Dün gece oldukça soğuktu. Sen dışarıdaydın. Önemli bir işim var demiş, çıkmıştın. Ne olduğunu sordum, acelem var sonra söylerim demiştin. Merak etmiştim ama ben arkandan yetişene kadar çıkmıştın bile. Paltonu ve şapkanı almıştın, bir de birlikte aldığımız yeni atkını. Gecenin ışığında arkandan baktım, paltonun koyu rengi gecenin karanlığında kayboldu, köşeyi döndün, gözden kayboldun.
Biraz oturdum, kendime içecek bir şeyler hazırladım, sonra sofrayı topladım ağır ağır. Bir şeyler konuşmak istemiştim, işte bilirsin, havadan sudan. Can kulağıyla dinlemediğini bilirdim ama sen oturmuş gazetene ya da televizyona bakarken kendi kendime konuşur gibi anlatırdım. Ne mi anlatırdım? Günlük şeyler. Bakkaldan aldıklarımı, sucunun bugün çok suratsız olduğunu, komşunun gittiği filmi beğenmediğini, kocasının yeni bir araba almaya niyetlendiğini, çocuklarının gittiği okulları. Aslında bunları sana anlatmamın bir anlamı yoktu, sadece konuşmak içindi. Ya da düşünmek, günün üzerinden geçmek. Soru sormadıkça bir şey söylemezdin. Sana başka şeyler anlatmak isterdim aslında. Okuduğum kitapları, izlediğim videolardan öğrendiklerimi, denemek için yapmak istediğim yemekleri örneğin. Bir şeyler söylemeni, duygu-fikir alışverişinde bulunmayı isterdim. Farklı yemeklerden pek hoşlanmadığını biliyordum. Farklı olan çok şeyden hoşlanmıyordun. Yine de anlatmak istiyordum. Bir şeylere tutunmak için belki. Ortak bir şeyler bulmak için. Bu gece de oturmuş seni beklerken sana anlatmak istediğim şeyleri kendi kendime düşünüp yarın için planlar yapmaya koyuldum.
Ara sıra böyle gittiğin olurdu. Gece vakti çağıran bir patronun vardı, toplantılar uzardı. İşin belirsiz, çok anlatmadığın bir işti. Tehlikeli miydi? Onu da anlayamadım. Zaten çocuk falan istememiştin. Tek ortak noktamız biraz para biriktirip uzak bir sahil kasabasına yerleşmek, orada bir iş kurmaktı. Bana çok iyi gelirdi bu duygu. Kiralık ya da satılık ilanlarına bakar, sahil kasabalarını inceler, sana gösterirdim. Zaman zaman ikimizin de hoşuna giden bir yer bulurduk ama bir türlü harekete geçemezdik, hep ertelenemeyecek bir işin içinde olurdun. İkimizin ortak yaşantısı dışında bir yaşam oluşturmayı bile düşündüm. Senden habersiz. Bana karışmıyordun, para sıkıntısı da yoktu. Bir kadın ne isterdi ki. Konuştuğum insanlar benim tatminsiz ve huzursuz biri olduğumu düşünüyorlardı kesin. Aslında öyle olmasam da. Toplantılarda sana eşlik ederken, birlikte bir restorana gittiğimizde, bir tatil beldesinde örnek bir çift olarak görürlerdi bizi. Belki de sen bu kadarını istiyordun, belki fazlasını konuşmak sana zor geliyordu. Derinlerde yüzeye çıkamayan bir şeyler vardı. Onlarla yaşıyordun.
O gece biraz geç geldin. Her zamanki gibi değildi gelişin. Yüzün kararmış, palton kirlenmişti. Atkın da sanırım bir yerlerde unutulmuştu. Kendini kanepeye attın, düşünceliydin. Bana bakmak istemiyordun. Yanına geldim, ellerin buz gibiydi. Bir şeyler olduğu belliydi. Bana anlatmayacak mısın dedim, boş boş baktın yüzüme. Şimdiye kadar anlattım mı ki şimdi anlatayım diyor gibiydin. Sana bir kahve yapıp getirdim. Sessizce fincanı aldın, işte o an bana baktın. Bir acı gördüm bakışlarında. Yanına oturdum. Kahven bitince bana sarıldın, bir süre öyle kaldık. Sonra yatak odasına gidip elbiselerinle yatağa uzandın. Hiç yapmadığın bir şeydi.
