Çocuklara yazdırdığım sır temalı kompozisyon ödevleri karşımda. Kağıtlar bana bakıyor, ben kağıtlara. Odaklanıp okuyamıyorum. Kendi hikayemin içine çekip götürüyor konu beni ısrarla. Hatırlamak istemiyorum, olmuyor. Masada duran fincandan bir yudum kahve alıp pencere önüne geçiyorum. Çifte kavrulmuş şekersiz acı kahve muz tadı bırakıyor ağzımda. Yumuşacık tatlımsı bir tat. Başkası olsa zevk verirdi belki ama içimi burkuyor benim. Fincanı cam kenarına bırakıp yağmurlu sokağa dalıyorum. Düş gibi veya dün gibi. Sabahın erken saatleri. Yürüyoruz babamla. Önce okula bırakacak beni ardından işine gidecek babam. Çok yoruluyor ama yaptığı işten memnunmuş. Öyle söylüyor hep. Sokak ve parkların temizliğini yapıyor, gereken yerlere çiçek ve çim dikiyor arkadaşlarıyla. Seviyorum babamı. Elim onun büyük ve nasırlı avucunun içinde. Hiç bir şeyden korkmuyorum. Keyifliyim ve de güvende. Babamın üstünde uzunca bir yağmurluk. Şeffaf muşambadan. Benimkisi daha kısa ve muşambadan değil. İçi sıcacık. Ayakkabılarım da onun sarı lastik çizmeleri gibi kocaman görünmüyor. Giderek gürleşen yağmur doluya dönüşünce adımlarını hızlandırıyor babam. Ben onun temposuna yetişeyim diye küçük adımlarla koşturuyorum adeta. Sağ elim babamın elinde, sol kolum hızımıza uygun biçimde ileri geri sallanıp duruyor yanım sıra. Ellerin üşümesin, cebine sok diyor babam. Dinlemiyorum. Alışkınım. O kolum hep boştadır nasılsa. Sadece aile resmi çizdiğimde güleç yüzlü bir kadın iliştiriyorum sol yanıma ve sıkı sıkı yapışıyorum eline. Dolu taneleri her yerimize vurmayı artırınca üstü kapalı otobüs durağına doğru atıyoruz kendimizi. Daracık alan tıklım tıkış. Otobüs bekleyenlerle doludan kaçanlar bir birine karışmış. Kadir Amca da seyyar tezgahıyla dalmış kalabalığın içine. Altı tekerlekli tezgâhın üstünde sarı kabuğu küçük, yuvarlak etiketli muz salkımları. Memleketimizde yetişmiyor demişti öğretmenim. Pahalı olduğundan tane tane satıyor Kadir Amca. Ne çok yemek istediğimi bir bilseniz. Çalışınca ilk maaşınla kendine ne alırsın diye sorsalar muz derim düşünmeden.
Annesi sık sık alır. Kardeşim Kerem de tepesindeki siyah noktadan delerek yarıya kadar soyar. Aşağı doğru sarkmış şerit halindeki kabukların altındaki muzu elinde tutarak “ıh, ıh, ıh! enfesss” nidalarıyla kafasını sallar, kopardığı muz parçasını ağzında eveleyip geveleyerek sırıtır gıcık gıcık. Canım çok çeker, yutkunduğumu görmesin diye yana çeviririm kafamı. Ufacık bir ısırık verse ölür sanki. Hatta o yerken ben bakıyorsam daha da zevkle şıpırdatıyor ağzını. Hain! Birisiyle kavgaya tutuştuğu zaman kardeşiz demesini biliyor ama. Kardeş değiliz gerçekte. O annesinin, ben babamın oğluymuşum. Öyle söylüyor cici annem.
