O sabah et, baharat ve kesif soğan kokan merdivenleri çıkıp ikinci katta bulunan hangar gibi işyerime girdim. Kokulara bakılırsa, öğle yemeğinde yine patatesli köfte vardı. Girişe yakın altı kişilik yuvarlak masamızda boş bulduğum bir sandalyeyi çekip oturdum. Genel yayın yönetmenimiz henüz teşrif etmemişti. Kızlar masasına baktım. Hepsi saatinde gelmiş ve çoktan işe koyulmuştu bile; karıncalar gibi çalışıyorlardı. Bense her zamanki gibi yine geç kalmıştım. Ne de olsa göze giresim, maaşıma güzel bir zam alasım yoktu hiç.
Sonunda beklenen geldi. Kocaman deri koltuğuna önce bir güzel yayıldı sonra iyice gömüldü. Yaz kış sürekli boynuna taktığı yer yer rengi atmış, siyah çizgili, yeşil ipek fularını düzeltti. Gelir gelmez masasının üzerine bıraktığı eski suratlı deri çantasından çıkardığı piposunu yaktı. Başını öne eğince, zaten neredeyse burnunun ucuna kadar inmiş gözlükleri daha da aşağıya kaydı; her sabah olduğu gibi, gözlüklerinin üzerinden büroda çalışan yüz kadar kişiyi bir güzel süzdü. İçimden “Ya sabır!” dedim. Şen bir kahkaha attıktan sonra kızlar masasına dönerek “Bu genel yayın yönetmeni var ya dün gece yine bir hatunu götürdü!” dedi, “bugün keyfimi hiç kimse kaçıramaz!” İş bu konuşmayla kalsaydı, sinirlerim ölesiyle zıplamazdı elbette. İnce ve yayvan dudaklarına her zamanki gibi alaycı bir tebessüm kondurdu, sonra da kışkırtmalarına çapkın kahkahalarıyla devam etti.
Oysa kaç defa söylemiştim kızlara, sadece bu adamdan değil, kadını kendisine eşit görmeyen, aşağılayan, her üç kelimesinden biri kadın bedeni üzerine küfür içeren, bırakın kadını insana saygı nedir bilmeyen bu tıynetteki tüm adamlardan uzak durun diye. Dün gece acaba hangi garibanın kanına girdi yine? Kızlar söz dinlemiyor nedense. Belki de yükselmenin, iyi bir zam almanın tek yolunun bu olduğunu düşünüyorlar. Kim bilir? Bakışlarım, genel yayın yönetmeniyle çoğunluğu üniversite öğrencisi olan genç kızlar arasında gidip geliyor. Hiç yakıştıramıyorum. Gizli bir işaret arıyorum. Yakalasam kaçamağı kiminle yaptığını bu iş yerini başlarına yıkacağım. Bahse konu kaçamak ilişkiler benim en büyük derdim; adamın sabahları gelip böbürlenerek yine bir hatunla beraber olduğunu ifşa etmesi beni sürekli zıvanadan çıkarıyor. Herkesten şüpheleniyorum ama en çok da yan masadaki şu esmer şuh kızdan. Geceyi onunla beraber geçirmiş olması muhtemel. Öğle yemek saatinde yemekhanede kıstırıp yeniden konuşsam mı? “Kızım çok ayıp!” desem mesela “Vuruldun mu yoksa sen bu koca göbekli adama? Babandan bile büyük, hatta deden yaşında. Ne işin olur bu morukla?” Daha geçen hafta kıstırdığımda “Tövbe, Allah yazdıysa bozsun!” derken acaba benimle kafa mı buluyordu?
