Bağlama

 

Gülizar hanım her gece uyanıp teheccüd namazı kılar olmuştu. Üç oğlu yurt dışındaydı. Kocası, son çocuğu Cemâl iki yaşındayken ölmüştü.  Yanındaki evlâdının şifa bulması için dualar etti, sadakalar verdi, adaklar adadı. Nefesi kuvvetli hocalara yazdırdığı muskaları haberi olmadan mintanına dikti, okunduktan sonra ayazda bekletilmiş yedi pınarın suyunu içirdi, küçük bir enamı üstünde taşıması için yalvardı. Nafile… Cemâl mum gibi eriyordu. Uyku, yemek yoktu. Odasından çıkmıyor, kimseyle konuşmuyor, sorulara cevap vermiyor, derdini anlatmıyordu. Gün doğmadan evden çıkar, dere kenarında söğüdün dibine oturur, saatlerce akan suya bakar, suda sürüklenen kurumuş yaprakları gözden kaybolana kadar izlerdi. Öten kuşları, vızıldayan arıları, meleyen kuzuları duymaz, esen yeli hissetmezdi. Hayal dünyasında yaşardı.

Ağzından laf alabilmek için kimler araya girmedi ki! Uzak akrabalar, köy öğretmeni, caminin imamı, muhtar, torun sahibi dedeler… Heyhat! Kös dinler gibi dinlerdi. Aslında baba yiğit bir gençti. Mizacı sakindi. Liseyi bitirince askere yazıldı. Bir kaçakçılık hadisesinde suçluların yakalanmasındaki gayreti sebebiyle   takdir belgesiyle on gün ev izni almıştı. Askerden sonra bir iş tutmadı. Babadan kalan tarlaları yarıcıya verip ana oğul geçiniyorlardı. Sabah çorbasını içer, evin suyunu köyün dışındaki pınardan getirirdi. Başka bir işe elini sürmezdi. Sonra bir gün su getirmeyi bıraktı, odasına kapandı. Annesi çok ısrar etti, bir şey anlatmadı. İşte ondan sonra Gülizar Hanım gece namazlarına başladı. Oğlu için dualar edip adaklar adadı, muskalar yazdırdı. Kaç gece istihareye yattı.

Bir sabah Gülizar hanım yufka ekmeği yaparken avluya hırpani kıyafetiyle İbrahim girdi. Köyün delisi derlerdi. Kimseye zararı yoktu. Herkes onu kollardı. Gün boyu avare gezer, karnı acıkınca bir eve yanaşır, nafakasını alır giderdi. Gülizar hanım peynirli bir dürüm yapıp verdi. İbrahim dürümü alıp gitmedi. Bir ısırık aldı. Ağzındakini yuttuktan sonra Gülizar hanıma, ‘Cemâl abisinin pınar başında Nazlı’yla konuştuğunu söğüdün altında kendine anlattığını’ söyledi. ‘Ama Nazlı cevap vermiyormuş. Yüzüne bile bakmıyormuş. Cemâl, İbrahim’e bunları annesine söylememesini tembihleyerek yemin ettirmişti. Kadın İbrahim’in anlattıklarını tekrar ettirdi. Düzgün konuşamıyordu İbo. Kekeliyordu. Sonunda köyün delisine oğlunun Hasbi ağanın kızı Nazlı’da gönlü olduğunu söyletti. Gülizar hanım bir dürüm daha yapıp İbrahim’i savdı. Durum nlaşılmıştı.  Yarın komşusu Hatice hanımı Hasbi ağalara gönderip ağız aratacaktı.

 

“Leyla abla galiba kısmetim çıktı. İstemeye geldikleri gece herkeslerden habersiz alelacele söz kestiler. Bilhassa Gülizar hanımın duymasını istemediler. Oğlu bana meftunmuş Öyle bir söylenti var. İstemem onu. Birkaç kere pınar başında sırnaştı. Yüz vermedim. Şimdilerde bir tuhaf olmuş. Evden çıkmazmış. Gelecek ay nişanım var. Sonra tez elden everirler.  Daha genciz. Hemen çocuk istemiyoruz. Hayatı yaşamak hakkımız. Bunun bir çaresi olmalı. Sen bilirsin. Canım ablam bana bir yol göster. Kurbanın olayım.”