Ben de hiç yapmadığım birşey yaptım. Paltonun ceplerini karıştırdım önce. Bir şeyler olmalıydı. Bir kâğıt, bir not, bir bilet… Sonra sen yorgun düşmüş uyurken baş ucundaki cep telefonuna uzandım sessizce. Uyanmadın. Evin uzak bir köşesinde cep telefonunu karıştırdım. Bilmediğim numaralar, isimler, çağrılar arasında gidip geldim. Bu temiz bir şey olamazdı. Ayaklarımın ucuna basarak yattığın yere geldim. Halâ uyuyordun. Mesajlara ve konuşma sürelerine baktım. Çoğu erkek adıydı. Tanıdığım birileri var mıydı diye hatırlamaya çalıştım. Bir mesaj buldum. “Yarın 21:00’de sahildeki balıkçı barınağına gel.” Hangi sahildi, hangi balıkçı barınağıydı bilemedim. Ama yürüme mesafesinde olmalıydı. Akşam giderken arabayı almamıştın. Belki de taksi tutmuştun, belli mi olurdu. Telefonu aldığım yere bıraktım.
Ertesi sabah erkenden uyanıp sana kahvaltı hazırladım. Biraz farklı olsun istedim. Omlet, kahve, meyveler ve çörek hazırladım. Gözlerin parladı, yüzün aydınlandı. Mutlu olduğumuz eski günlerdeki gibiydik. Bize ne oldu böyle diye düşündüm. Amacım sana akşam evde olmayacağımı söylemekti. Gece bir yerlere gitmezdim, biliyordun. Yine de çok itiraz etmedin, çok soru sormadın. Belki yapacak işin olduğundandı. Arkadaşlarımdan birinde fazladan konser bileti vardı, o da benim gelmemi çok istemişti. Uzun zamandır görüşmemiştik. Baş başa konser izleyelim, ardından da sohbet edelim demişti. İşe giderken beni öpüp çok da geç kalma demiştin.
Saat ilerliyordu. Ne giyeceğimi önceden planlamış, siyah bir pantolon çizme, kazak, basit bir iki takıyla, koyu renk pelerinimi giymiştim. Öyle ya, konsere gidiyordum. Saat 19:00 gibi evden çıktım, balıkçı barınaklarının olduğu yerin yakınındaki bir kafeye yürüdüm. Kafedekilerin dikkati o sırada televizyondaki futbol maçındaydı. Kadın müşteriler birer ikişer çıktılar. Ben pencerenin önünde bir masaya oturdum, gelen geçeni izlemeye başladım. Hava erkenden kararmıştı. Bu soğukta dışarıda fazla kimse de yoktu. Sokak lambalarının ışığında ince ince çiseleyen yağmur tanelerine baktım bir süre. Garson çocuk yanıma yaklaşıp abla bir isteğin var mıydı diye sordu, ona elimle hayır işareti yaptım, gitti. Elimde cep telefonu, gözüm sokakta, bekliyordum.
Saat 20:45 gibi sen geldin, barınakların önünde volta atmaya başladın. Bağlı teknelerden birinde bir ışık yanıp söndü. O tekneye doğru gittin, bindin, tekne hareket etti. Orada kalmaya kararlıydım çünkü hiç gece gelmediğin olmamıştı, yine dönecektin. Kafe kapanana kadar bekledim. İnsanlar tuhaf tuhaf bakmaya başlamıştı. Sonunda kalktım, dışarıya çıktım, bulduğum bir apartman eşiğine soğuktan büzülerek oturdum. Zaman geçmek bilmiyordu. 22:30’da aynı tekne karaya yanaştı. Çevik bir hareketle indin. Boynunda atkın da vardı. Ama biri daha indi. Esmer, topuz saçlı bir kadın. Uzaktan göremedim iyice, ince ve genç olmalıydı. Onunla birlikte yürümeye başladınız, bir şeyler konuşuyordunuz. Bir süre sonra kadın tekneye bindi, tekne denize açıldı. Sen arkasından baktın biraz, sonra benim olduğum kaldırıma doğru gelmeye başladın.
