle öldürür alimallah. Başka bir çaresi olmalı. O defter mutlaka buralarda bir yerde olmalı. Eminim gözümün önünde ama ben göremiyorum. Bazı zamanlarda şu iki gözüme körlük gelir, yerleşir. Bembeyaz bir perde iner ve ben önümdekini bile görmekten âciz hale gelirim. Öyle bir şey yaşıyorum şu an. Öyle olmalı. Yoksa çok düzenliyimdir ben. Her şeyimin yeri bellidir. Oraya koyar, oradan alırım. Kaybetmem hiçbir şeyimi. Hulki öyle miydi? Her şeyi üst üste yığar, birbirine karıştırırdı. O karmaşanın içine girince insan kendini kaybedebilirdi. Ama o yine de aradığını bir defada bulurdu. Nah bulurdu! Bana aratırdı saatlerce. Eziyet eder gibi. Sonra saklandığı yerden eliyle koymuş gibi çıkartırdı. Bak şimdi hatırladım. Doğru ya… Ortak hesabımızın bulunduğu banka kartının şifresi de o defterde yazıyordu. Oğlana havale çıkartacaktım. Çocuk oralarda parasız kalacak… Nerede bu defter? Hulki’den istesem şifreyi. İsterim istemesine de, başlayacak yine fırsatını buldu ya: “Bana derdin Nesrin hanım. Bak, boşandık yine benden medet umuyorsun. Kimmiş dağınık olan?” diye açacak bayramlık ağzını. Aramam işte… O defter bir yerlerden çıkacak. Çıkacak da, nereden?
En son ne zaman kullandığımı bir hatırlasam. Evden dışarı çıkarken hiç yanıma aldım mı acaba? Ya sokakta bir yerde düşürdüysem… Eyvah ki, ne eyvah! Neyim var, neyim yok orada kayıtlıydı. E – devlet şifremden kimlik bilgilerime, bankacılık şifrelerimden mail şifrelerime kadar her şey. Ah salak kafa ya, bin tane şifre yapacağına bir tane yap, onu da aklında tut olsun bitsin işte. Öyle büyük bir şey de değil ki gözünü sevdiğimin defteri, kim bilir neyin arasına girdi, görünmüyor. Umarım öyledir. Şimdi düşünüyorum da, geçen annemi Çapa’ya kontrole götürürken yanıma almış olabilir miyim? Hızlıca bir şeyleri not aldığımı hatırlıyorum evden çıkmadan, doktor ismi gibi bir şeyler, o anda elimin altında da o defter vardı sanki. Öylece çantama atmışımdır. Ama çantamda yok eminim, astar arasına kadar baktım yahu. Kesin düşürdüm. Kesin düşürdüm ve farkına bile varmadım. Ne yapsam? Teker teker bankaları arayıp şifrelerimi mi değiştirsem? O da nasıl bir iştir ya!.. İnsanı hasta ediyor telefon bankacılığı. Karşında mekanik olmayan bir ses duyabilmek için saatlerce bekle. İşin kötüsü müşteri temsilcisine hızlıca ulaşmak için de bir kısa yol kodu vardı ve ben onu da o deftere yazmıştım. Nasıldı bir hatırlasam… 4 1 1 mi, 4 5 1 mi, yoksa 5 4 1 miydi? Bir 1 bir 4 vardı ama… Of offff… Kaç zaman geçmiş üstünden nereden bileyim ben?! O kadar da yaşlı değilim üstelik; neden o zaman bu unutkanlık ya! Anneme bak, bir kızdırayım, bir haftalık konuşmamızın envanterini döküverir önüme. Geçen hafta bugünün hava sıcaklığından geçen yıl bu zaman ne yaptığımıza, pazardaki sebzelerin fiyatından düğünümde kimin ne taktığına kadar hatırlar. Ben zavallı babacığıma çekmişim herhalde. O da, rahmetli, unuturdu her şeyi. Gerçi yanında bu kadar bilen biri olursa insan unutur elbet. Bildiğini de unutur. Şimdiye kadar giden gitmiş midir çoktan?
“Ne düşünüyorsun Nesrin sabahtan beri? Kendi kendine konuşup dönüp duruyorsun?”
Hah yakalandık. Sorsam mı ki defteri, şöyle çaktırmadan?
“Hiç dün yorulmuşum bayağı, alışveriş, temizlik falan. Haaa baksana anne ne diyeceğim, hani benim şu kitaplıkta mor kapaklı bir defterim vardı, küçük. Onu görmüş olabilir misin?”
“Heee şu kapağında çiçek resmi olan mor kapaklı defter mi? Gördüm n’olacak?”
“Lazım anne, içinde bir kaç notum vardı, onlara bakıcam.”
“Pek bir şey yazmıyordu içinde. Baktım ben. Epeydir de oradaydı. Boş duruyordu. Bir – iki sayfa karalıydı sadece kopardım, attım. Tarif defteri yaptım kendime.”
“Nasıl ya, ne yaptın?”
“Neden, lazım mıydı ki?”
“Bana neden sormazsın, lazımdı elbet.”
“Her gün televizyonda türlü türlü tarif veriyorlar. Unutuyorum. Onları yazıyorum. Bir defter benden kıymetli mi oldu şimdi?”
Gel de anlat. Gitti şifreler.