Otobüsü kaçırmıştı. Yerin altına inmeyi hiç düşünmedi. Metroyu işaret eden levhanın önünden geçti, kalabalığı göze alıp minibüse bindi. İşe geç kalmak istemiyorsa başka şansı yoktu. Bir sonraki için en az yarım saat bekleyecekti. Minibüste devrilmeden durmak ustalık gerektiriyordu. O düz yolda bile dengede durabilen biri değildi. Minibüsün içinde, etrafını saran kalabalığa baktı herkes gayet rahat görünüyordu.
Sanem alışkanlıklarını korumayı bilen bir kadındı hatta onlara sımsıkı sarılırdı. Hayat işte, bugün olduğu gibi bazen ufak tefek aksilikler yaşatabiliyordu. Eğer kıyafetlerini giymeden babasına kahvesini götürmüş olsaydı, kahve damlaları Trendyol’dan sipariş ettiği ve bugün ilk kez giydiği krem renkli kumlu keten eteği yerine pamuklu beyaz pijamasına dökülecek o da her sabah bindiği otobüsünde yolu yarılamış olacaktı. Eteği değiştirmek demek; gömleği, onunla uyumlu olsun diye seçtiği fuları, krem çanta ile ayakkabıyı da değiştirmek, saçlarını tepeden yaptığı topuz yerine omuzuna dağınık olarak bırakacak şekilde yeniden şekillendirmek demekti. Üstelik evden çıkmadan keten eteğini leke çıkartıcı deterjan eklediği suya bastırmış, babasından da eteği bir saat sonra ilaçlı sudan çıkartıp durulamasını rica etmişti. Elbette gün içinde telefon edip, hafızası gidip gidip gelen, yaşlı adama bunu hatırlatması da gerekecekti. Tüm bu düşünceler aklından geçerken epeydir unuttuğu minibüs ortamını incelemeye başladı. Otobüse binenlerle minibüse binenler her ne kadar tip olarak daha farklı olsalar da onları birleştiren ortak bir yönleri vardı: cep telefonlarına olan bağımlılıkları. Herkes sarsılan yolculuğa ve kalabalığa aldırmadan kocaman telefonlarının renkli camlarını yüzlerine yaklaştırmış, baş parklarının ekranın üzerinde ileri geri kaydırıp duruyordu. Kadın, erkek, genç, yaşlı fark etmeksizin insanların bu bağımlılığı Sanem’i şaşırtıyordu. Teknolojiden anlamadığına bir bakıma sevindiği de söylenebilirdi. Birkaç yıl önce heveslenmiş acaba ben de telefonumu yenilesem diye düşünmüş, ofisteki kızlarla konuşmuş yok “andıroit” kolaymış, yok alınacaksa illa bir “ayfon” alınmalıymış sonra uygulamalar indirilmeliymiş, hepsine teker teker üye olunmalıymış diye bir sürü şey sıralanınca vazgeçmişti. Zaten bu işlerle uğraşacak yaşı da geçtiğini düşünüyordu. Şimdi evinde olmalı emekli maaşını yemeliydi ama işte emeklilikte yaşa takılmıştı. İki yıl daha bekleyecekti. İçindeki ses ‘sabır’ diyordu iyi de sabır ede ede sabır kuyuları çoktan kurumuştu. İşe ilk başladığı yıllarda ‘emekli olunca bir ev alırım’ hayali vardı. Ülkenin ekonomik durumu bu pembe balonu paslı bir çuvaldız gibi acımasızca patlatıvermişti. Artık Datça’da bir devre mülk düşlüyordu. Yılda birkaç kez kaçıp gideceği, tek başına kafasını dinleyebileceği bir yer. O sırada telefonu zır zır ötmeye başladı. ‘Düş kurmaya bile izin yok!’ dedi geniş çantasının içinde bir yandan küçük, açılır kapaklı Motorola MP 200 telefonunu ararken diğer yandan tutunmaya çalışıyordu. Nihayet telefonu bulup tam eline almıştı ki minibüs şoförü balık istifi yaptığı araca bir yolcu daha sıkıştırmak için aniden frene bastı, Sanem dengesini kaybedip yan koltuktaki ihtiyar adamın kucağına oturdu. Kloş eteği bu savrulmadan nasibini alıp neredeyse başına geçmiş yaşına göre dipdiri duran bacaklarını tüm minibüse sergilemişti. Sanem utancından ne yapacağını bilemeden düştüğü yerden fırladı, eteğine çeki düzen verdi, hiçbir şeyin farkında olmayan şoför hızla yola koyulurken ve ihtiyar adam yüzünde manidar bir gülümsemeyle önünü düzeltirken yolcuların hepsi pür dikkat Sanem’i izliyordu. Çok utanmıştı, minibüsü durdurdu, indi. Başına gelen olay tam anlamıyla bir rezaletti. Tanıdık birinin bu talihsiz olayı görmediğine sevindi. Ya her sabah bindiği otobüste başına böyle bir şey gelseydi? Yanaklarındaki ateş sönsün diye yolu uzatarak yürüdü.