Oturduğum merdivenden kalktım, başucundan aldığım silahı cebimden çıkardım, parmağım tetikteydi. Beni fark ettin, şaşırdın, sonra silahı gördün. Gözlerim sana kilitlenmişti. Silahı doğrulttum. Ağzımdan tek bir kelime çıktı. “Anlat”. Her şeyi anlat. İhanetini, kirli işlerini, bana şimdiye kadar söylemediklerini, iş toplantılarını, bir gece önce nasıl tartaklandığını.
Silahı elimden almak istedin. Ateş aldı. Gözümü karartmıştım. Silah kaldırımın bir köşesine fırladı. Sessiz gecede bir el silah sesi duyanlar dışarıya fırladı. Beni kolumdan çekip bir aralığa soktun, ağzımı kapattın, kimseyi göremeyince bir süre sonra evlerine girdiler. Polis çağırıp çağırmadıklarını bilmiyorum. Biraz sonra gidip kaldırımdan silahı aldım. Pelerinimin altına sakladım, eve gittik. Silah hâlâ bendeydi.
Sonra birlikte eve girdik. Benimle hiç tartışmadın, silahı almaya kalkmadın, öylece oturduk. O anda dün gece gözlerindeki acıyı yakaladığımı hatırladım. Sonra kaç yıldır bir şeylerin seni yiyip bitirdiğini düşündüm. Kadın meselesi değildi. Daha tehlikeli, daha derin bir meseleydi. Silah hâlâ elimdeydi. Yavaşça masanın üzerine bıraktım. Kalk dedim. Polise gidiyoruz. Olmaz dedin.
Saat 00:03 Karakolu aradım. İki gizli polis geldi. Sanki seni biliyor gibiydiler. Sen yine bir şey söylemedin. Ben de sormadım. Ertesi sabah polis eşliğinde karakola çağrıldım, beni başkomiserin odasına aldılar. Yanında bir özel dedektif vardı. Olayı hiçbir şekilde kimsenin bilmemesi gerektiğini, yoksa ikimizin hayatının da tehlikede olacağını söylediler.
O geceden sonra dışarıya çıkmadın. Evimizin önünde nöbet tutan sivil polisleri görüyordum camdan bakınca. Sonraki günler birbirinin aynıydı. Silahın artık ortada duruyordu. İçime bir korku düşse de artık gerekli olduğunu biliyordum.
Bir gece polisler yine geldi. Bu sefer sana bir plaket getirdiler. Yaptığın işbirliği sonucunda bir uyuşturucu mafyası çökertilmişti. Oysa bir zamanlar uyuşturucu bağımlılığından kaybettiğin kardeşini anlatmamıştın bana. Sessizliğin kendine ettiğin bir yemin miydi? O kırmızı atkıya bakınca tüm bunları hatırlıyorum. Ya sen?
Ertesi gün hemen toparlandık. Bize bir sahil kasabası buldular. Sakin, sessiz. Etrafta yine polisler var mıydı bilmem ama balıkçı tekneleri vardı. Babacan, ağlarına dalmış balıkçılar, oynaşan balıklar, kediler vardı. Mavinin ve yeşilin iyileştiren yansımaları vardı. En önemlisi sen vardın, ikimiz vardık. Konuşacak çok şeyimiz vardı. Sana ihanete ya da seni öldürmeye bir adım kalmışken.
24.12.2024
Füsun Uzunoğlu