Hüseyin Amca’nın kasabı bu köşede olmalıydı. Yanlış sokağa mı geldim? Daha dün buradaydı, yarım kilo kıyma almıştım. Annem ne güzel köfte yapmıştı bana. Yanında da kızarmış patates. Köfteyi çok severim. Karnım acıktı. Ne zamandır yemek yemedim, bilsem, unuttum. Bu sokağı değiştirmişler. Böyle değildi burası. Ağaçlar ne zaman büyüdü bu kadar. Ama yeni dikmişlerdi. Benim pencereme zor yetişiyordu boyu. Geceleri o dallar cama cama vurduğunda… Bizim ev burada olmalı, iki katlı sarı bina. Yok! İnanamıyorum yok etmişler evimizi.
“Anne, neredesin anne, evimiz nerde?”
“Amca iyi misin?”
“Ha! Kim, ben mi? Evimizi yıkmışlar… Sarıydı. Ahşap tokmağı vardı kapısında. Tok, tok ses çıkarırdı.”
“Evinizi mi yıkmışlar? Belediye yapmıştır, rant için. Bunlar yok mu bunlar, analarını satarlar para uğruna. İşte yine tüm oylar bunlara gitti, zaten bu halka müstahak hepsi. Bir de çıkardılar kentsel dönüşüm diye yıkma palavrası. Ah amca ah! Memleket yıkılıyor, senin evin yıkılmış çok mu? Ha! Belki sen de oy vermişsindir bunlara, ha verdin mi? Vermişindir, vermişindir. Tabii susarsın di mi? Verenler verdim demiyor ki. Kusura bakma, iyi olmuş o zaman.”
Ne dedi ki bu delikanlı şimdi? Ahmet amcanın oğlu Sinan’a benziyor. O askere gitmemiş miydi? Benden sonraki dönem… Hani doktor çıkacaktı? Şehit oldu dememişler miydi? Yaşıyormuş demek. Annesi ne çok ağlamıştı. Of! Ayaklarım… Döne döne başım döndü şuraya biraz otursam…
“Pardon, pardon! Mağazanın önüne oturmayın lütfen.”
“Çok yoruldum kızım. Evimizi yıkmışlar. Önünde meşe ağacı vardı. Küçük pencereli. Cumbalı.”
“Hadi amcacım hadi, kalk burası evin değil, görmüyor musun? Uğraştırma beni zaten canım burnumda, geri zekâlı patron bu gece de kalmam için zorluyor beni. Bütün erkekler aynısınız zaten. Yok efendim, neymiş vitrinin değişmesi gerekiyormuş. Daha geçen ay değiştirdik vitrini. Hem daha yeni bebeği oldu. Hayır, çıkıp gideceğim de bu maaşa bir daha nerede iş bulurum? Bir de araba sözü var bana. Neyse niye anlatıyorum ki bunları sana. Hadi amca hadi dur yardım edeyim. Hah hadi evinde dinlen.”
Bir oturtmadılar. Şu sokak değil miydi bizimki? Evet, iyi hatırlıyorum, bakkal Remzi’nin sokağı. Leblebi tozu satar ne güzel. Küçük karton kutularda… Üzerinde küçük renkli plastik kaşıklar… Ben hiç kaşıkla yemem ki…. Hepsinin ağzıma atıverir sonra Tıfıl’ın suratına…
“Hay senin!… Ya koca adamsın sokağa tükürülür mü be? Ayıp ya ayıp yaşından başından utan. Şu hale bak. Iyy iğrenç, tam da ayakkabımın üstüne… Yok kardeşim yok, yaşanmaz bu memlekette genci başka, yaşlısı başka. Herkes kafayı yemiş. Ne saygı ne görgü. Doldurdular bir sürü köylüyü şehre, güzelim İstanbul’un içine ettiler. Koca şehir köyleşti resmen. Ofise iki adım yürüyeyim dedim başıma gelmedik kalmadı. Çekip gideceğim buralardan, yok yok yaşanmaz bu şehirde. Koca adam şak diye tükürdü ya, Allah kahretsin!..”
N’oluyor bu insanlara. Herkes niye bu kadar kızgın? Babama benzemiş hepsi. Şimdi eve geç kaldım diye yine dayak yer miyim acaba? Kemerini çıkartıp… Annem korur beni. Ona da vurur hain adam. Hiç sevmiyorum onu. Ya annem giderse? Evimiz soğur. Buz gibi. Annesiz ev soğuk olur. Yakamoz sokak da değil miydi bizim ev?