Yok, delireceğim. Bu adamın keyifli halleri, sinirlerimi bozuyor, beni çileden çıkarıyor; artık dayanamıyorum. Yemin ettim, illa ki eninde sonunda onunla bir gecelik ilişkiye razı olan hatun veya hatunları bulacağım. Kafam basmıyor, kim veya hangi kadın başını belaya sokmak ister ki? Hiç mi korkmaz kazara hamile kalırım diye? Bilmez mi ki hiçbir ilişki sonsuza dek sır olarak kalmaz. Elbet bir gün açığa çıkar. Keşke biraz beni örnek alsalar, benim gibi olsalar, Allah için ne aşk peşindeyim ne de mevki. İşimi yaparım, paramı alırım, kimseye boyun eğmem. Varsın taksınlar, iri yarı olmama, saç baş dağınık dolanmama, hep bahçıvan kot giymeme, erkekler tuvaletini kullanmama…
Epeydir iş yerinde uçuk kaçık, akla hayale gelmeyen ve hatta alışılmışın dışında kurgusu olan aşk öyküleri uyduruyorum. Anlattıklarımın gerçek olmayacağını bilmelerine rağmen dinleyenler pek bayılıyor. Hatta bazıları bana çoktan imkânsız aşk öyküleri anlatıcısı lakabını bile taktı. Onları bir de genel yayın yönetmenine mi uygulasam? Zaten uzun zamandır kafamın bir köşesinde duruyor bu düşünce. Ancak bir türlü cesaret edememiştim. Böylece, içimdekiler sadece şüphe olmaktan çıkar, belki de bu uydurmaca hikâyeler sayesinde genel yayın yönetmeninin gizli gönül oyuncağı veya oyuncakları kendilerini bir şekilde ele verir. Ümidim tamamen bu yönde.
Dönüp yanımdaki en güvenilmez mesai arkadaşıma “Biliyor musun?” diyorum esmer şuh kızı gizlice işaret ederek “Dün akşam gördüm, geç saatte beraber çıktılar. Ben her zamanki gibi yine erkekler tuvaletindeydim. Arkamdan ayak sesleri duyunca, kimseyle tartışacak, kadın haklarını savunacak havamda değildim, kendimi hemen bir tuvaletin içine attım. İyi ki kapısını yarı aralık bırakmışım. Islık çalarak girdi içeriye, aynaya baktı, tek tük kalmış saçlarını geriye doğru topladı, sonra da bir lastikle at kuyruğu yaptı. Gülmemek için kendimi zor tutum. Sonra o kızın tuvaletin kapısından geçerken içeriye doğru el salladığını, kaçamak bir bakış fırlattığını gördüm. İçeride sadece genel yayın yönetmeni vardı. Kız daha merdivenlere varmadan o da çıktı. ‘Ah işte!’ dedim o zaman, ‘Bu bir işaret!’ Başka türlüsü olmazdı ki!”
Oh, ne güzel yeni bir hikâye uydurmuştum ayaküstü. Şimdi kahramanlarım da belliydi. Hikâyem araştırma masasının en güzel kızlarından biriyle, kendini Kafdağı’nda gören genel yayın yönetmeni bozuntusunun bir gece kaçamağı üzerineydi. Kendimi tebrik ettim. Nasıl etmeyeyim, böylece tek tek eleyecektim kızları kendimce. Önümde iki yol vardı; dile doladığım kişi olayın gerçek kahramanıysa suçluluk duyup susacak, değilse elbette susmayacak, kendini savunmak için ortaya çıkıp bağırıp çağıracaktı, kendini temize çıkarmaya çalışacaktı. Belki de bu yalanları uyduranlar için bin bir beddua edecekti. Razıydım buna; yeter ki gerçeği öğreneyim.