 

“Delinin zoruna bak. Olmaz mı… Sen bana düğün gününü bildir. Emaneti kına gecesinden bir ay önce getiririm. Temizlenip hemen kullanmaya başlarsın. İki kutu getiririm. Biri bitince söyle bir kutu daha alırım. O gün gelsin etraflıca anlatırım.”

 

Gülizar hanım üç gün sonra sabah kahvelerini içerken Hatice hanımdan, Nazlı’nın annesinin; “kızının küçük olduğunu, daha evlenme yaşına gelmediğini, biraz serpilmesini beklediklerini, bu sebeple henüz evliliğini düşünmediklerini” söylediğini öğrendi. Kadın kısmet diyerek sözü bağlamıştı. Kapıyı tam kapatmamıştı.

 

Hatice hanımın ağız yoklama meselesini oğluna söylememişti. Gülizar hanım arada bir bahane uydurup Nazlı’nın evine sabah kahvesine gidiyor, aynı cevabı alıyordu. “Daha erken, kısmet artık”. Lakin köylünün ağzı torba değil ki. Cemâl sonunda Nazlı’nın ailesinin ayak sürüdüğünü anladı. Böylece kara sevdaya düştü. Gittikçe içine kapandı. Dünyadan elini eteğini çekti. Annesi bir yandan oğlu için kahroluyor, öte yandan Hasbi ağalara için için kin besliyordu.

 

“Allah razı olsun abla. Borcum ne kadar? Nasıl kullanıyorsan tarif et. Bir eksiğim olmasın.”

“Bunlar sana düğün hediyem. Kullanması kolay. Temizlendikten sonra her sabah bir tane yutacaksın. Bir kutu bitince beş gün ara vereceksin. Tekrar temizlenip yutmaya devam edeceksin. İlk kutu bitince haber ver, yedeğini alayım. Şunu unutma. Bir sene kullandıktan sonra üç ay ara vereceksin. Vücudun kendini toplaması lazım. Bu süre içinde kocan dikkatli olsun.  Sonra aynen devam.”

Nazlı sonunda telli, duvaklı gelin oldu. Düğün günü öğleden sonra Gülizar Hanım komşuluk hatırı diyerek oğluna vermedikleri kızın evine gitti. Hayırlı olsun dedikten sonra, kaynanasının gelin olduğu gün kendi beline bağladığı kırmızı kuşağı Nazlı’nın beline bağladı. Kuşağın önde sallanan ucuna bir altın iliştirmişti. Bir punduna getirip Nazlı’nın kulağına gizlice, “Beline taktığım bu kuşak bana kaynanamdan yadigâr. Yatakta bile belinden çıkarmayasın. Bu kuşak tılsımlıdır. Dört oğlan doğurdum. İnşallah sana da uğur getirir” dedi.  Gözleri buğulanan taze, kadının eline öpüp “Allah razı olsun Gülizar Ana” dedi. Akşam köy meydanındaki davullu zurnalı düğünde Nazlı kocasıyla karşılıklı oynarken kurdelenin ucundaki altın sağa, sola sallanıyordu.

Nazlı’nın düğününün üstünden iki yıl geçmesine rağmen merakla beklenen bebek ağlaması bir türlü duyulmuyordu. Gülizar hanım bağlama büyüsünü kırmızı kurdeleyi katlayarak dikmiş, yatakta belinden çıkarmamasını tembihlemişti. Nazlı öğüde harfiyen uymuştu. Kocasıyla çok mutluydu. Gülizar Hanım da mutluydu. “Hoca için nefesi çok kuvvetli demişlerdi. Doğru çıktı. Aldığı para helali hoş olsun”.