“Amca ne arıyorsun?”
“Yakamoz sokağı!..”
“Elinde adres filan var mı? Navigasyondan bakalım. Cebin nerede? Ha, ha… Öyle değil amca, cep telefonun. Bu zaman da cepsiz olur mu ya amca? Bak göstereyim sana mesela Hımm Yakamoz Sokak dedin di mi? Semt neresi amca, semt?”
“Burası!”
“Etiler mi?”
“Etiler mi?”
“Evet, sen şu anda şu noktadasın bak görüyor musun ama Yakamoz Sokak diye bir yer yok.”
“Ben Yakamoz Sokağı arıyorum oğlum.”
“Anladım amcacım da bak bu alet her şeyi bilir burada öyle bir sokak yok. Yoksa kayboldun mu sen?”
“Neden kaybolacakmışım, delinin zoruna bak, kaybolmadım, çocuk muyum ben? Hadi oğlum hadi.”
“Ya tamam itiştirip durmasana, yardımcı olalım dedik.”
Kaybolmuşum deli mi ne? Şu sokaktan çıktım mı eve varacağım, aklım başımda benim, birazcık karıştırdım o kadar. Annem şimdi ne güzel yıkar beni. Mis gibi olurum. Sonra sıcak bir ıhlamur yapar. Limonu bol. Sobanın yanında… Kedi gibi… Sımsıcak… Babam gelmeden dersim bitmeli. Anneme de kızmasın. Zaten ne yapsa… Zaten ne yapsam… Hay Allah! Unuttum bak, Sabahat merak edecek. Ben bir şey almaya çıkmıştım evden ama… Kızı istemeye mi geleceklerdi bugün? Çişim geldi. Altıma kaçırmasam…
“Sapık var, imdat sapık var.”
Ne bağırıyor bu kadın? Bu adam niye üzerime geliyor? Bu da ne, edep yerim açıkta.
“Durun vurmayın, ben…”
“Bir de konuşuyor, bir de konuşuyor. Yaşından başından utan pis herif. Kadınlara gösterirsin di mi? Gel de bana göster. Pislik!”
“Vallahi çişim vardı, vallahi özür dilerim. Vallahi bir şey yapmadım ben. Baba vurma n’olur, bir şey yapmadım. Söz bir daha geç kalmayacağım.”
“Bir de deli numarası ha! Yutar mıyım lan ben bunu! Pis herif. Yürü karakola, yürü. Ağlama, patlatırım bir daha, yürü…”
“Amca bırak beni n’olur bırak. Babam çok kızar sonra.”
“Ya bu gerçekten kafayı yemiş. Sabah sabah uğraşamayacağım şimdi. Defol git bir daha gözüm görmesin seni. Bir daha bu sokakta görürsem vallahi Allahıma kitabıma fena yaparım.”
Neden vurdu bana ki? Altıma yaptım işte. Onun yüzünden. Ben bir şey yapmadım. Nereye gidiyordum? Her şey karmakarışık. Bu koku, bu kokuyu biliyorum. Sabahat’in keki …
“Sabahat, Sabahat…”
“Pardon pardon, beyefendi çıkar mısınız lütfen?”
“Sabahat nerede? Onun keki kokuyor!..”
“Sabahat diye biri yok beyefendi. Lütfen çıkın, isterseniz buyurun bir dilim kek alın. Ayy, bu ne be, bu adam altına yapmış, iğrenç iğrenç, yürü pis herif, defol defol. Yüzüne bakan da adam sanır. Sapık mı nedir? Aa bir de yere yattı herif. Deli meli tut şu kolundan Ayşe, atalım dışarı. Müşteriler gelecek şimdi. Bir de ağır. Kapat kapat kapıyı, kapat, ne hali varsa görsün pis herif.”
Evimi yıktılar. Annemi kaybettim. Bir tek Sabahat vardı beni seven. O da yok, gelmiyor beni almaya. Hüseyin Amca’nın kasabı bu köşede olmalıydı. Yanlış sokağa mı geldim? Daha dün buradaydı, yarım kilo kıyma almıştım. Annem ne güzel köfte yapmıştı bana. Yanında da kızarmış patates. Köfteyi çok severim. Karnım acıktı. Ne zamandır yemek yemedim, bilsem, unuttum. Bu sokağı değiştirmişler. Böyle değildi burası.