İstanbul’u ve kışı özlemişim. Güneşi batırmaya Galata’ya gitmeye karar verdim. Bulutsuz yazdan kalma bir günün akşamında Anemon’un terasında bir kadeh şarap eşliğinde sümbüli gökyüzünün kararmasını seyretmek müthiş olacak. Şimdiden heyecanlandım. İstanbul’un trafiğine girmeden en kolay ulaşım metro. Dört buçuk civarı İstanbul’un simgelerinden biri olan Galata Kulesi’nin altında olurum. Bugün kendimi ödüllendiriyorum. İstanbul’u kalabalıklığına, gürültüsüne, trafiğine, hoyrat gökdelenlerine rağmen seviyorum hâlâ. Hele geçmişini yansıtan, koruyan semtlerini biraz daha fazla…
Bu kalın, bu ince hah bu en iyisi yağmura karşı kapüşonu da var. Dışarda otursam bile üşümem.
- Anne ben çıkıyorum.
- Nereye? Ne zaman dönersin? Aaa bunu mu giydin? Eteğinde yırtık var, görmedin mi?
- Sırayla cevaplıyorum; Galata Kulesi’nin oralarda bir şeyler içeceğim, üç dört saat sonra evde olurum. Evet biliyorum geçen baharda Nilüfer’in bahçesindeki gülün dikenine takmıştım. Nasıl tamir edeceğimi bilmiyorum. Neyse bir yolunu bulacağım da şimdi değil. Hadi hoşça kal!
Bu asansöre de bir kere katta rastlasam dişimi kıracağım. İki asansörün birinin bu katta durma olasılığı kaç acaba? Of bu keyifli günde düşündüğüm şeye bak.
Hah geldi işte nazlı kızlardan soldaki Ben arabama da kızım diyorum, pozitif ayrımcılık işte ne yaparsın.
- Merhaba abla, nasılsın?
- İyiyim Fikret, sen nasılsın?
- Ben de iyiyim sağ ol abla. Sizin üst kattaki yirmi numaranın karantinası bitti onu söyleyeyim dedim. Aaa abla kabanının eteği yırtılmış farkında mısın?
- Farkındayım Fikret sağ ol. Hadi sana iyi günler!
Sen de fark etmesen şaşardım! Dikkatli apartman görevlisi seni! Bir aferin alacağım diye bunu söylemeseydin iyiydi ya neyse. Yetişmem gereken bir metro var şimdi. Bunu kaçırırsam yolculuğum sekiz dakika daha uzar.
Hastanenin yan tarafına koydukları bu geçici demir merdivenin tahtaları da amma gıcırdadı. Nereden bilsinler inşaatçıların ihtiyacı için kurulan bu merdivenin metro yolcularının kestirme yolu olacağını.. Neyse hastane içinden geçmekten iyidir bu salgın günlerinde.
Hayda! Buradan süt güğümleri dolu bir kamyonun geçeceği kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi.. Sanayiye tamire gelmiş olmalı. Yayanın öncülüğü var ama yolu sana veriyorum süt kamyonu beni güğümlerin sesiyle maziye götürdüğün için. Dedemin evinin yakınındaki çiftliğe her sabah gelen kamyonlara benzemesen de (onlar kırmızı Dodge Fargo idi) yol senin canım. Arkandan el sallardım ama şimdi havaray yolcuları kim bu deli diye düşünecekler.
Hadi yürü! Trene yetişmek istiyorsan hatta koş be kızım. Neyse yakaladım treni bundan sonrası rahat artık oturarak giderim bu saatte.
- Anne gördün mü teyzenin kabanı yırtılmış, o teyze fakir mi yoksa?
- Sus oğlum kadın duyacak.
Duydum bile hanıım! Ne dedin sen bu çocuğa, kabanını sakın yırtma yoksa sana fakir mi derler dedin ya. Offf sinirlenmeye başladım ama ne yırtıkmış kardeşim herkesin gözüne battı bugün. Daha önce de defalarca giymiştim oysa ben bunu.
Buraya gelince şu kulenin fotoğrafını çekmesem olmaz. Kim bilir kaçıncı paylaştığım kule fotosu olacak instagramda. Olsun! Her birinin açısı, ışığı farklı.. Burası sabahları hariç her saat böyle kalabalık. Bir iki turlayıp terasa çıkarım.
- Şey pardon hanımefendi kabanınızın eteği yırtılmış farkında mısınız?
- Teşekkürler hanımefendi çok farkındayım. Siz dördüncü fark ettirensiniz.
- Ama niye kızıyorsunuz ki ben insaniyet namına…
Kadına bak ya! Sanki çorabınız kaçmış der gibi yanaşıp fısıldıyor. Ben de korktum valla. Hırlı mıdır? Hırsız mıdır? Bu devirde insan tanımadığı birine bu kadar sokulur mu? Hay senin yırtık diye… Tur atmak senin neyine? Hadi şimdi yukarı çık otur, o yırtığı da sok dizinin altına…
Bir kadeh diyordum ama iki kadeh içeceğim anca sakinleşir, şu Haliç manzarasının keyfini çıkarırım. Herhalde, şu anda olduğu gibi Piyer Loti, güneşin kızıllığı bu suları sarı, turuncuya boyadığı bir anda taktı Altın Boynuz adını. Adını nereden aldığını bir kez daha bana gösterdiğin için teşekkürler, beni çocukluğumda palamutlarıyla besleyen sevgili Haliç. Gecenin ışıkları yoksulluğun, çirkinliğin üstünü örterek şehri daha da güzelleştiriyor sanki. Bu şehrin tarihi dokusunu bozan şu yeni köprüyü kadrajıma almadan son bir fotoğrafla günü noktalamam lazım. Sonrada koşa koşa metroya…
Ah hayır olamaz! Benim unuttuğum bir yırtık sorunum var. Karanlık sokaklarda fark edilmese de metro istasyonlarında, bol ışıklı vagonlarda dört beş kişiyle daha bu konuyu konuşmaya dayanamayacağım. Eve gitmeden Pangaltı’ndaki pasajlara uğrayıp mor bir aplik ve iğne iplik seti alıp orada dikmem gerekecek. Aplik ne olacak acaba? Mor olan neyse o olacak tabi. Belki de bir kelebek… Ne şanslıyım! MK markalı kabanın tek kelebeklisi bende olacak.