Peki az önce arayan kimdi? Bu olaya o neden olmuştu. Motorola’sı hâlâ elindeydi, açtı, baktı: Cansu. Bu kız tam bir baş belasıydı artık iyice emindi. Bir yıl önce ofise Sanem’in kırk yıl uğraşsa üstünde duramayacağı ince ve yüksek topuklularla, dipdiri vücuduna yapışan kalem eteğiyle ve geçtiği yerde saatlerce havada asılı kalan bilmem kaç bin liralık parfümüyle girdiğinde tüm gözler üstüne çevrilmişti. O güne kadar Sanem’in başkan asistanı olacağına herkes kesin gözüyle bakıyordu. İki yabancı dil bilen, titiz, çalışkan ve giyimine özen gösteren biriydi. Üstelik ofiste onun kadar deneyimli kimse yoktu. Hatta Sanem bu göreve gelirse EYT’yi falan boş verip emeklilikten sonra da birkaç yıl daha çalışabileceğini düşünüyordu. Başkan asistanı demek başkan demekti. Birkaç saat sonra herkesin e posta adresine Cansu’yu tanıtan bir posta düştü: genç, çalışkan, deneyimli arkadaşımız… Dil bilmiyordu ama önemi yoktu. ‘Neyse kimsenin günahını almayacağım,’ dedi içinden telefonu açtı Cansu’yu aradı. Telefondaki ses telaşlı, hatta ağlamaklıydı: “Abla neredesin?” Bu kızın kendisine nasıl bu kadar bağlandığını anlamıyordu, gerçekten ablası mı sanıyordu onu? Ofise birkaç dakikalık mesafede olduğunu, yanına uğrayacağını söyledi. Öyle de yaptı, çantasını masasına bırakıp hemen yanına çıktı. Cansu onu görünce: “Abla ya çok kötü bir şey oldu. Tüm emeklerim boşa gitti,” deyip hıçkırıklara boğuldu. Bu kızın çok zeki bir şey olmadığını hatta görünüşünün aksine oldukça saf yaradılışlı olduğunu geldiği ilk hafta anlamıştı. En son yeni yaptırdığı protez tırnağı kırılınca böyle ağlamıştı. Ne olduğunu sordu, Cansu hıçkırıkları arasında “Çal.. çal – dı… çaldılar…” diyebildi. Neyi çalmış olabilirlerdi ki? Telefonunu? Banka hesabındaki parasını? Geçen hafta altına verdikleri şirket arabasını mı yoksa? Olur mu olur bu saf arabanın üstünde anahtarı da bıraktıysa kasko filan da işlemezdi. Sanem bir bardak su getirdi, sakinleştirdi, tekrar sordu: “Dur sakin ol da öyle anlat lütfen. Kim, neyi çaldı?” Cansu nihayet biraz sakinleşince önce çekmecesinde aynasını çıkardı, hep yaptığı gibi makyajını kontrol etti, Allahtan suda akmayan makyaj malzemesi kullanıyordu, derin bir nefes aldı: “İnstagram hesabımı çaldılar abla.” ‘Neyini neyini çaldılar? İnsan bunun için böyle ağlar mı?’ Sanem kızsın mı gülsün mü bilemedi. Cansu anlattı da anlattı. Meğer bir sürü yatırım yapmış, takipçi bile satın almış. O artık bir instagram fenomeniymiş. On iki bin takipçisi varmış. Her attığı fotoğraf en az bin beğeni alıyormuş. “Eeee tabi,” diye Sanem içinden geçirdi, “sabah yatak, havuzda bikini, bir de dudaklarını büzüp büzüp öpücük pozu paylaşırsan.”
Akşam eve döndüğünde babasını gün içinde aramayı unuttuğunu fark etti. Keten eteğin yenisi alması gerekecekti. Bugün için bu kadar aksilik yeter diye düşündü. Baba kız sessiz sakin yemeklerini yediler, biraz sohbet ettikten sonra babasını yatırdı, onun çalışma odasına geçip pikaba günün yorgunluğunu üstünden atacak bir plak taktı. Acem kûrdî saz semaisinin ezgileri odanın boşluklarını doldururken salonda yaktığı sandal ağacı tütsüsünün kokusu gün boyunca yaşanan tüm saçmalıkları kovacak bir sihre dönüşsün istiyordu. Cansu’nun instagram hesabım da hesabım diye tutturmalarını, insanların başka insanlara kendilerini beğendirme çabalarını hatta tacizlerini unutmaya çalıştı. Elinden bırakamadığı ama bir yandan da bitmesini istemediği romanı düşüncelerini dağıtmasına yardımcı oldu. Nihayet sakinleşip yatağına gitmek üzereyken telefonu yine acı acı çalmaya başladı. Üstelik saat gece yarısını çoktan geçmişti. Bu saatte hayırlı haber alınmazdı. Telefonun açılır kapağının üstünden minik harflerle yazan ismi okumak için gözlüğünü taktı: ‘Cansu. Yine mi ya?’ açmamayı düşündü ama bu kız her ne kadar saf salak da olsa bu saatte aksi bir durum olmasa aramazdı, biliyordu. “Efendim Cansu” demesine kalmadan Cansu nefes nefese konuşmaya başladı “Abla gördün mü? Ünlü olmuşsun!” İnstagram hesabına yanlış şifre girdiği için ulaşamadığını akşamüstü bir arkadaşından yardım alınca anlamış, bütün gün girmedim biraz gezineyim demiş, pat, önüne Sanem ablası çıkmış. Gerçi eteği başından indirmeseymiş tanıyamazmış ama…
Hayat bazen insanı sakin bir gecenin ortasında bile şoka sokabiliyordu. Cansu’nun dediğine göre sabah minibüste yaşananları neredeyse tüm Türkiye izlemişti. Üstelik videoya çeken pisliklerden biri “Minibüste Bacak Şov” diğeri “Amca ile Teyzenin Sıcak Yakınlaşması” diye başlıklar atarak paylaşmışlardı. Zavallı Sanem hiç umurunda olmasa da bir anda instagram fenomeni oluvermişti.