Bir saat geçmişti üzerinden uydurduklarımın, çoktan kulaktan kulağa yayılmış olmalıydı. Bir gözüm, sürekli genel yayın yönetmeni ve araştırma masasındaki hatunların üzerindeydi. Kim patlayacaktı en önce, sabırsızlıkla bekliyordum. Ama henüz hiç kimse gelip tuzağıma düşmemişti. Ahdetmiştim, bu adamı her sabah bizi sinir edecek kadar mutlu edenin kim veya kimler olduğunu mutlaka bulacaktım, sabrım sonsuzdu. Öyle kolay kolay bıkıp teslim olmayacaktım. Yakında adım fantastik öyküler anlatıcısından ortam karıştırıcıya da çıkabilirdi. Ama zerre umurumda değildi. Şüphesiz tahmin edecektiler bu tür uydurmaların benim başımın altından çıktığını. Bakalım bugün ne olacak? Fos mu çıkacak yakıştırdıklarım? Öyleyse gelecek hafta diğer kızı dolarım dilime. İnat ettim eninde sonunda gizli sevgili veya sevgilileri ifşa edeceğim, daha doğrusu onlar kendilerini ele verecek. Bunca güzel ve alımlı kız varken gidip dışarıdan başkasını bulacak değil ya! Sağına dönse kadın, soluna dönse kadın. Hepsi de Allah için bir içim su ama pek akılsız; el etmesine, gel demesine gerek yok, şöyle derin ve gizemli bakışlarıyla bir süzse yeter. İçine ha düştü ha düşecek, gidip hemen kucağına oturacak gibiler.
Oturmuş, önümdeki yazıyı toparlamaya çalışıyordum ki arkalarda bir gürültü patırtı koptu, birisi sanki hızla metal sandalyesini çekti. Aynı anda tüm kafalar o yana çevrildi. Büronun sol tarafında en dipte, ancak bir metre yüksekliğinde dolaplarla ayrılan bölüm tarafından geliyordu ses. O kısımda masaları olan ve gün boyu varlıklarından habersiz olduğumuz harita birimi çalışanları vardı. İçlerinden en sessiz olanı Şükrü yerinden kalkmış öfkeyle bize doğru bakıyordu. O güne dek kimseyle en ufak bir lakırdısı bile olmamıştı. Sabah gelir, masasının başına oturur, ne tuvalete giderdi ne de çay içmeye. Öğle yemek saatindeyse hızlıca yemek tepsisini alır, gider ya tek başına ya da masasındakilerle arka masalardan birine oturur, hızlı hızlı yemeğini yer, sonra tekrar masasına dönerdi. Onunla ilgili hiçbir bilgimiz yoktu; eğitim durumu nedir, ailesi kimdir veya nerede oturur bilmezdik. Şükrü bize, biz Şükrü’ye eldik. Biraz daha gayret etse tavana değecek kadar uzun boylu, boyuyla ters orantılı cılız mı cılız, pek zayıf, üflesen uçup gidecek bir oğlandı. Hatta pantolonları belinden düşmesin diye sürekli delik atılmaktan kemerleri bile delik deşikti… Herkes gibi yaş aldıkça kilo alacağına giderek zayıflıyordu garibanım; gizli bir derdi olmalıydı, onu yiyip bitiren, bir deri bir kemik bırakan. Kendisinden hiç beklenmeyen bir çeviklikle ve çok hızlı adımlarla sanki bana doğru geliyordu. Şaşırdım ve bir anlam veremedim haliyle. Derken yanımdan geçip doğruca genel yayın yönetmeninin masasına yöneldi. Arkasından bakakaldım. “Ne oluyor” dememe kalmadı, gidip genel yayın yönetmeninin önünde durdu. Haliyle açık ofisteki herkes kafasını oraya çevirdi. Hatta ne olduğunu daha iyi takip edeyim diye çoktan yerimden kalkmış, öylesine ayakta dikiliyordum. Genel yayın yönetmeninin masasına doğru bir iki adım attıysam da sonra neme lazım deyip durdum. Bari bugünümüz tartışmasız geçsin, durduk yere bir de bana bulaşmasın niyetindeydim.
“Aşkım!” diye böğürdü Şükrü, sanki canından can alıyorlarmış gibi. “Sır mır yok artık, buraya kadarmış!” derken kalın ve titrek sesi duvarlarda yankılandı. “Seni kimselere yâr etmem! Hele bir kadına asla! Artık bir son verme vakti gelmedi mi onca saçma sapan hikâyelere” dedikten sonra genel yayın yönetmenini dudağından büyük bir şehvetle öptü…