Nazlı’nın evliliğinin üçüncü yılına girdiği akşamı kasabanın lüks otelinde kutladılar. Eve döndükten sonra çılgın bir gece yaşadılar. Kocası en ateşli oldukları bir anda, “Aramıza hiçbir şey girmemeli” diyerek karısının belindeki kuşağı bir hışımla koparıp attı. Nazlı uykuya dalınca kocası yataktan kalktı, yerdeki kuşağı alıp banyoya gitti. Kuşağın ucuna iliştirilmiş altını eline alınca kurdelenin içinde bir hışırtı duydu. Makasla kesince okuyamadığı şeyler yazılı bir kâğıt parçası çıktı. İçinde bir tedirginlik, hatta korku belirdi. Nazlı hamile kalamıyordu.  Kuşağı yatak odasına götürdü. Kâğıdı kasabadaki Ulu Caminin imamına okutacaktı. Şüphe içindeydi. Sabahı zor etti. Nazlı uyurken evden çıktı. Bekledikleri bebeğin gelmemesinin sırrı kâğıtta mı yazılıydı?

 

“Leyla abla Allah senden razı olsun. Hiç korkuya kapılmadan her gece huzur içinde yatıyoruz. Kocam beni çok seviyor. Mutluyuz. Fakat son zamanlarda onu biraz düşünceli görüyorum. Kaynanam da laf çarpmaya başladı.”

“Biraz durumu takip edelim. Acele etme. İlaç kullandığını söyleme. Bu ilaçlar birden bırakılmaz. Bünyenin dengesi bozulabilir. Başladığın kutuyu bitir. Sonrasına bakarız.   Ne demişler, Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez.”

“Evladım bu kâğıtta EBTER yazıyor. Bunu eşinin beline bağlayan kişi onun çocuğunun olmamasını istiyor. Hanımına büyü yapılmış.  Bizim inancımızda böyle hurafelere yer yok. Hanımınla konuş. Doktora görünün. Tıp ilerledi. Mutlaka bir çaresi vardır. Üzülme, eşinin kalbini kırma.  Gönlünü ferah tut.”

Nazlı’nın kocası kısmen rahatlamıştı. Fakat hâlâ içinde tedirginlik vardı. Bunu karısına nasıl söyleyecekti? Onu ürkütmek istemiyordu. Bir hafta boyunca   işlerindeki yorgunluk bahanesiyle Nazlı’ya yaklaşmadı.

Kullandığı kutu bitiyordu. İkincisine başlamadan ara vermeye karar verdi. Bu düşüncesini Leyla da uygun buldu. Şimdi üç ay çok iyi korunmalıydı. Bedeninin sağlıklı ve dengede olması gerekiyordu. Bel ağrılarını bahane ederek uzak durdu.

Hapı bıraktıktan dört ay sonra Nazlı bedeninde bazı değişimler hissedince Leyla’yla konuştu. Hapların yan tesirleri vardı. Onlar mı ortaya çıkıyordu? Bir korku aldı. Hafta sonu birlikte kasabadaki doktora gittiler. Testte uçuk pembe bir çizgi vardı. Ultrasonda belirsiz bir leke…  Hamile olabilirdi. On gün sonraki ikinci testte pembe çizgi belirgindi. Ultrason muayenesinde gebe olduğu anlaşıldı. Nazlı inanamıyordu. Kocası akşam Nazlı’ya kırmızı kuşağın içindeki yazılı kâğıttan söz etti. O da ilk defa duyduğu bu durumdan tedirgin olmakla birlikte, kocasını teselli etti, böyle şeylere inanmamasını söyledi. Cinsiyeti belli olunca Leyla ablasıyla yaptıklarını anlatacaktı. Nazlı memnundu, kısır değildi. Düğün günü beline kırmızı kuşağı bağlarken ne demişti Gülizar Hanım; “Ben bu kuşağı her gece belime bağlayınca dört erkek çocuk doğurdum.” Sonunda Nazlı hamile kalmış, yapılan büyü tutmamıştı.

Nazlı’nın karnı gittikçe büyüdü.  Doktor son ultrason muayenesinde iki müjde verdi. Bebekler ikizdi ve Gülizar hanımın dediği gibi kırmızı kuşak cinsiyetlerini bilmişti. Bu haber sonrası Nazlı kocasına ‘hap kullandığını, bu yüzden hamile kalmadığını’ söyleyip söylememekte kararsızdı. Doktordan dönerken Leyla, Nazlı’nın kulağına kırmızı kuşağa talip olduğunu fısıldadı.