Ebru Hanım telaşlı telaşlı bir odadan diğerine koşturup duruyordu. Her seyahat öncesi yaşanan bu telaşa alışkın İrina, hanımının Türkçe yağdırdığı talimatları doğru anlayıp azar işitmeden yerine getirebilmek için kulaklarını iyice açmış, Ebru Hanım’ın peşinde dolanıyordu.
– Mert hazır mısın çocuğum? Meeert! Aldın mı o dağ şeylerini yanına. Neydi adları onların?
– Kaya tırmanma ayakkabısı efendim
– Her neyse, işte o. Koydun mu çocuğun bavuluna onları?
– Koydum, merak etmeyin efendim.
– Bir – iki de polar, sweatshirt gibi bir şeyler koy, dağ tepesi soğuktur şimdi.
– Anne ya, şaşırma lütfen ne kazağı, poları? Almanya bizden sıcak.
– Yok yok, öyle birkaç gün bizden sıcak olur sonra düşer o. Neyse neyse şimdi vaktimiz yok, üşürsen alırız oradan bir şey. Hayatımda hiç yaz vakti dağa gitmedim. Ne yapılır ki oralarda? Deniz yok, bir şey yok. Yürüyüş de sevmem. Aliii, fotoğraf makineni aldın mı? Bari börtü böcek resmi çekeriz. Instagram’a koyacak bir şeyler olsun. Ben kindle’ı da aldım yanıma. Ye-iç-yat-oku yüz kilo olacağım yaa! Offf!
– Ebru abartma lütfen! Sanki eskiden Bodrum’da bir hareket bir harekettin de! İki yüz, sonra diğer hanımlarla çay-kurabiye eşliğinde çal çene. Akşamları da o lokanta senin bu lokanta benim gezerdik. Yalan mı? Neyse, bir sürü göl varmış otelin yakınlarında. Yüzme, su sporları vs. her şey varmış. Gidenler çok güzel bir yer diyor. Balık tutmaya gideriz beraber.
– Hıh, sen tut o balığı! Sanki hayatında bir kere balık tutmaya gitti de beyefendi, şimdi balık tutalım diyor. Ne olacak balık tutup? Hay yarabbim Alman yemekleri de pek lezzetsizdir şimdi. Kimbilir eğlence anlayışları nasıl? Bodrum’da bir balık lokantasına, bir meyhaneye veya bara derken eğleniyorduk. Bir sürü arkadaşımız da vardı. Dil de bizim dilimiz!
Ali Bey’in sabrı taşmaya başlamıştı. Anlamsız bir tartışma olduğu gibi uçağa da geç kalacaklardı.
– Ee Ebru, git gidebiliyorsan Bodrum’a o zaman! Keyfimizden gitmiyoruz Almanya’ya herhalde. Bilmiyormuş gibi konuşuyorsun. Bodrum’da belediye, plajları başa çıkamadığı kirlilikten dolayı kapamadı mı? Nereden denize gireceksin? Yangın üstüne yangın, çöle döndü Bodrum. 45 derecenin altına düşmüyor. Zamanlı zamansız çıkan fırtınalardan tekneye de binemiyoruz diye satmadık mı zor bela? Evi ise satamıyoruz bile. Kimse gitmiyor artık güneye tatile. Herkes yaz tatiline kuzeye gidiyor artık. Çocuk gibisin ya. Hadi uzatma da hazırlan uçağı kaçıracağız.
– Hep o çingenelerin işi bu. Denizi de kirlettiler, ormanları da yaktılar. Onlar yüzünden olduk güzel Bodrumumuzdan.
– Anne ya, ne çingenesinden bahsediyorsun sen? Senin, benim hepimiz yüzünden oldu. Sırf Türkiye değil ki her yerde var bu sorun. Karbon emisyonun yüksekliği iklim değişimine sebep oluyor!
– Bak sen bacaksıza, on altı yaşında velet ne de çok biliyormuş!
– Anne yıllarca böyle diye diye dünyayı ne hale getirdiniz?
– Ay ben ne yapmışım acaba çok bilmiş oğlum benim? Ne anlama geldiğini bilmediğim bir şey için beni suçluyorsun bir de hahaha!
– Atmosfere saldığın karbon oranı anne! Bindiğin uçak, kullandığın araba, tekne keyfi yapmak için kullandığın yakıt, ürettiğin çöp hepsi, hepsi bu oranı etkiliyor. Ayrıca yaşıma da laf etme lütfen! Dünyayı bu konuda uyaran aktivist Greta Thunberg de benim yaşımdaydı ilk protesto etmeye başladığında. Sonra Birleşmiş Milletler’de, orada burada konuşmalar yaparak dünyanın dikkatini bu konuya çekmiş. Sizin benden iyi bilmeniz lazım. Ben çocuktum o zamanlar. Hatırlamıyor musunuz anne, baba?
– Hatırladım oğlum ama açıkcası çok da ciddiye aldığımı söylemem. Saçı iki yandan örgülü bir kız çocuğu koskoca adamlara çıkışıyordu. Annen hatırlamaz, o pek haberleri seyretmez bilirsin.
– Ciddiye almaya almaya bu hale geldik işte. Eskiden Avrupalılar bize tatile gelirken şimdi biz gidiyoruz onlara. Gitti mi turizm gelirleri! Avrupa’nın daha ben doğmadan evvel başladığı çöp ayrıştırmasına biz lütfedip beş sene evvel başlayabildik ancak! Sizin umurunuzda mı? Benden sonrası tufan diyorsunuz ama benim umurumda. Çünkü benim geleceğim!
– Ay Ali, ne diyor bu çocuk? Mert oğlum, biz seni hiç geleceksiz bırakır mıyız? Değil mi Ali? Şirket sana kalacak, evler de var. Para da var. Daha ne istiyorsun oğlum?
– Anne hiç anlamıyorsun değil mi? Mesele para pul değil. Üzerinde yaşanacak dünya olmadıktan sonra para pul ne işe yarar? İstanbul’da hiç yeşillik, park, orman kaldı mı? Bak iki parça yeşillik göreceğiz diye başka ülkeye gidiyoruz. Bugün Almanya, Hollanda, İsveç, Norveç gibi ülkeler hâlâ yaşanabilir durumda ama bu karbon emisyonunu azaltmazsak oralar da yaşanamayacak hale gelecek. Sonra nereye kaçacağız?
– Hadi hadi Ebru, Mert yolda konuşuruz bunları. Uçağı kaçıracağız. Hava da bulutlandı. Yağmur bastırırsa biliyorsunuz hemen sel basıyor yolları, trafikten yetişemeyiz.
İrina önden koşarak bavulları indirdi. Şoför Raşit bavulları bagaja yerleştirdi. Mert öne Raşit Abi’nin yanına oturdu. Ebru Hanım arabaya binerken onun arabaya binmesini bekleyen Ali Bey’e dönerek endişeyle fısıldadı.
– Ali, biz bu oğlanı yanlış okula mı gönderdik? Ne bu böyle komünist komünist fikirler!