Durağın çatısını tımbırdatan dolu taneleri yavaşlıyor kısa zaman sonra. İnsanlar sığındıkları yerden çıkıyor birer ikişer. Tuttuğu elimden çekiyor babam. Ayaklarımdan çivilenmişim sanki. Gözlerimi muz tezgahından alamıyorum. Babamın parası var mı acaba! Ya yoksa? Nasıl huzursuzluk veren bir ikilemdeyim bilemezsiniz. Kadir Amca halimden anlamış gibi tekerlekli tezgâhı karşımda sağa sola çevirerek indirmeğe çalışıyor kaldırım yükseltisinden. Tam o sırada yalpalanan tezgâhtan kocaman bir muz salkımı düşüyor yere. Babamın elini bırakıp öne doğru atlıyorum koşarak. Çamurlu su birikintisinin içinden aldığım muz salkımını tezgâhın boş köşesine bırakıyorum beklenti içinde. Teşekkür ediyor Kadir Amca. Eee, bu kadar mı? Bir muz verseydin bari. Hıh, cimri adam! Geç kalıyoruz, gidelim diyor babam. Kadir Amcanın ters yönüne doğru ikinci adımda direnemiyorum içimdeki arzunun kuvvetine. Var mı, yok mu diye sormadan “Baba bana muz alır mısın?” deyiveriyorum bir çırpıda. O durumu gözümün önünden silinmeyecektir yıllar yılı. Tersyüz ettiği ceplerinden denkleştirdiği bir miktar parayla bir muz alıp geri dönüyor babam. Sapından tuttuğu muzu boşlukta sallayarak “Bu, ikimizin arasında küçük bir sır olsun, tamam mı oğlum” diyor vermeden önce. Aklım muzdayken, ne sırrı dercesine bakıyorum babamın yüzüne. Açıklıyor. “Paramız çıkışsa Kerem’e de alırdık. Alamadığımıza göre Kerem’in ve cici annenin bu sırrı bilmemesi gerekiyor. Gönülleri kırılır sonra” Eh, benimkisi gönül değil sanki. Üzülmesin diye annesinin Kerem’e sık sık muz aldığından, onun da mahsustan gözüme sokarak yediğinden bahsetmiyorum babama. “Tamam diyorum, söz. Sırrımızı kimselerle paylaşmam.” Babamla aramızdaki küçük sır farklı hissettiriyor bir anda. Büyümüşüm sanki, güvenilir biriymişim gibi. Düşündüklerimi onaylayacak bir göz kırpışıyla karşılık veriyor babam.
Değişik aromasıyla tatlı, yumuşacık o muzun ağzımı ballandırdığı günün üstünden bir hafta kadar bir zaman geçiyor. Fazlası değil. Günlerden cumartesi. Bahçede Kerem’le top oynuyoruz. Yediği gollerin üstüne ilaç gibi bağıran bir ses. Evimizin açık penceresinde cici annem. “Kerem Kereeem!” Elinde kocaman, olgun bir muzla geri dönüyor Kerem. Bu defa beni özendirerek yemekle kalmıyor, yüzüme fırlatıyor sarı kabuk şeritlerini. Sinirleniyorum. Aynı kabukları toplayıp geri fırlatıyorum kendisine. Ortalık iyice kızışıyor. Elindeki soyulmuş yarım muz parçasını parmaklarıyla ağzına tıkıştıran Kerem şişmiş avurtlarıyla homurdanıyor. “Ağzının sularını topla oğlum” Kendimi tutamıyorum. Babamın da beni önemsediğini bilsin istiyorum. Kıskançlık bu olsa gerek. Sinir, kıskançlık bir öfke patlaması yaratıyor içimde. Dilimin ucuna kadar gelmiş küçük sır dökülüveriyor kendiliğinden. ” Ne sanıyorsun aptal şey! Babam da bana muz aldı ki. Kadir Amcaya sor inanmıyorsan. Ha ha ha!”
