Sabah sabah çıt çıkmıyor! Bizimkiler dün gece açılışa yetişelim derken yorgunluktan sızıp kalmışlar. “Heh-heh-he! Tam da keşif vakti!” diyerek, kendimi yere attım. Parmak uçlarımda yükselip kolu bastırınca koca bir dünya açıldı önüme. Çok güzel, kimsecikler yok ortalıkta. “Aman Tanrım! O da ne? Yanlış mı görüyorum? Yooo, vallahi açık!”  Yalpalaya yalpalaya da olsa hızla hedefime yöneldim. 

Gerçekten, yukarı çıkan merdivenlerin başına, bana engel olsun diye koydukları parmaklık ilk defa açıktı. Herhalde, babam akşam son fırça darbelerini vurduktan sonra kurusun diye kapatmamış. O yorgunlukla nereden aklına gelsin ki?! Kimseler uyanmadan bu işi bitirmeli. “Geldi zafer vakti!”

“Yiiihuuu! Görelim bakalım şu merdiven tepesindekiler neymiş? Bu kadar çıkmamı istemediklerine göre çok cazip olmalı! Kocaman, rengârenk elma şekerlerine benziyorlar. Ağzım sulandı! Bunlar mama verene kadar ben karnımı da doyururum. Bana engel olacaklarını sanıyorlar. Hıııh! Kiminle dans ettiklerini bilmiyorlar! He-heyt! Çekilin yoldan, geliyor Efecan!” Ama annem biliyor galiba. Yoksa der miydi, hiç!?

“Aman Bey, kurbanın olam, şu bizim odaları değişelim. Hafazanallah, bir boşluğumuza gelecek, oğlan taa üçüncü kattan top gibi yuvarlanıverecek diye, ödüm patlıyor!” 

Babam ikiletmedi, hemen taşıttı odasını. İşine geldi tabii! Eski odamız pek güzeldi. Yattığım yerden, sofa tavanından kayarcasına geçen mavi-beyaz bulutları seyrederdim. Ya annemin kucağındaki balkon sefaları! Bağrış çağrış uçan martılar, büsbüyük-masmavi deniz, vupp vupp ötüp kuyruklarından köpük saçan azman gemiler, yelkenliler… Günün nasıl geçtiğini anlamazdım. Uçakları da hiç kaçırmaz boynum kopana dek izlerdim gittikleri yeri. Bir de bakardım, hooop kaybolmuşlar. Film gibi hayatım vardı! Bütün güzellikler babamın çalışma odasında kaldı. Kıymetini bilse, neyse! Yazı başına oturdu muydu kayıp gider, unutur etrafındaki koca dünyayı…

“Hadi, hadi! Şimdi bunları düşünmenin sırası değil; hızlanmalıyım artık!” 

Merdivene kadar, düz yol ne de olsa, zar zor geldim, adımlayarak… Açık kalan korkuluğu var gücümle ittirip geçecek kadar yer açtım. Tırabzanlardan tutunup ilk basamağı adımladım. İkinciyi denerken, “Yok, yok! Bu iş böyle olmayacak, en iyisi eski tekniğe döneyim,” deyip kendimi merdivenlere attım kiii… O da ne? “Lanet olası! Bunlar daha kurumamış ki!” Ellerim boya içinde kaldı. Ben uyurken iş daha bitmemişti.

Çok kızdım: “Of baba ya! Ne vardı şu başkanla takışacak? Adam boyama diyorsa, boyama işte! Çocuksun sanki! Senin ne işine taaa limandan eve çıkan merdivenleri rengârenk boyamaya kalkmak, ha? Yetmezmiş gibi bir de milleti seferber etmek!” E, tabii, bizim odadan göre göre gökkuşağına özendi beyefendi! Ona kalsa bütün merdivenleri halledecekti de yüz-yüz ellisini boyamışlardı ki İhsan amca enselerinde bitti:

“Ne yapıyorsunuz kuzum, Allah aşkına! Nedir bu merdivenlerin hali?” diyerek gözleri fal taşı gibi açılmış, hayretle babamın yüzüne bakıyordu. 

Zaten oldum olası yıldızları barışmamış. İkisi de Ada yerlisi olmalarına rağmen, daha küçücükken itişip kakışırlarmış. Büyüyünce de pek bir şey değişmemiş, anlaşmazlık alıp başını gitmiş. İhsan Amca, belediye başkanı seçilince “Kendine gel, Bey! Artık sadece komşumuz değil, hoşlanmasan da saygı göstermen lazım,” diyerek babamı uyarsa da annem, onun umurunda bile değil. 

Geçen hafta televizyonda haberleri izlerken birden ayağa fırladı, “Helal şu GEZİcilere! Ne güzel düşünmüşler; bizim sokağa da pek yaraşır,” diyerek sevinçle haykırdı. Ertesi gün bir de baktık ki ev boya kutularıyla dolmuş. “Bunlar ne böyle, Bey? Çıldırdın mı sen? Evi nalbura çevirmişsin,” deyince annem, “Merak etme Hanım, kalıcı diil, gidici bunlar gidici,” diyerek, güldü bize! Sonra da abim, ablam, mahallenin çocukları ellerinde fırçalar, işe koyuldular. 