Camdan “Neee!” diye bağıran cici annemin sesiyle kendime geliyorum. Eyvah ne yaptım! Kerem’in cevabını verdiğime mutluyken garip bir pişmanlık sarıyor içimi. Dilimi tutamadım. Babamın sır diye tembihlediği şeyi, bilmemesi gereken insanların avucuna koymuştum işte. İlk ortak sırrımız olacaktı güya. Bir daha bana güvenir mi, güvenmesin de zaten.
O akşam kıyametler kopuyor evde. “Sen misin kendi çocuğuna ayrıcalık tanıyan, öz üveylik yapan!” Kendi yaptığı başka bir şeymiş sanki. Çekinmezsem çıkıp yüzüne haykıracağım haksızlığını. Yapamıyorum. Babamın karşısına çıkmaktan utanarak başıma çekiyorum yorganı. Kalbim yerinden çıkacak gibi çarpıyor. Duymak istemesem de kâh alçalıp kâh yükselen bağırtılar kulaklarıma vuruyor gümbür gümbür. Alçalan ses tonu babamınkisi. “Yahu param anca çıkıştı diyorum, neden anlamıyorsun?” Arkasından bağırtılar kalabalıklaşıyor, ses sese karışıyor. Komşu amca olmalı. Ambulansı arayın, ambulansı. Yorganı başımdan atıp salona koşuyorum. Babam yere düşmüş. Başı komşu amcanın kucağında. Telefondaki komşu adresimizi tarif ederken kalp krizi gibi laflar söylüyor. Kalp krizi de neydi, öldürür müydü? Bir çenemi tutamamam nelere sebep olmuştu. Hem üzgünüm, hem kızgın. Kendimi affetmeyeceğim!
Üç gün sonra babamın yanına gidiyoruz amcamla. Beni görmek istemiş. Ağlamaktan gözlerimin önüne perde inmiş sanki. Sisli görüyorum etrafı. Amcamın elini tutmasam düşecek gibiyim. Koridorun sonundaki odaya yaklaştıkça heyecanım artıyor. Özür babında kafamda tasarladığım tüm sözcükler, tüm cümleler uçup gidiyor aklımdan. Kalbim şakaklarımda, karın boşluğumda, kulaklarımın içinde zonkluyor. Ağlayarak yatağının yanına yürüyorum süklüm büklüm. Hıçkırığımı duyunca gözlerini açıyor. “Özür dilerim babacığım!” gerisini getiremiyorum. Ne o andan öncesi, ne de o andan sonrası o denli sarsılarak ağladığım olmadı hiç. Konuşmuyor. Bembeyaz yüzündeki yorgun tebessümle bakıyor yüzüme. Serum takılı kolunu sabit tutmaya özenerek yatağının yanına uzalı duran öteki kolunu havaya kaldırıyor güçlükle. Yarı açık koluna atıyorum kendimi. “Sırrımızı tutamadım, benim yüzümden az kalsın…” Şışşt” diye bir uyarıyla susturuyor beni. Daha sonra güvendiğini belirten o göz kırpışı yok mu, geliyor işte. Her şeye rağmen. Kerem’le annesini soracak diye düşünüyorum, sormuyor. Ben de ne çekip gittiklerinden söz ediyorum, ne de sırrımızı bozacak kadar sabrımı zorladıklarından. Babam affetmişti ya, gerisi önemli değildi.
Sahi affetmek bu kadar kolay mıydı? Değildi aslında. Büyüdükçe anlayacaktım. Saklayacağıma söz verip tutamadığım sır babama göre küçüktü ama babam büyüktü. Büyüklük onda kalmış, bu da bana ömür boyu unutamayacağım bir ders olmuştu.
Ders! Yarınki derse hazırlanmak için öğrencilerimin yazdığı sır temalı kompozisyon kağıtlarını okumam lazım. Kendi hikayemi pencerenin dışındaki sokaklarda bırakıp farklı sırlara sırdaşlık etmek üzere geri dönüyorum masa başına.