Babam, öfkeden mosmor kesilmiş İhsan amcanın suratına sırıtarak “Ne var ki Sayın Başkan? Evimizin önünü şenlendirdik.  Eski püskü merdivenleri yeni eyledik,” deyince adam çok bozuldu. “Olmaz efendim burası kamu malı… Öyle kafanıza estiği gibi hareket edemezsiniz! Derhal temizleyin buraları,” diyerek adeta kükredi! Babam, kaçırır mı, bastı kahkahayı:

“Ha-ha-ha! Hiç olur mu efendim? Şahane bir manzara… Gökkuşağı yere indi sayın… Belediyemize hizmette sınır yok! Hepsi bitince Adamızı, Bostancı’dan bile seçecekler de anca öyle gelecekler. Malum artık kimseler uğramaz oldu eski püskülükten,” dediği an kıyamet koptu.

“Niyetini anlamadım sanma. Derhal bu işe bir son vereceksin. Yoksa seni kamu malına zarar vermekten içeri tıktırırım,” diye bas bas bağırıyordu İhsan amca. Gürültüye fırlayan herkes gibi annem de soluğu sokakta aldı. “Bey, ben sana ne dedim; hemen içeri!” diyerek çocuk gibi azarladığı babamı istemese de eve soktu, zorla!

Ertesi sabah kalktığımızda bütün merdivenler gıp griydi. Babam tekrar teşebbüs etse de annemin engellemeleri karşısında vazgeçmek zorunda kaldı. Yoksa “Adalar Merdiven Muharebesi I-II-III” olarak devam edecekti.

Belli etmese de bayağı bozulmuştu babam. Mutlaka bir şeyler yapmalıydı. Ama ne? Sonraki akşam hep birlikte otururken yerinden fırladı yine birden, “Tabii ya! Kim evimin içine karışabilir ki? Ben de kapıları açar gösteririm herkese,” derken gözleri ışıl ışıldı. Şaştık kaldık. Bakalım altından ne çıkacaktı?

Dün akşam evde hummalı bir faaliyet vardı. Babam, ablam, abim, yardımcılarımız Nuriye Teyze, Emin Amca hep beraber girişten yukarıki katlara iki yandan çıkan merdivenleri rengârenk boyamaya başladılar. Annem, bu işten hiç memnun değildi. “Baban görse, ne derdi Bey? Bu evin hali ne, oğlum? Güzelim köşkümü panayıra çevirmişsin, demez miydi? Adamcağızın kemikleri sızlayacak!” dese de babamın gözü hiç bir şey görmüyordu. Tek amacı, bugüne yetişmek, “Buyurun gelin dostlar, Pazar öğlen evimizde açılış var,” diye haber verdiklerine müthiş sürprizini patlatmaktı. 

“Of, of, bu merdivenler de bitmek bilmiyor.” Kan ter içinde kaldım daha ilk katta! Durmak yok, devam… Yaklaştıkça, “Evet, evet tanıyorum bunları! Hastanede de vardı. Balon diyorlar. Ne güzeller! Tam bana göre oturma yeri bile var,” derken o hızla ikinci kata vardım. Az soluklanayım. 

Artık hedef çok yakınımda! Heyecanla dört ayak ilerledim. “İşte tuttum seni,” diyerek sıkıca kavradığım kenarlardan güç alıp zar zor kaldırdığım ördek popomu -annem bezli dötüme öyle diyo-  kaldırıp sepetin içine attırıverdim kendimi. Ama olmadı! Bir şey eksik! Hastanede bunlar uçak gibi havadaydı. “Hallahallah, niye uçmuyor ki?” derken, tırabzana bağlı ipi gördüm. “Dur bakalım neymiş bu?” diye çekince dengem bozuldu aniden. Attığım çığlık beni bile sağır edecekti. Ne olduğumu anlayamadan cam tavana yapışıp kaldım. Midem bulanıyor, gözlerim kararıyor.

Çığlığımı duyan ev halkı odalarından uğradı. Ne olduğunu anlamaya çalışırlarken, abim,  “A-a-a-a-a! Efecan uçmuş!” diye beni gösterince bütün kafalar yukarı kalktı. Gördükleri manzara karşısında panik içinde bağrışmaya başladılar.  

 “Aman Allahım! Bey yetiş çabuk, İhsan’ı ara, itfaiye yollasın hemen! Nuriyanım koş, en büyük battaniyeyi kap da gel, altına tutalım. N’olur n’olmaz,” diye haykırıyordu, annem…

Sabahın köründe Ada siren sesiyle doldu. Evlerinden fırlayanlar önce yangın var zannettiler. İtfaiye, başkanın evine deyince merakla peşine düştüler; duman falan da yoktu ki!

Böylece babamın tören öne kaydı. Dehşet içinde başlasa da muhteşem sonlandı. Belediye Başkanı dâhil Ada halkı beklenmeyen açılışımızda konuktu. Film gibi hayatım sone erdi derken aksiyonda başrol kaptım.   

Merdivenlerin rengârenk dünyası hepimizi sarıp sarmaladı, bayram havası estirdi. Annemin sıcacık kucağında bakınırken balon sepeti çarptı gözüme. Hengâmeden istifade özgürlüğünü ilan etmiş, uçuyordu. Hooop, kayboluverdi!